Yanlış olan, kârlı da olsa yanlıştır ve yapılmamalıdır...
Mühendislik tarafım biraz genetik diyebilirim…
Çilingiroğlu Mühendislik binası, benim çocukluğumun geçtiği ev. Şirket olarak büyümeye ihtiyacımız vardı; binayı değerlendirmek istedik. Binanın tapu kaydı 1930 yılına ait. Babam burayı 1963 yılında Demokrat Parti’li bir milletvekilinden almış. Binanın alt katında yer alan salon; Celal Bayar, Adnan Menderes gibi dönemin ünlü politikacılarını da ağırlamış. Binanın tarihi değerinden ve elbette şahsen duygusal bir bağım olmasından ötürü binayı kaybetmeyi hiç istemedim. Bugün de keyifle çalıştığımız bir şirket olarak kullanıyoruz.
Çilingiroğlu Mühendislik binası, benim çocukluğumun geçtiği ev. Şirket olarak büyümeye ihtiyacımız vardı; binayı değerlendirmek istedik. Binanın tapu kaydı 1930 yılına ait. Babam burayı 1963 yılında Demokrat Parti’li bir milletvekilinden almış. Binanın alt katında yer alan salon; Celal Bayar, Adnan Menderes gibi dönemin ünlü politikacılarını da ağırlamış. Binanın tarihi değerinden ve elbette şahsen duygusal bir bağım olmasından ötürü binayı kaybetmeyi hiç istemedim. Bugün de keyifle çalıştığımız bir şirket olarak kullanıyoruz.
Mühendislik tarafım, biraz genetik denilebilir… Babam Kevork Çilingiroğlu, 1950 yılında makine yüksek mühendisi olarak Teknik Üniversite’den mezun olmuş ve mesleğini yapmaya başlamış. Babamın hocaları, 2. Dünya Savaşı döneminde Almanya’dan kaçan Musevi kökenli profesörlermiş. Onların yetiştirdiği bir nesilden söz ediyoruz…Türkiye’de mühendislik anlamında bir dönüm noktası, Batı ilminin ülkemize girişi gibi düşünülebilir o dönem. Daha sonra zaten babamın sınıf arkadaşları benim hocalarım oldular. Babam mezun olduktan dört yıl sonra “Kevork Çilingiroğlu Mühendislik Bürosu” adı ile kendi bürosunu kurmuş. İlk olarak Teknik Üniversite Maçka Kampüsü’nde çalışmalar yapmış. Ama ilk büyük projesi, 1960’lı yıllarda Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nin (ODTÜ) mekanik tesisat işidir. Bu projede dönemin tanınmış mimarlarından Sayın Behruz Çinici ile çalışmışlar. Ardından çok sayıda proje üst üste gelmiş; fabrikalar, oteller, iş merkezleri gibi… Akmerkez, Sabancı Center gibi projelerde de yine babamın imzası bulunuyor. Ben 1980 yılında Teknik Üniversite’ye girdim. Üniversitede öğrenciyken yazları gelip babamın yanında çalışıyordum. O dönem bilgisayar yoktu. Isı kayıp kazanç hesaplarını ve bunlara ait raporları elle yazıyorduk. O zaman mühendislik hesapları kısmında değil daha çok çizim kısmında çalışırdım. Ama elbette mühendislik kısmı kanıma bulaşmıştı bir kere. Daha sonra da yolumu bu yönde çizdim. Benim kendimce en çok istediğim, Çilingiroğlu Mühendislik’ i oğullarımın devralması. Çünkü harcanan emeğin boşa gitmesi üzücü olur. Dilerim oğullarım da bu alanda kendilerini geliştirmek ister ve Çilingiroğlu Mühendislik ileride yoluna üçüncü nesil ile devam eder…
Kevork Çilingiroğlu’nun oğlu olmak…
