Türkiye ve İklim Politikası

Türkiye’nin küresel ısınma ve iklim değişikliği konusundaki en uzun soluk toplantılarından olan ve Ekonomi Gazetecileri Derneği (EGD) tarafından organize edilen Küresel Isınma Kurultayı’nın yedincisi, 16 Eylül 2015 tarihinde İstanbul’da gerçekleştirildi. Etkinlik kapsamında düzenlenen üç oturumda medya, iş dünyası ve üniversitelerden 17 panelist tarafından iklim değişikliği tartışıldı. Kurultayda yapılan konuşmalar ve iklim değişikliği ile ilgili olarak 2014 ve 2015 yıllarında meydana gelen gelişmeler dikkate alınarak bir sonuç bildirgesi hazırlandı. Bildirgede özetle şu ifadelere yer verildi:
“Atmosferde başta karbondioksit (CO2) olmak üzere sera gazlarının artmasının başlıca nedeni insandır. Özellikle enerji üretimi ve ulaşımda fosil yakıt kullanımı, arazi kullanımındaki değişiklikler, ormansızlaşma, tarım ve atıklar gibi insan faaliyetleri başlıca sera gazı kaynaklarıdır. Sera gazları güneş ışınları ile ısınan yüzeylerden karasal ışınımla atmosfere yayılan uzun dalga boyundaki ısı enerjisinin atmosferi geçerek uzaya yayılmasını engellemekte ve dünyanın ısınmasına neden olmaktadır. Sera etkisi olarak da adlandırılan bu olay sonucunda sıcaklık artmış ve iklimler değişmeye başlamıştır. Bu iklim değişikliklerine bağlı oluşan sıcak hava dalgalarının, şiddetli sağanak yağışların, sel ve taşkınların, kuraklıkların, fırtına, hortum ve don olaylarının sayısında, tekrarlanmasında ve şiddetinde artışlar olmaktadır. 2014 ve 2015 yılları iklim değişikliğinin etkilerinin yoğun olarak yaşandığı yıllar olmuştur. 2013 yılında 397 ppm olan atmosferdeki CO2 konsantrasyonu 2 ppm kadar artarak 2014 yılı itibarıyla 399 ppm’e ulaşmıştır. 2015 yılında da yıllık ortalama CO2 konsantrasyonunun ilk defa 400 ppm değerinin üzerine çıkacağı öngörülmektedir. Atmosferdeki CO2 için kritik değer 450 ppm olarak kabul edilmektedir. Çünkü 450 ppm CO2 konsantrasyonu dünyanın ortalama sıcaklığının yaklaşık 2 °C kadar artması anlamına gelmektedir. 2 °C sıcaklık artışı ise iklim değişikliği ile mücadelede geri dönülemez noktadır. Bu eşik değerinin aşılması, dünyadaki doğal ekosistemlerin, canlıların ve insanlığın varlığının tehlikeye girmesi demek. Bu geri dönülemez noktaya önümüzdeki 25 yıl içinde ulaşılması mümkün. 2014 yılı meteorolojik kayıtların tutulmaya başlamasından itibaren en sıcak yıl oldu. 2015 yılı yaz aylarındaki sıcaklıklar da rekor seviyelere ulaştı. Nitekim sıcak hava dalgaları nedeniyle Hindistan’da 2500, Pakistan’da 1400, Fransa’da 700 kişi hayatını kaybetti. 2015 yılının ilk yarısında dünyada sel, çığ, toprak kayması, sıcak hava dalgası, fırtınalar gibi meteorolojik afetler sonucunda 6 bin kişiden fazla insan hayatını kaybetti. İklim değişikliği etkilerinin her yıl daha fazla hissedilmesine rağmen iklim değişikliği ile mücadelede ülkeler ekonomik kaygılar nedeniyle adım atmaktan çekiniyor. Ancak Münich RE reasürans şirketinin verilerine göre, son 1980-2014 yılları arasındaki hidrometeorolojik afetlerin neden olduğu toplam ekonomik kayıp 3,3 trilyon dolar civarında. Başka bir ifadeyle yıllık 100 milyar dolar kadar bir ekonomik kayıp