Geleceğimizin En Büyük Tehdidi: İklim Krizi
Dünya Meteoroloji Örgütü’ne (WMO) göre 2020, tarihteki en sıcak üç yıldan biri olma yolunda. WMO, dünyayı etkisi altına alan COVID-19 salgınına rağmen sera gazının arttığına dikkat çekiyor. Küresel iklim krizi, pandemi sebebiyle 2020 yılında yeterince vurgulanmamış olsa da yapılan araştırmalar ve ortaya konulan veriler, durumun vahametini gözler önüne serer nitelikte…
WMO’nun Küresel İklimin Durumu 2020 yıllık raporunda, dünyanın ısındığına dair işaretler; aşırı kuraklık, büyük kasırgalar, buzulların erimesi, Asya ve Afrika’da aşırı yağışlar ve seller ile aşırı sıcak dalgaları olarak sıralanıyor. Sibirya Arktikinde bu yıl sıcaklıklar ortalamanın 5 derece üzerinde seyrediyor. WMO Genel Sekreteri Prof. Petteri Taalas “Kara, deniz ve özellikle Arktik’te yeni aşırı sıcaklıklar gördük. Avustralya’da, Sibirya’da, ABD’nin batı kıyısında ve Güney Amerika’da yangınlar büyük alanları yok etti, duman bulutları dünyanın etrafında dolaşıyor” diyor.
Koronavirüs salgını nedeniyle dünyada birçok ülkede yürürlüğe giren sosyal ve ekonomik hayata yönelik kısıtlamaların sera gazında geçici olarak azalma sağladığına değinilen raporda, Grönland ve Antarktika’daki buzul tabakalarının erimesi nedeniyle deniz seviyesinin yükselme oranının arttığına da dikkat çekildi. Okyanusların yüzde 80'inin en az bir kez sıcak dalgasına maruz kaldığı, yüzde 43’ünün ise güçlü olarak tanımlanan sıcak dalgalarına maruz kaldığı belirtiliyor. 2019 yılında en yüksek okyanus sıcaklığı yaşandı.
Küresel ısınmanın aşısı ya da ilacı yok
Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri Federasyonu (IFRC), iklim değişikliği bağlantılı afetlerin sayısının giderek arttığına dikkat çekerek “Küresel ısınmaya karşı aşı yok” uyarısı yaptı. IFRC, iklim değişikliğinin etkileri ile ilgili yayımladığı raporda, iklim değişikliğinin koronavirüsten daha büyük bir tehdit oluşturduğuna ve aynı hızda mücadele gerektirdiğine vurgu yaptı. IFRC, Dünya Sağlık Örgütü’nün koronavirüsü pandemi ilan ettiği Mart ayından bu yana dünyada 100’den fazla doğal afet meydana geldiğine ve bu afetlerden 50 milyonu aşkın insanın etkilendiğine dikkat çekti. İklim değişikliği ve hava koşullarına bağlı afetlerin sayısının 1990’lı yıllara göre yüzde 35 oranında arttığına işaret edilen raporda, sadece 2019 yılında dünyada kaydedilen 308 doğal afetin yüzde 77’lik bölümünün iklim ya da hava koşulları kaynaklı olduğu, bu afetlerde 24 bin 400 insanın yaşamını yitirdiği belirtildi. IFRC, “uzun vadede tüm insanlığı tehdit eden bu tehlikeye karşı gerekli acilen hareket edilmesi” çağrısı yaparak, önümüzdeki on yılda gelişmekte olan 50 ülkeye iklim değişikliğinin etkileriyle başa çıkabilmelerinde yardım edebilmek için 50 milyar dolarlık kaynağa ihtiyaç olduğunu vurguladı.