Baba-oğul çalışmak aslında çok zordur. Özellikle mimarsanız anlaşmak daha da zor olacaktır; çünkü mimarlık bir bakış açısıdır, yoruma açıktır. Mühendislik ise matematiksel hesaplara dayanır ve doğruları nettir. Bu nedenle biz baba-oğul çalışmak konusunda zorlanmadık. Çünkü ikimiz için de iki kere iki dört ediyordu. Babam ile çalışırken en çok zorlandığım konu; “Kevork Çilingiroğlu’nun oğlu” olmaktı. Bu duruma bugün “gençlik, acemilik” diyebilirim elbette ama o yaşlarda çok zor geliyordu. Başarılarınızın hep “Kevork Çilingiroğlu’nun oğlu” olmanıza bağlanması… Elbette bunun ne kadar kıymetli olduğunu zamanla anlıyorsunuz. Öyle kıymetli tecrübeleri birinci ağızdan öğrenebiliyorsunuz ki, edindiğiniz bilgiler sizi bir anda rakiplerinizden on yıl daha ileriye taşıyıveriyor. Bu, hiçbir şekilde para ile satın alınabilecek bir değer değil…
Babam sıfırdan başladı; tırnaklarıyla kazıyarak geldi bulunduğu yere. Bense onun çabaları sayesinde pek çok konuda hazıra kondum diyebilirim. Öte yandan öyle bir ismin oğlu olarak girdim ki sektöre başarısızlık şansım yoktu. Kevork Çilingiroğlu’na layık olabilmek için her işte çok titiz çalışmak zorundaydım; yoksa babamın isminin bana yüklediği sorumluluğun hakkını veremezdim. Yani aslında gençken beni bu kadar zorlayan isim, bugün gurur duyduğum ve kendimi çok şanslı hissettiren isimdir. 2008 yılında yanılmıyorsam; TTMD’ nin düzenlediği “Duayenlerle Söyleşi” toplantısında, dönemin TTMD Başkanı Sayın Cafer Ünlü, babamı kürsüye çağırırken “Sarven Çilingiroğlu’nun babası” olarak takdim etti. O gün derin bir nefes aldım ve demek ki doğru işler yapmışım dedim kendi kendime…
Babam, sektörün hangi yönde ilerlediğini takip ederek beni de o tarafa doğru ustalıkla yönlendirdi
Babam ilk bilgisayarımı bana üniversite 3. sınıftayken almıştı. O zamanın bilgisayarları küçük Commodore’ lardı. Bu bilgisayarlar ile program hazırlardık. Ben ilk ısı kayıp-kazanç hesaplarımı orada yapmaya başladım. Böylece ilk mühendislik hesaplarını da orada yapmaya başladım. Bugünden bakılınca elbette çok yetersiz programlardı ama o zaman oldukça heyecan vericiydi… Master yaptığım 1986 yılında ise yine babamın yönlendirmesi ile Honeywell’ de yarı zamanlı çalışmaya başladım. Rahmetli Ünver Eğrikavuk’ un kurduğu Ontrol firması, o zaman Honeywell’ in temsilcisiydi. Bu alandaki uzman arkadaşlarımızın çoğunu da kendileri yetiştirmiştir. Orada bina otomasyonunu öğrendim. Babam bana hiç belli etmeden, sektörün hangi yönde ilerlediğini takip ederek beni de o tarafa doğru ustalıkla yönlendirdi. Bu konuda da bendeki emeği büyüktür. Bugün cihaz seçimlerini ve yerlerini otomasyon firmasına bırakmak yerine kendi tasarladığınız sistemde hangi ürünün nerede durması gerektiğine sizin karar verebiliyor olmanız çok büyük avantaj. Neticede sistemi siz tasarlıyorsunuz; dolayısıyla hangi noktada hangi ürüne ihtiyacınız olduğuna sizin karar vermeniz çok daha doğru. Mesela free coolingte çalışacak karışımlı bir klima santralinin entalpi kontrolünü değerlendirdiğimizde, iç ortamın entalpisi yüksekse ve dış havanın entalpisi daha düşükse, tamamen dış havayı içeri alıp karışımı kapatarak bedava soğutmaya geçebilirsiniz. Bu soğutma yükünü çok ciddi oranda düşürür. Ama bunun için sensörün bulunduğu yer önemlidir. Mesela otomasyon firması sensörü dönüş kanalına koyar, odanın entalpisini ölçer. Halbuki doğru ölçüm noktası, dönüş fanından sonraki bölümdür çünkü dönüş fanı motoru da karışıma dahil olacak havaya ısısını aktarır. Otomasyon firmalarında çalışan arkadaşlarımız eğer tasarımcı kökenli değillerse bu ayrıntıyı bilemezler. Bu ve benzeri sebeplerle ben, çalıştığım projelerde bu konuya dahil oldum.