gerçekleşiyor. Türkiye’de de iklim değişikliğinin etkileri yoğun olarak hissediliyor. Son yıllarda özellikle sel, taşkın, fırtına, dolu, kuraklık gibi hidrometeorolojik afetlerin sayılarında artış yaşandı. Ağustos sonunda Hopa’da meydana gelen 8 kişinin hayatını kaybettiği, 3 kişinin ise kaybolduğu sel afetinin son 53 yılın en yüksek yağışından kaynaklandığı yetkililerce açıklandı. Ülkemizde Uluslararası Afet Veri Bankası kayıtlarına göre 1900-2015 yılları arasında sel ve taşkınlarda 1.399 kişi hayatı kaybetti, 1,8 milyon insan olumsuz etkilendi. Bu sellerin ülke ekonomisine neden olduğu zarar ise 2,2 milyar dolara ulaştı. Ülkemizde ilk defa 2014 yılında iklim değişikliğine bağlı olarak oluşan sel, taşkın, dolu, kuraklık, fırtına ve don olaylarından bağ, bahçe, tarla ve seraların etkilenmesi sonucunda gıda ürünlerindeki fiyatların arttığı kabul edildi. 2015 yılında da yaşanan olumsuz hava koşullarının enflasyon üzerindeki etkileri devam etti.
2015: İklim Değişikliğiyle Mücadelede Kritik Yıl
Bilindiği üzere gelişmiş ülkelerin sera gazı salınımlarını azaltmasını öngören Kyoto Protokolü’nün süresi 2012 yılında sona erdi. Kyoto sonrası olarak adlandırılan yeni sürecin çalışmaları devam etmekte. 2015 Aralık ayında Paris’te İklim Değişikliği Taraflar Konferansı (COP21) toplanacak. Konferans öncesinde 1 Ekim 2015 tarihine kadar ülkelerin sera gazı salınımlarının azaltılması yönünde yapabilecekleri katkıları Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Sekretaryasına sunmaları gerekiyordu. Bugüne kadar 146 ülke emisyon azaltım katkı planlarını sekretaryaya sundu. ABD ve Çin ise ilk defa sera gazı salınımlarında azaltıma gideceklerini açıkladı. ABD, 2025 yılına kadar sera gazı salınımlarını 2005 yılına göre yüzde 26 ila 28 oranında azaltacağını bildirdi. Çin ise 2030 yılına kadar birim gayri safi milli hasıla başına sera gazı salınımlarını 2005 yılına göre yüzde 60-65 oranında azaltmayı taahhüt etti. Çin ayrıca, 2030 yılında fosil yakıt dışındaki enerji kaynaklarının birincil enerji üretimindeki oranını yüzde 20’ye çıkarmayı, ormanlardaki ağaç servetini 4,5 milyar metreküp daha artırmayı vaat etti. Ülkemiz de 30 Eylül 2015 tarihinde 2020 sonrası dönem için sera gazları emisyon azaltım katkı planını (INDC) sundu. Katkı planına göre, 2030 yılı için emisyon azaltım çalışması yapılmadığı takdirde ülkemiz emisyonlarının 1,175 milyar ton olacağının hesaplandığı, ülke olarak alınacak önlemlerle bu değeri yüzde 21 azaltarak 929 milyon tona düşüreceğimiz belirtildi. Bu, günümüzde 460 milyon ton olan sera gazı salınımlarımızı 2030 yılında iki katına çıkarmayı hedeflediğimiz anlamına geliyor. Oysa çoğu ülke 2005 yılını temel alarak bu yıldaki emisyonları 2025 ya da 2030 yılında değişik oranlarda azaltmayı taahhüt etti. Ülkemiz sera gazı salınımları açısından 2012 yılı itibarıyla 18. sırada yer alıyor. Ancak 2030 yılında 8. sıraya kadar yükselmesi mümkün. Bu arada aday olduğumuz Avrupa Birliği’nin 2030’da 1990 yılına göre yüzde 40 azaltmayı taahhüt ettiğini de belirtmekte yarar var. Bu nedenle iklim değişikliği politikamız AB ile yürütülen müzakerelerde sorun yaratabilir.