Dünyanın akciğerleri Amazonlar’da da durum kritik
Yeryüzündeki oksijenin yüzde 20’sini sağlayan, “Dünyanın akciğerleri” olarak adlandırılan Amazon Yağmur Ormanları yılda bir milyar tondan fazla atmosferik karbonun salımını önlüyor. Dünyadaki hayvan ve bitki türlerinin de yüzde 10’unu barındıran Amazonlar, sekiz ayrı Güney Amerika ülkesinde yaşayan 400’den fazla yerli kabileye ev sahipliği yapıyor. Fakat Amazonlar’da da ormansızlaşma tüm hızıyla devam ediyor. Brezilya Ulusal Uzay Araştırmaları Enstitüsü (INPE) verilerine göre, 2019’un Ağustos ayından bu yılın Temmuz ayına kadar ormansızlaşma oranında, önceki 12 aylık döneme göre yüzde 34 artış oldu. Uzmanlar, yangınların dünyanın en büyük yağmur ormanını kritik bir eşiğe doğru ittiğini, bu eşik geçilirse ormanın hayatta kalmak için yeterli yağış oluşturmayı bırakacağını ve yaklaşık üçte ikisinin geri dönüşü olmayan bir tropikal savanaya dönüşmeye başlayacağı değerlendirmesinde bulunuyor.
Amazonlar’da etkili olan yangınlar sebebiyle, Brezilya hükümetinin yağmur ormanlarını korumadaki yetersizliği veya isteksizliğine karşı tepkiler de büyüyor. Bazı sivil toplum kuruluşları, Amazonlar’daki orman tahribatının artmasında Devlet Başkanı Bolsonaro liderliğindeki hükümetin yasa dışı çiftçilik ve madencilikle mücadeleyi azaltmasının yanı sıra korunan alanlarda uygulanan para cezaları ile ekipmanın imha edilmesi gibi tedbirleri ihmal etmesinin rol oynadığını belirtiyor. Bolsonaro, devlet başkanı seçiminden önce Amazonlar’ın korunmasının ülke ekonomisinin gelişimine engel olduğunu belirterek, bu alanı ticari kullanıma açma sözü vermişti. 1 Ocak 2019’da göreve başlayan Bolsonaro, iktidarı süresince Amazon Ormanları’nı korumakla görevli çevre ve yerli hakları ajanslarının bütçesinde yüzde 25, orman yangınlarını önlemek için ayrılan bütçede yüzde 23 kesintiye gitmişti. Brezilya Devlet Başkanı Jair Bolsonaro, bu yıl yangınları kontrol altına alma sözü verdi. Yangınların önüne geçmek için birtakım önlemler alan Bolsonaro, Amazon bölgesinde 4 aylık ateş yakma yasağı getirirken, alevlerle mücadele için orduyu görevlendirdi.
Tüketim çılgınlığı daha fazla sera gazına sebep oluyor
Uluslararası yardım kuruluşu Oxfam’ın 1990-2015 yılları arasındaki sera gazı emisyonlarını gelir gruplarına göre mercek altına aldığı araştırmaya göre, dünya nüfusunun yüzde 1’lik en zengin kesimi, yüzde 50’lik yoksul kesimin iki katından fazla sera gazı emisyonuna neden oldu. Oxfam, New York’ta BM 75’inci Genel Kurul toplantısı öncesinde açıklanan raporda zengin nüfusun karbondioksit emisyonunun sınırlanması, kamu altyapı yatırımlarının artırılması ve ekonominin iklim dostu önlemlerle yeniden şekillendirilmesi talebinde bulunuldu. Oxfam’ın Almanya şubesinde sosyal eşitsizlikler analisti Ellen Ehmke iklim krizinin felaketlere varan sonuçlarının şimdiden pek çok yerde görülebildiğini belirterek “Bunun sorumlusu, tüketimi teşvik eden, sürekli ekonomik büyüme vadeden ve dünyayı kazananlar-kaybedenler diye bölen politikalardır” değerlendirmesinde bulundu.
İklim göçleri kapıda…
Londra Merkezli Ekonomi ve Barış Enstitüsü’nün yaptığı bir araştırmaya göre ise 2050 yılına kadar dünya genelindeki bir milyardan fazla insanın yaşam alanı tehdit altında. Araştırmaya göre; iklim değişikliği, çatışmalar ve yaşanan huzursuzluklar 2050’ye kadar bir milyardan fazla insanı yaşadığı bölgeyi terk etmeye itebilir. En çok tehlike altındaki noktalar olarak ise Afrika’daki Sahel Kuşağı, Afrika’nın güneyinde yer alan Angola ve Madagaskar gibi ülkeler, Ortadoğu’da Suriye’den Pakistan’a kadar olan bölüm gösteriliyor.
