Pasiner'lerin başarı dolu 36 yılı
Bugün 36 yılını geride bırakan Pasiner Şirketler Grubu 1960 yılında Selabattin Pasiner tarafından kuruldu. "'3n 17 şirketi bulunan grup, yakın bir gelecekte sermayesinin bir bölümünü borsa kanalı ile halka açmaya rlanıyor. Kuşaktan Kuşağa dizimizin bu bölümünde Pasiner Grubunun 2. Kuşak sahip ve yöneticileri; Volkan Pasiner ve Uğur Pasiner'le başarılı bir holding yapısına uzanan yolun kilometretaşlanm ve Türkiye'de aile şirketi' geleneği üzerine yaptıkları değerlendirmeleri ilgiyle okuyacağınızı umuyoruz.
Ağabey Volkan Pasiner ile Ankara'da görüştük. Sözü Volkan Bey'e bırakıyoruz.
Pasiner Şirketleri kronojisi 1959 yılı sonunda rahmetli babam Selahattin Pasiner'in kurduğu 'Pasiner Sınai Tesisler Müessesesi' ile başlar. Babam asker kökenli makina mühendisiydi. Kıdemli Binbaşı iken ordudan istifa ederek 1953 yılında Sümerbank'a girmiş. 1959'da Sümerbank'tan emekli olduğunda Ankara Ulus'ta uçak kazası ile meşhur olan 'uçak düşen han' diye bilinen Ticaret Han'ın 4. katında ilk şahıs şirketini kurmuş*, (bir masa, bir sandalye ve bir telefon ile) Bir sekreter ve bir müsdahdem olmaksızın. 45 yaşında ve tek başına. Önce brülör, klima, havalandırma, kalorifer tesisatı işlerine girmiş. O zamanlar Türkiye'de fuel-oil kullanımı yeni yeni yaygınlaşmaya başlıyordu. 1963 yılında Süperteknik Malzeme Ticarethanesi Adi Komandit Şirketi'ni ve yaklaşık bir yıl sonra 'Pasiner İnşaat-Tesisat Ltd.Şti'ni kurdu. Siteler'de 'Madeni Cihazlar' diye bir atölyesi vardı. 1969'da ben Berlin Teknik Üniversitesi'ni bitirerek Türkiye'ye geldim. Kardeşim de Berlin'de başladığı tahsil hayatını ekonomik sebeplerden ötürü İstanbul'da (İktisat tahsili) yaparak tamamladı. Kardeşim 1968'de Türkiye'ye döndüğünde tahsil hayatına devam ederken babamın yanında çalışmaya başlamıştı. Bu yüzden henüz 19-20 yaşında iken hem çalışıp, hem okuyarak zorlu bir gençlik dönemi geçirmiştir. Onun ağabeyi olmama rağmen şirkette benden kıdemlidir. Daha sonra ben askerliğimi yaptım. Kardeşim de okulu bitirdiğinde
75'te askerliğini yaptı. Bekardık ikimiz de. Aynı şirketteydik. Gençtik ve şirketi büyütüp, geliştirerek holding kurma hayellerini paylaşıyorduk. Bu düşler birbiri ardına kurulan anonim şirketlerle gerçeğe dönüşmeye başladı. 1975 yılı itibariyle mevcut şirketleri de A.Ş.'ye çevirdik. Candaş kuruldu, Esimaş kuruldu, Aysaş Yem Fabrikası kuruldu. Sonra Aysaş'ı sattık yerine Doy yem kuruldu. 80 'li yıllara kadar böyle devam etti. 80'li yılların ortalarında pazarlama şirketimiz Süpermatik kuruldu. Kurulan şirketlerin bir holding çatısı altında toplanmasını istemiştik "~cak dönemin kritik koşullan ve Holding'lere karşı reaksiyonların oluşu sebebiyle holding statüsünde Pasiner Yatırım A.Ş. kuruldu. Daha sonra, geçtiğimiz birkaç yıl öncesinde yurtdışında birtakım arayışlara girdik. Taahhüt grubumuzun Suriye'de fabrika, Rusya Moskova'da bir iş merkezi taahhütlerini gerçekleştirmesinin ardından Rusya'ya yönelik faaliyetlerimizi geliştirmek üzere Doğan Soylu ile Pasiner DS adı altında bir şirket kurduk. Bu yıl da Ruslarla ortak Pasiner Energo'yu kurduk. Energo, bir tür. bizdeki TEK'in işlevini yerine getiren bir şirket. Yani elektrik üretimi-dağı-tımı ile ilgili faaliyet gösteriyor. Pasiner-Energo ise bizim ürün gruplarımızın yani kat kaloriferi. hidrofor, vs. inşaat ve tesisat malzemelerini satan bir ticari oluşum.