Türkiye, Paris’teki İklim Değişikliği Taraflar Konferansı öncesinde 15-16 Kasım 2015 tarihlerinde Antalya’da düzenlenecek G20 zirvesine ev sahipliği yapıyor. Zirvede küresel ekonomik durum yanında kalkınma, enerji güvenliği, iklim değişikliği, yoksulluğun giderilmesi, istihdam, mülteciler, yolsuzlukla mücadele ve gıda güvenliği gibi konuların görüşülmesi bekleniyor. Paris Konferansı’ndan sadece 15 gün önce gerçekleştirilecek G20 Zirvesi’nde, iklim değişikliğinin gündeme alınması ve atılacak adımların netleştirilmesi çok önemli. Çünkü atmosfere salınan sera gazlarının % 80’inden G20 ülkeleri sorumlu. Nitekim 20 ülkeden Suudi Arabistan haricinde 19’u Paris Konferansı öncesinde emisyon azaltım katkı planlarını açıkladı. G20 ülkelerinden Meksika, Arjantin, Endonezya, Güney Afrika ve Türkiye indirim taahhüdünde bulunurken, diğer ülkeler 2030 yılına kadar değişik oranlarda azaltım gerçekleştirme sözü verdi. Hâlbuki ülkemizin önünde hem COP 12’de hem de G20 zirvesinde başkanlık yapması nedeniyle iklim değişikliğini önleme konusunda liderlik yapmak için tarihi bir fırsat bulunuyordu. Ancak ülkemiz enerji üretiminde dışa bağımlılığı azaltmak gerekçesiyle enerji üretiminde kömüre ağırlık veriyor. Nitekim 2023 yılında 14 milyar ton olan linyit ve 1,3 milyar ton kadar olan taşkömürü rezervlerimizin tamamının enerji üretiminde kullanılması planlanıyor. 2023’te birincil enerji talebinin % 86’sının fosil yakıtlar tarafından karşılanması öngörülüyor. Yenilenebilir enerjinin payı ise gerileyerek % 6’ya düşecek. Ülkemizin iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek ülkeler arasında olmasına rağmen çözüme ortak olmaması, hem sera gazı salınımlarını 2030 yılında 2013 yılına göre iki katına çıkaracak olması hem de uluslararası fonlardan yararlanmak istemesi iklim değişikliği konusunda yalnız kalmasına neden olabilir.
Türkiye’yi neler bekliyor?
Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü tarafından gelecekte Türkiye ikliminin nasıl olacağına dair bazı projeksiyonlar çalışıldı. Sera gazı salınımlarının sınırlandırılmaması, bugünkü artış trendinin devam etmesi durumunda (RCP8.5 senaryosu) ülkemizde sıcaklıkların 2013-2040 döneminde 3 °C, 2041-2070 döneminde 3-4 °C, hatta yaz mevsiminde 5 °C, 2071-2099 döneminde ise ülke genelinde 6 °C kadar artabileceği tahminleri yapılıyor. Yağışlarda da mevsimsel yağış dağılımlarında değişkenlik bekleniyor. İklim projeksiyonlarına göre ülkemizi daha sıcak, daha kurak ve zaman zaman da şiddetli sağanak yağışlar bekliyor. Bu durum, iklimsel olaylardan doğrudan ya da dolaylı olarak etkilenen sektörler için risk anlamına geliyor. Bu sektörlerin başında tarım, hayvancılık, orman ve turizm geliyor. Dolaylı olarak ise tüm sektörler etkilenebilir.