Verimli sistemlerle gelen ödüller…
Honeywell’ deki yarı zamanlı çalışmamın akabinde babam bana İngiltere’de York firmasının fabrikasında ısı geri kazanımlı ısı pompası üzerine bir staj ayarladı. Bunun çok faydasını gördüm. 2007 yılında Meydan AVM’ de toprak kaynaklı ısı pompası uygulaması yaptık. Dünyanın 6. Büyük toprak kaynaklı ısı pompası uygulamasıydı bu. Oldukça dikkat çekici bir proje oldu. Özellikle verimlilik ve çevreye saygı konularında çok sayıda ödül aldı. Yaklaşık 3500 kW soğutma kapasitesinden bahsediyoruz ve biz bu ihtiyacı tamamen toprak kaynaklı ısı pompası ile çözdük. Sistemin sürekliliğini sağlamak ve toprağın ısısını sabit tutabilmek için bir simülasyon yaptık; senelik ısıtma ve soğutma kapasitelerinin dağılımını hesaplayıp sistemi buna göre kurduk. Sıcak su üretimi için AVM’ deki Real Hipermarket’ in derin dondurucularının ürettiği ısıyı kullandık. Kış aylarında bu atık ısıyı, ısıtma sisteminde de kullandık böylece kazan kullanmadan ısıtma konusunu da çözmüş olduk üstelik emisyon söz konusu olmadan. Sistemi olduğu gibi dönüşümler ve çevrimlerle kurduk ve maksimum verimliliği hedefledik. Bu konuda başarılı da olduk ve proje ilk olarak AB Çevreye Saygı Ödülü’nü kazandı. Ardından en iyi tasarım ödülü geldi. ICSC Best of the Best ödülü ile "En Çevreci Alışveriş Merkezi" ünvanını aldı. Bunun gibi toplam 10 ödül aldı.
En son Tarsus’ta bir AVM yaptık. O projede de atrium bölgesinde doğal havalandırma kullandık. Bütün atriumu klima santrali kullanmadan doğal havalandırma yöntemi ile havalandırdık. Aynı zamanda gece havalandırmasını kullanarak soğutmaya katkıda bulunduk. Bu sayede yaklaşık 160 bin Euro’ya yakın ilk yatırımdan tasarruf elde edildi. Ayrıca işletmede de yıllık 50 bin Euro civarında tasarruf sağladık. Bu projeyi 2010 yılında TTMD’ nin İstanbul'da gerçekleştirdiği "Uluslararası Enerji Etkin Binalar " sempozyumunda sektörümüzle paylaşmıştım. Son dönemde ise Akbatı, Ümraniye Crown Plaza Ülker Arena, Akasya AVM gibi önemli projeleri tamamladık. İnönü Stadyumu, yeni yapılacak Çamlıca kulesi, Tekfen-Rönesans ortaklığındaki İzmir Bayraklı Karma Yaşam projeleri de üzerinde çalıştığımız projeler.
Bilfiil çalıştığım ilk büyük proje ise, 1994’te Sultanahmet’teki Four Seasons Otel projesi oldu. Bu dönemde babamın sağlık problemleri oldu, projeyi ben devraldım. Elbette bu projeden önce de ben Mersin’de birkaç otel projesinde çalıştım. Ciddi anlamda tecrübe kazandığım ilk proje Four Seasons Otel’ i diyebilirim.