Araştırmayı kaleme alan ekibe göre en büyük tehdidi ise fırtına ve seller, su kıtlığı ve gıda erişimi konusunda yaşanan belirsizlikler oluşturuyor. Uzmanlar bu nedenle büyük göç hareketleri yaşanacağı ve bu durumun özellikle krizler konusunda oldukça güvenli olarak gruplandırılan Avrupa ülkelerini etkileyeceği konusunda uyarıyor.
Küresel ekonominin 23 trilyon dolar zarar etmesi öngörülüyor
Dünya genelinde 1,5 milyar kişi çoraklaşan tarım arazilerinde kıtlık tehdidiyle karşı karşıya. Kuraklık, toprak bozulumu ve çölleşme gibi nedenler yüzünden küresel ekonominin 2050 yılına kadar yaklaşık 23 trilyon dolar zarar etmesi öngörülüyor. Küresel olarak çölleşme, ülke içinde yerlerinden edilmiş kişilerin ve zorunlu göçmenlerin artışına, radikalleşme ve aşırılığa veya hayatta kalmak için kaynaklara dayalı savaşlara neden oluyor. İklim değişikliğinin etkilerinden kaynaklanan aşırı ve değişken hava olayları, özellikle Sahel olarak bilinen Sahra Çölü’nün kuzey bölümündeki yarı kurak kesim ve Güney Asya gibi bölgelerde yoksulluğun daha ciddi boyutlara gelmesine yol açıyor. Afrika’nın kuru bölgelerindeki ve Karayipler ile Pasifik’teki adalarda kırılgan ekosistemler de nüfus artışı ve iklim değişikliği ile karşı karşıya. Topraktan verim alınamaması ve su kıtlığının neden olduğu açlık ve yoksulluk, zorunlu göç ve çatışmalar için zemin oluşturuyor. Önlem alınmaması halinde ise 2050 yılına gelindiğinde 200 milyon kişinin kalıcı olarak yerinden edileceği uyarısı yapılıyor. Bu bağlamda, BM’nin yürüttüğü Afrika Orman Restorasyon Girişimi kapsamında, 2030 yılına kadar 100 milyon hektar bozulan ve deforme olan arazinin rehabilite edilmesi hedefleniyor.
Kutup ayılarının nesli 80 yıl içinde tükenebilir
“Nature Climate Change” dergisinde yayımlanan bir başka araştırmada, artan sıcaklıklar nedeniyle doğada sayıları 25 bine kadar gerileyen kutup ayılarının yiyecek bulmakta giderek zorlandıklarına, gövde ağırlığı azalan ayıların kış aylarına dayanmakta giderek daha fazla zorluk çektiğine işaret ediliyor. Kuzey Kutbu’ndaki buz kütlesinin azalmasıyla ayıların fok balığı avlayabilecekleri zaman dilimi de daralıyor. Pek çok bölgede bu durumun şimdiden görülebildiğini belirten araştırmacılar, gözlemlenen 13 kutup ayısı popülasyonundan 12’sinin önümüzdeki 80 yılı geride bırakmayı başaramayacağı öngörüsünde bulundu.
Peki Türkiye’de durum ne?
Türkiye, her yıl tüm Avrupa ülkelerinin kaybettiği toprak miktarının yaklaşık üçte ikisini kaybediyor. Uzmanlar hatalı toprak kullanımının verimi düşürüp, araziyi çoraklaştırdığını söylüyor.
Türkiye Erozyonla Mücadele Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı’na (TEMA) göre, dünya genelinde her yıl 25 milyar ton verimli toprak erozyon sonucu yok oluyor. Dünyada 2,7 milyar insan çölleşme tehdidi altında. 2050’de bu sayının dört milyara ulaşması bekleniyor. Türkiye’de de kuraklık ve çölleşme konusunda durum hiç iç açıcı değil. Türkiye’de çöl yok ancak özellikle Konya ve Iğdır ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi çölleşme tehlikesi altında.