Sera Gazı Salınımlarını Azaltma ve İklim Değişikliğine Uyum Konusunda Yapılması Gerekenler
Küresel ısınmayı azaltmak için öncelikle ülke olarak sera gazı salınımlarını azaltmamız gerekli. Bunun için öncelikle fosil yakıt odaklı enerji üretimini azaltmalı ve güneş enerjisi gibi büyük potansiyele sahip olduğumuz yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmemiz önem taşımakta. Son yıllarda enerji verimliliği konusundaki çalışmalar artmış durumda. Örneğin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından ülkemizde bina sektöründe % 30, sanayi sektöründe % 20 ve ulaşım sektöründe % 15 kadar enerji tasarruf potansiyeli olduğu belirtiliyor. Ancak enerji verimliliği konusunda enerji nakil hatlarındaki kayıpların azaltılması gibi atılacak çok fazla adım bulunmakta. Sera gazı salınımlarını azaltmak için üzerinde durulması gereken diğer bir konuda çimento, demir-çelik gibi enerji yoğun sektörlerdeki yoğun enerji kullanımının azaltılması gerektiği. Sera gazı salınımlarının azaltılması için bazı mali teşvikler, sübvansiyonlar ya da vergilendirme gibi finansal mekanizmaların sayısında son yıllarda artış var. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından elektrik ve doğalgaz kullanımlarından ek vergi almak üzere çalışmalar devam ediyor. Yenilenebilir enerji, yeni teknoloji kullanımı, atıkların azaltılması gibi konularda da teşvikler uygulanıyor. Ancak sera gazı salınımlarını azaltmak için atılan adımların yeterli olduğunu söylemek mümkün değil. Bu konuda özellikle ihracat hedefleyen firmalar herhangi bir devlet desteği beklemeden rekabet koşulları gereği kendi emisyonlarını azaltmaya yönelik çalışmalar yapmaya başladı. Üstelik yaptıkları yatırımların birkaç yıl içinde geri dönüşü oldu. Ayrıca iklim dostu teknolojiler geliştirilmesi yeni ekonomik fırsatlar da sunuyor. Ülkemizdeki asıl sorun iklim değişikliğine uyum konusundaki çalışmaların azlığı. Uyum, iklim değişikliğinin beklenen etkilerine karşı önlemler almak olarak özetlenebilir. Beklenen iklimsel değişiklikler kapsamında uyum konusunda yapılabileceklere dair örnekler ise aşağıda verilmiştir:
- Kuraklığa karşı su kaynaklarını verimli kullanmak, su hasadı yapmak, az su tüketen sulama sistemlerini yaygınlaştırmak, tarımda kuraklığa dayanıklı türler kullanmak ya da kuraklığa dayanıklı genotipler geliştirmek,
- İçme suyu havzalarında her türlü yapılaşmayı ve kirlenmeyi engellemek,
- İklim değişikliğine hassas tarım alanlarının ya da ısınma sonucunda yılda iki ürün alınabilecek belirlenerek buraların korunmasını sağlamak,
- Hidrometeorolojik afetlerden etkilenen tarım alanlarını korumak için rüzgâr perdeleri tesis etmek, ürünleri örtü ile korumak gibi önlemleri uygulamaya koymak, çiftçiye bu önlemler konusunda destek olmak,
- Art arda yaşanabilecek kurak dönemler için birkaç yıllık tahıl stoku yapmak,
- İhtiyaç fazlası tarımsal üretim yapılmasını engellemek için ürün planlaması yapmak,
- Hayvancılığı geliştirmek için meraların ıslahını sağlamak, yem bitkileri üretimini ve ahır hayvancılığını teşvik etmek,
- İklim değişikliğine bağlı olarak ekim zamanları da değişeceğinden çiftçiyi bu konuda bilinçlendirmek,
- Beklenen iklim değişiklikleri de dikkate alınarak afet risk haritaları hazırlamak ve riskli alanların yapılaşmaya açılmasını engellemek,
- Kıyılardaki yapılaşmalarda (kıyı doldurarak yapılan havaalanları, Karadeniz sahil otoyolu gibi) deniz seviyesinin yükseleceğini, ısınmaya bağlı olarak kıyılarda rüzgâr, buharlaşma, yağış, sis gibi meteorolojik olayların değişeceğini dikkate almak,
- Turizm tesisi izinlerinde bina yalıtımına önem vermek, yoğun klima kullanımı sonucunda elektrik kesintileri yaşanması ihtimaline karşı tesislerin kendi enerjisini üretmesini teşvik etmek,
- Kış turizmi izinlerinde düşük yükseltili alanlarda tesis yapılmasından kaçınılmasını sağlamak, izinlerde kendi elektriğini üretmek ve su kaynaklarına zarar vermemek koşuluyla yapay karlama sistemlerini planlamaya dâhil etmek,
- Dere yataklarının ıslah adı altında beton yataklara alınması yerine, havzalarındaki yüzeysel akışı azaltacak, suyun toprağa sızmasını sağlayacak, derelerin denize döküldüğü yerlerde akışını engellemeyecek önlemler almak,
- Doğal orman alanlarını korumak, parçalanmış habitatları ekolojik koridorlarla birbirine bağlamak, özel orman kurmayı teşvik etmek,
- Kentlerde yol kenarlarındaki ve parklardaki sağlığı bozulmuş ve devrilme riski olan ağaçların yerine yenilerini dikmek,
- İstilacı türlerin yayılmasını engellemek için karantina önlemleri almak,
- Sıcak hava dalgalarında çalışma saatlerini değiştirmek.”