Yatırımcının bakış açısı çok önemli
Biz elbette mümkün olduğunca verimli sistemler kurmayı istiyoruz ama burada yatırımcının bakış açısı çok önemli. Mesela yatırımın geri ödeme süreleri 10 sene ve üzerinde olan sistemleri yatırımcıya kabul ettirmek pek mümkün olmuyor. Yine de elimizden geldiğince kurduğumuz sistemlerde verimliliği ön planda tutmaya çalışıyoruz. Bazı projelerde yatırımcı ile karşı karşıya geldiğimiz durumlar da oluyor. Mesela 2006 yılında (yönetmelikten önce) yüksek bir binada (100 metrenin üzerinde), ısıtma sisteminde merkezi sistem kurmamız gerektiğini; bunun hem daha verimli hem de daha sağlıklı olacağını söyledik fakat yatırımcı kombi kullanılması konusunda ısrar etti. Kombi yapılsa bile bina tamamen bir baca tarlasına döner. Yatırımcı “Ne gerek var bacaya, camdan çıkarın boruyu atık gazı dışarı verin. Biz sorduk, olabilirmiş” dedi. “Bunu birkaç katlı binada yapabilirsiniz elbette ama 100 metredeki rüzgarın etkisini biliyor musunuz?” dedik. Camı açmanız bile mümkün değilken, bacanın oluşturacağı ters basınç, olası bir zehirlenme demek. Biz asla bu projenin altına imza atmayız dedik. Biz size bir yazı gönderelim dediler, “ biz böyle istedik” diye. “Bu sadece iş etiği anlamında değil vicdanen de beni rahatsız eder. Ayrıca o yazı sizi de beni de kurtarmaz. Çünkü bir şey doğruysa doğru, yanlışsa yanlıştır. Ben bunun yanlış olduğunu bile bile yaparsam, yarın orada bir kaza olup da birileri hayatını kaybederse bırakın kanunu yasayı, bunun hesabını ben kendime veremem” dedim. Uzun bir olur-olmaz tartışmasının ardından bu koşullarla projede yer almayacağımızı belirttik. Neticede yatırımcı geri adım attı ve binada merkezi sistem uygulandı.
Hesap verdiğimiz ilk ve en önemli merci vicdanımızdır
Ülkemizde, inşaat sektöründe düzeltilmesi gereken çok önemli hatalar var. Mesela Dünya Bankası projelerinde, önce yangın söndürme tesisatının yapılıp devreye alınmasını isterler. Aksi takdirde krediyi çözmezler. Türkiye’de ise proje bitirilir, uygulama tamamlanır, söndürme tesisatını ise (sprinkler) AVM ve ofis binalarında kiracıların yapmaları beklenir. Oysa bina güvenliği her şeyden önemlidir. Kiralanmayan bölümler var ise buralar depo gibi kullanılır, en çok yangın da buralardan çıkar. Bu bölümlerde tedbir alınmadığı için diğer kiracıların da can ve mal güvenliği tehlikededir. Yanlış olanı söylediğinizde “böyle bir yasa mı var?” deniliyor. Yasaya gerek var mı? Yanlış olanı yapmamanız gerekiyor zaten. Her şeyin çözümünü yasalarda aramamamız gerekiyor. Ülkemizde ne yazık ki en büyük sorunumuz birlikte yaşamayı, başkalarının yaşam hakkına saygı duymayı başaramıyor oluşumuz. Aslında yaşanan sorunların birçok nedenleri var.
York fabrikasında staj yaparken beni önce servis bölümüne aldılar. Böylece cihazların hangi durumlarda arıza yaptığını ve en çok hangi bölgelerinde sorun çıktığını, bütün parçalarını tek tek söke taka öğrendim. Ardından beni ürün geliştirme ve ar-ge bölümüne aldılar. Burada, daha önce parçalarını söküp taktığım ürünün nasıl tasarlandığını, üründen ne beklendiğini ve bu beklentiyi karşılaması için hangi çözümlerin geliştirildiğini öğrendim. En son satış bölümünde çalıştım. Böylece herkesten önce ben, bütün parçaları ile neyi sattığımı biliyordum. Yani ürünü her yönü ile tanıyordum. Türkiye’de ise sistem tam ters yönde işliyor. İnsanlar tanımadığı ürünü satmaya çalışıyor. İş etiği konusunda da kendimizi geliştirmemiz gerekiyor. Her şey para değildir, yanlış olan, kârlı da olsa yanlıştır ve yapılmamalıdır. Bunun için yasaya ya da bir yaptırıma, dayatmaya ihtiyaç duymamalıyız. Vicdanımız her yasanın üzerinde olmalıdır. Vicdanımıza hesabını veremeyeceğimiz hiçbir şeyi yapmamalıyız. Bilgiye gereken değeri vermeli ve gereken saygıyı göstermeliyiz.