Türkiye’de kuraklık ve çölleşme ile mücadele amacıyla 2011 yılında Tarım ve Orman Bakanlığı bünyesinde Çölleşme ve Erozyonla Mücadele Genel Müdürlüğü (ÇEM) kuruldu. Erzurum Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Taşkın Öztaş’a göre ülkenin yüzde 80’inde erozyon riski var. Ancak İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi çölleşme konusunda büyük risk altında. Arazi bozulmasının en önemli sebeplerinin başında insan hatalarının olduğunu kaydeden Öztaş, DW’ye yaptığı açıklamada bu hataları şöyle sıralıyor: Arazinin yanlış kullanımı, Toprağın eğime paralel sürülmesi, Toprağın sıkışmasına engel olunması, Tarım alanlarında yanlış seçimler, Aşırı otlatma, Doğanın kirletilmesi, Aşırı kimyasal gübre kullanımı ve Bitki artıklarının (anız) yakılması. Prof. Öztaş’ın verdiği bilgiye göre, Türkiye’de arazi kullanımı için yeni bir hedef konuldu. Her yıl bozulan arazi miktarı kadar rehabilitasyon programları ile en az o kadar arazi kazandırılması amaçlanıyor. Ancak buna rağmen yılda 168 milyon ton toprak kaybı yaşanıyor. Avrupa ülkeleri arasında kıtasal ölçekte kaydedilen toprak kaybı ise 300 milyon ton. Bu da Türkiye’nin her yıl tek başına neredeyse tüm Avrupa’da kaybedilen toprağın üçte ikisini kaybettiği anlamına geliyor.
Prof. Dr. Doğanay Tolunay: “Felaket senaryosu çizmek istemem ama gidişatımız hiç iyi değil”
Meteoroloji Genel Müdürlüğü (MGM) verilerine göre ülke genelinde eylül ve ekim ayları son 50 yılın en sıcak ayları oldu. Bu iki ayda ülke genelinde olağanüstü ve çok şiddetli kuraklık yaşandı, birçok kentte sıcaklık rekorları kırıldı. Ülkenin dört bir yanındaki göller kurudu, İstanbul’da barajların doluluk oranı yüzde 25’in altına düştü. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay, Cumhuriyet Gazetesine verdiği bir röportajda şunları söylüyor: “Ülkemizin önemli bir bölümünde Mayıs ayından itibaren yağışlarda önemli miktarda azalma oldu. Aşırı sıcak bir yaz geçirdik. Ülkemizde ekim ayının uzun yıllar ortalama sıcaklığı 15.2 derece iken MGM, 2020 Ekim ayı ortalama sıcaklığını ülke geneli için 18.4 derece olarak açıkladı. Eylül ayında 93, Ekim ayında ise 33 istasyonda sıcaklık rekorları kırıldı. Ülkemizin batı bölümleri hariç üçte ikisinde kuraklık yaşandığını görüyoruz. Doğu ve Güneydoğu bölgeleri ile Doğu Akdeniz, Orta Karadeniz ve İç Anadolu Bölgesi’nin doğusunda kuraklıklar daha şiddetli. Bu kuraklık orman yangınları gibi birçok olumsuz etkiye sebep oluyor. Kuraklığın çok şiddetli olmadığı batı bölgelerimizdeki illerde dahi içme suyu kaynakları oldukça azaldı. İzmir’in su ihtiyacını karşılayan Tahtalı Barajı’ndaki su seviyesi ciddi oranda düştü. İstanbul’daki Sazlıdere, Pabuçdere ve Kazandere barajlarında doluluk oranı yüzde 6 civarında. Pandemi döneminde su tüketiminin de arttığı dikkate alındığında acilen su yönetimi konusunda önlemler alınması gerektiğini düşünüyorum.” Tolunay, sözlerini şöyle tamamlıyor: “Şu anda kuraklıktan bahsediyoruz ama belki birkaç hafta içinde sağanak yağışlar, sel ve taşkınlarla da karşılaşacağız. Felaket senaryosu çizmek istemem ama gidişatımız hiç iyi değil. İçinde yaşadığımız doğanın bir parçası olduğumuz gerçeğini hatırlayıp doğayla uyumlu olarak yaşamaya başlamazsak çok daha fazla afetle karşılaşacağız.”
Koronavirüs, iklim krizini geçici olarak gündemden düşürdü. Ancak görünen o ki, salgından sonra dünyanın geleceğinin ve yaşamın en büyük tehdidi olan iklim değişikliği meselesi uzun yıllar gündemdeki yerini ve önemini koruyacak.
Kaynaklar
https://www.trthaber.com
https://www.dw.com
https://www.cumhuriyet.com.tr
https://www.hurriyet.com.tr