Türkiye için Düşük Karbonlu Kalkınma Yolları ve Öncelikleri
Ayrıca WWF Türkiye ve İstanbul Politikalar Merkezi’nin hazırladığı “Türkiye için Düşük Karbonlu Kalkınma Yolları ve Öncelikleri Raporu”nda, konuyla ilgili olarak aşağıdaki ifadelere yer verilmiştir:
“Bilim insanları ve karar vericiler, iklim değişikliğinin insanoğlunun karşılaştığı en büyük sorun olduğu konusunda hemfikir. 2015 yılının Aralık ayında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (BMİDÇS) taraf 195 ülke ve Avrupa Birliği Paris’te toplanacak ve 2020’den sonra Kyoto Protokolü’nün yerini alması beklenen yeni iklim sözleşmesini müzakere edecek. Birleşmiş Milletler, Paris’teki BMİDÇS 21. Taraflar Konferansı (COP21) öncesinde her ülkeden, yerkürenin ortalama sıcaklığındaki artışın 2°C’nin altında kalması hedefine ulaşmak, ekosistemleri ve toplumları iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerinden korumak için yapacakları katkıları belirtmeye davet etti. Ülkelerin bu katkıları, sera gazı emisyonlarının artışındaki tarihsel sorumlulukları ve mevcut kapasitelerine göre yapması bekleniyor. Bu analiz, iklim değişikliğiyle mücadele için ulusal katkısını belirlemeye çalışan Türkiye’nin yanıt bulması gereken üç kritik soruyu gündeme getiriyor: Türkiye’nin 2°C hedefi kapsamında üzerine düşen sorumluluk ve belirlemesi gereken emisyon azaltım hedefi ne olabilir? Gerekli emisyon azaltımını gerçekleştirebilmek için nasıl bir politikalar paketi uygulanabilir? Söz konusu politikaların makroekonomik göstergeler üzerinde nasıl bir etkisi olabilir? Bunları uygulamanın ve uygulamamanın maliyeti nedir? İklim değişikliğinin yıkıcı etkilerinden korunmak için küresel karbon emisyonlarının 2.900 GtCO2’yi aşmaması gerekiyor. Buna küresel karbon bütçesi adı veriliyor. Bu bütçenin 1.900 GtCO2’si, yani yüzde 65’i 2011 yılı itibarıyla tüketildi. Mevcut emisyon artışı eğilimi devam ederse kalan 1.000 GtCO2 de 2050 yılından önce atmosfere salınacak. 2°C hedefini tutturmak için 2055-2070 arasında net karbon emisyonlarının, 2080-2100 yılları arasında net sera gazı emisyonlarının sıfırlanması gerekiyor. Türkiye’nin kalan karbon bütçesindeki payı bu çalışmada “asgari tarihsel sorumluluk” ve “azami gelişme ihtiyacı” üzerinden belirlendi. Buna göre, Türkiye’nin 2°C hedefi çerçevesinde üzerine düşen sorumluluğu yerine getirebilmesi için, 2030 yılına kadar toplam karbon emisyonlarında, referans senaryoya göre 2.980 MtCO2 oranında azaltım yapması gerekiyor. Mevcut öngörülere göre, Türkiye’nin 2013 yılında 363 MtCO2 olarak gerçekleşen CO2 emisyonlarının 2030 yılında yüksek büyüme tahminlerine göre 851 milyon tona, gerçekçi büyüme tahminlerine göreyse 659 milyon tona çıkacağı öngörülüyor. Bu çalışmada yüksek büyüme tahminleri Resmi Politikalar Senaryosu, daha gerçekçi büyüme tahminleri ise Baz Patika Senaryosu altında değerlendiriliyor. Türkiye’nin 2°C hedefi içinde payına düşen sorumluluğu