Şekilcilikle bir yere varılmaz; sorgulamak her zaman en doğrusudur
Yaptığımız her işi önce mantık süzgecinden geçirmemiz gerektiğini de unutmamalıyız. Ben yaptığım her projede birlikte çalıştığım arkadaşlarıma “muhakkak yapılan her şeyi sorgulayın, ben öyle diyorum diye kabul edip geçmeyin” diyorum. Çünkü bazı durumlarda “yanlış” da sürüp gidebiliyor. Mesela eskiden banyolarda radyatörler duvarda yüksekçe bir yere asılırdı. Bu yıllarca böyle devam etti. Kimse neden diye sormadı. Bunu ilk yapan adamın muhtemelen banyoda radyatörü koyacak yeri yoktu ve bu şekilde idareten bir çözümle işin içinden çıktı. “Moda” olacağını bilse yapar mıydı bilmiyorum ama basitçe düşündüğünüzde bu yanlıştır. Çünkü ısınan hava yükselir. Doğal olarak da siz radyatörü yukarı asarsanız banyoyu ısıtamazsınız.
Eskiden ısıtma devrelerinde pompalar hep dönüş hattına konurmuş. Pompayı dönüşte çalıştırdığınız zaman üst katlarda sistem vakum nedeniyle hava yapar ve ısınma problemleri oluşurdu. (Açık imbisat kabı ile en üst kattaki, radyatör arasındaki yükseklik farkı, pompa basma yüksekliğinden az olduğu zaman bu problem ortaya çıkar.) Babam bunu fark edip projelerinde pompaları gidiş hattına koymuş. Uygulama esnasında işi yapan usta babamın yanına gelip “Kevork Bey, siz bu pompaları gidiş hattına koymuşsunuz, aslında dönüş hattında olması gerekiyor. İsterseniz ben bunları kimseye belli etmeden dönüş hattına bağlayayım” demiş. Babam da “yok ben bilerek yaptım onu” demiş. Bu güzel bir örnek. Aslında şekilcilikten de kurtulmamız, teknolojik gelişmeleri takip etmemiz, kendimizi sürekli geliştirmemiz gerek. Bunun için eğitim sistemimizi de sorgulamamız lazım. Üniversite döneminde hocalarımız derse gelip konuları tahta üzerinde anlatır ve bu anlatılan konular üzerinden sınava girerdik. Amerika’ da okuyan arkadaşlarımızdan öğrendiğime göre, orada hocaları konuları verip, öğrencilere kütüphane çalıştırması yaptırtarak araştırma ve kendi başlarına problemleri çözme becerilerini geliştirirlermiş. Anlaşılmayan konular da danışma saatleri içinde anlatılırmış. Böylece öğrencilere tek başlarına çalışmayı, Literatür takip etmeyi öğretirlermiş. Oysa bizde maalesef öğrenciler hocalarının anlattıkları ile sınırlı kalıyorlar.
Emeğe gereken saygıyı göstermemiz de çok önemli. Ülkemizde malzemeye para veriliyor ama emeğe verilen para gereksizmiş gibi görülüyor. Bu bakış açısından kurtulmamız gerekiyor. Türkiye’deki yatırımcı profili çok farklı. Mesela yurtdışında yatırımcı ile karşı karşıya olmazsınız. Yatırımcının işten anlayan danışmanları ile masaya oturursunuz. Türkiye’de ise işi bilsin bilmesin, doğrudan yatırımcı ile masaya oturuyorsunuz. Bu durumda gelen herhangi bir “neden” sorusuna cevap vermeniz oldukça yorucu oluyor. Çünkü aynı dili konuşmuyorsunuz. Yine altını çizmekte fayda var ki; yurtdışında sigorta şirketleri oldukça etkili (Yangınla ilgili çoğu standartlar sigorta kuruluşları tarafından oluşturulmuştur). Proje aşamasında masaya oturup işin doğru yapılıp yapılmadığını kontrol ediyor ve buna göre sigortalıyorlar. Türkiye’de de sigorta şirketlerinin daha aktif olmaları ve bakış açılarını değiştirmeleri gerekir. Ayrıca Türkiye’de profesyonel meslek sigortası mecburiyeti getirilmelidir. Bütün bu noktalarda biraz daha gelişebilirsek çok daha sağlıklı işler yapılabileceğini düşünüyorum.