yerine getirebilmesi için yıllık CO2 emisyonlarının 2020’ye kadar 390 MtCO2 düzeyinde zirve noktaya ulaşması, bu tarihten sonra da kademeli bir düşüşle, 2030 yılında 340 MtCO2 seviyesine (2010 yılı değerine) geri çekilmesi gerekiyor. Türkiye’nin 2°C hedefi çerçevesinde hangi politika araçlarını uygulamaya koyacağı ve bu politika araçlarının olası makroekonomik etkilerinin ne olacağı, iklim politikası açısından yanıt bekleyen kritik sorular arasında yer alıyor. “İklim Politikası Paketi” adı verilen senaryo dahilinde üç ana politika aracı belirlendi: -Karbon vergisi toplanması. -Bu vergilerin yenilenebilir yatırım fonu vasıtasıyla yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretmek için kullanılması. -Enerji verimliliğinde otonom (teknolojik gelişmelere ve piyasa şartlarına bağlı, herhangi bir ek verimlilik politikası izlenmeden meydana gelen) artışlar. Bu politika araçları hayata geçirildiği takdirde, 2030 yılında yıllık karbondioksit emisyonları Baz Patika Senaryosu’nun yüzde 23 aşağısında; 506 MtCO2 seviyesinde gerçekleşebilir. Bu sayede, ekonominin karbon emisyonu yoğunluğunda da (yıllık CO2 emisyonu/GSYH) yüzde 20 oranında bir düşüş sağlamak mümkün. İklim Politikası Paketi’ne göre, 2030 yılında karbondioksit emisyonu düzeyinin Resmi Politikalar Senaryosu’nun yüzde 40 aşağısında kalacağı hesaplanıyor. Bu, referans emisyon artış patikası belirlenirken yapılan varsayımların ne kadar kritik olduğunu ortaya koyuyor. Artıştan azaltım hedefi benimseyen ülkelerin katkılarını değerlendirirken, referans senaryodaki emisyon değerinin ne kadar gerçekçi olduğunu göz önüne almak gerekiyor.
İklim Politikası Paketi, enerji kaynaklarının kullanım oranlarında doğalgaz ve kömürden, güneş ve rüzgâra doğru kayda değer bir geçişi dikkate alıyor. Bu geçiş ile referans senaryoya göre kömür ithalatında yüzde 25, doğalgaz ithalatında ise yüzde 35 oranında düşüş sağlanacağı öngörülüyor. Yukarıda belirtilen kazanımların bir maliyeti var. Model sonuçlarına göre, politika paketi sonucunda 2020’ye kadar olan dönemde GSYH artışı yüzde 4 yerine yüzde 3,3 düzeyinde gerçekleşecek. 2025 yılından sonra ise İklim Politikası Paketi ve referans senaryodaki büyüme hızları arasındaki farkın azalacağı, 2030 yılında bu farkın yok olacağı öngörülüyor. Model sonuçları, GSYH’deki artış hızındaki düşüşe paralel bir şekilde istihdam rakamlarında da bir düşüşe işaret ediyor. İyi tasarlanmış sosyal politika paketleriyle GSYH dağılımını düzenlemek ve istihdamdaki dalgalanmayı yöneterek bu etkileri en aza indirmek mümkün olabilir. Analiz, 1 kg CO2’yi azaltmanın maliyetinin 7 ila 23 sent (ABD Doları) aralığında seyredeceğini gösteriyor. Toplam GSYH’nin yüzde 1,2’sine tekabül eden bir vergi yükü ile CO2 emisyonlarında referans senaryoya göre yüzde 25’e varan oranlarda azaltım sağlanabileceği göz önüne alınırsa, bu maliyetin düşük olduğu iddia edilebilir. Bu maliyetin, enerji sisteminde ithal kömür ve gaza bağımlılığı azaltacak, fosil yakıtlardan yenilenebilir yerli kaynaklara geçişi hızlandıracak bir yapısal değişim için oldukça makul bir düzeyde olduğu söylenebilir. “İklim Politikası Paketi” ile karbon emisyonlarını, referans senaryoya göre toplam 1.965 MTCO2 düzeyinde azaltmak mümkün olabiliyor. Başka bir deyişle, 2°C hedefi çerçevesinde Türkiye’ye düşen adil emisyon azaltım payının üçte ikisi, 2030 yılına kadar bu politika önlemleri ile gerçekleştirilebiliyor. “İklim Politikası Paketi”nde yer alan politika araçları, 2020 yılına kadar emisyon seyrini 2°C hedefiyle paralel bir yörüngede tutmak için yeterli. 2°C hedefine ulaşabilmek için emisyonların 2020 civarında “zirve nokta”ya ulaşması, sonra düşüş eğilimine geçmesi gerekiyor. Bu hedefi tam olarak yakalayabilmek için başka politika önlemleri ve uygulamalarının da hayata geçirilmesi şart. Bunun için endüstri, ulaştırma, atık yönetimi ve enerji verimliliği gibi alanlarda, sektörel bazda analiz ve çalışmalar yapılmalı. Türkiye’nin yeni iklim rejimindeki yeri ve etkisi, açıklanacak emisyon azaltım hedefinin yanı sıra ulusal ve yerel ölçekte uygulamaya koyacağı iklim değişikliğiyle mücadele ve iklim değişikliğine uyum politikaları tarafından belirlenecek. Bu çerçevede, azaltım ve uyum politikalarının bütüncül bir yaklaşımla ele alınması şart. Olası bir karbon vergisi ile toplanacak gelirin bir kısmının, yerel düzeyde iklim değişikliğine karşı kırılganlığın azaltılması için kullanılması gibi araçlar, bu bütünlüğün sağlanmasına katkıda bulunabilir. İklim finansmanı, İklim Politikası Paketi’ndeki politika araçları arasında yer almıyor. Yeni uluslararası iklim rejiminde Türkiye’nin emisyon azaltım hedeflerini gerçekleştirmek için uluslararası iklim finansmanından yararlanması halinde, emisyon azaltımının ekonomi üzerindeki olumsuz etkisinin hafiflemesi söz konusu olabilir. Bilim insanları, sera gazı emisyonlarının azaltılması için derhal alınacak önlemlerin, gerek iklim değişikliğinin neden olması öngörülen yıkıcı etkilerinin, gerekse ekonomik zararın önlenmesi açısından yaşamsal olduğunu öne sürüyor. Analizin sonuçlarına göre erken harekete geçmek, Türkiye için de kilit öneme sahip. Türkiye “İklim Politikası Paketi”nde yer alan emisyon azaltımı tedbirlerini hayata geçirmeyi 2020 yılına kadar ertelerse, 2°C hedefi çerçevesindeki sorumluluğunu yerine getirmek için 2024 yılından sonra “eksi” büyüme oranlarıyla karşı karşıya kalabilir. Öte yandan emisyon azaltım politikalarının hemen devreye girmesiyle, milli gelirin artış hızında bir miktar düşüş yaşansa da, ekonomik büyümeyi muhafaza etmek mümkün. Bu da “yeşil büyüme” yaklaşımının Türkiye için de geçerli ve uygulanabilir olduğu şeklinde yorumlanabilir.”
(Raporun tamamına şu adresten erişebilirsiniz: http://awsassets.wwftr.panda.org/downloads/20151007_turkiye_icin_duuk_karbonlu_kalknma_yollar_ve_oncelikleri_rapor.pdf)