Oradaki taahhütlerimiz sırasında ürünlerimizin kalite ve fiyat açısından uygun standartlarda olduğunun görülmesi Pasiner-Ener-go'nun çıkış noktası olmuştur. Şu an 11 şirketimiz bulunmaktadır. Pasiner Yatırımlar A.Ş. yakın bir gelecekte adını Pasiner Holding A.Ş. olarak değiştirecektir. Yatırımlar A.Ş. denildiğinde banka, finans kuruluşu benzeri bir imaj yaratıyor. Söz konusu unvan değişikliğinden başka bir diğer değişiklik sermaye yapısında olacak. Şirketin bir kısım hisseleri İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nda halka açılacak.
Bu noktaya kadar aile şirketimiz yapısını profesyonel kişi ve kadrolarla faaliyet göstermemizle birlikte korumuştur diyebilirim. Pasi-ner-DS'de ve Pasiner-Energo'da yabancı ortaklarımız var ama hisse oranları % 10 ile % 25 arasında değişmektedir. 'Ortak' kavramı hep işin gelişmesine paralel olarak ortaya çıkmıştır. Yani bir finansör arayışı sonucu olmamıştır. Örneğin halen taahüt işlerimizin Başkan Yardımcısı İskender Çoygun şirketimizde 1973'te çalışmaya başlamıştır. Takdire şayan performansı ile verdiğimiz hisseyi kendi çalışması ile ödemiştir. Çok güvendiğimiz, aileden akraba gibi, gördüğümüz kişileri hiç tanımadığımız para getiren kişilere hep tercih etmişizdir. Ancak bu durum, finans yeteneğine sahip uyumlu çalışabileceğimiz kişilere kapalı olduğumuz anlamına gelmiyor, tabiiki.
Bizlerden sonra da şirketlerin devamını istiyoruz. Bu. her zaman varisler yolu ile olmayabiliyor. Benim bir kızım, kardeşim Uğur'un da iki kızı var. Şirkette annem ve kız kardeşimizin de hisseleri bulunmakta. Ama onlar şirket içerisinde faaliyet
göstermiyorlar. Kız kardeşim mimardır. Buna rağmen şirket içerisinde görev almayı tercih etmedi. Kızım da benzer bir tercih gösterebilir. Bir sanayicinin çocuğu sa
natçı olmayı tercih edebilir. Bunun çarpıcı bir örneğini Büyük KRUPP Sanayi İmparatorluğunun öyküsünde okumuştum.
KRUPP'un oğlu, yönetime girmeyi istememiştir. O tarihte şirket ona yılda 4 milyon DM maaş bağlamıştır. O da hayatını muhtelif şatolarda, yat gezilerinde sürdürmüştür. Erkek çocuk olmasına rağmen yönetimde görev almak istememiştir. Bizim kız evlatlarımızın olması, böyle bir devamlılıkta handikap değildir. Günümüz Türkiye'sinde bayanların başbakan olabildiğini gördük. İş yaşamında birçok başarılı iş kadını görmekteyiz. Dolayısıyla kabiliyet, deneyim ve istek de önemli faktördür. Kızım Bilkent Üniversitesi İşletme Bölümü mezunudur. Gelecek ay burada çalışmaya başlayacak. Başarı için. işi vermek şarttır. Ben de onun işi sevmesi için elimden geleni yaparım. Ama sevemeye-cekse devam etmesi için zorlaya-mam. Her kurucunun hayali, kurumun bekasıdır. Bizler de, bizden sonra memlekete mal olmuş, büyük bilgi ve tecrübe birikimi olan şirketimizin, yabancı ülkelerdeki yüzlerce yıllık geçmişi olan şirketler gibi- geleceğe uzanmasını arzu ediyoruz. Halka açılma kararı da bu arzumuzun bir uzantısıdır. Aile şirketi yapısının en belirgin handikapları; profesyonel bir yönetici statüsünde 'çalışan' patronlar olunmasındadır. Türkiye'nin stabil ve istikrarlı olmayan koşullarında ve iş anlayışı tarzında, zamanınızı planlayabilmek mümkün olamıyor. Bir Alman firması yetkilisi ile görüşüyorsunuz. Adam randevu defterinden size gelecek yılın Şubat'inin bir tarihine randevu verebiliyor. Siz ise gelecek haftanın bir gününe verdiğiniz randevu saatinde iş yaptığınız resmi kuruluşun yetkilisi tarafından ani ve acil çağırılabiliyorsunuz. Kamu kuruluşları iş yaptıkları herkesi 'emre hazır' bekler buldukları için 'benim o saatte randevum var' mazereti geçerli olmayabiliyor. Ben tatilimi yapmakta iken çağrıldığımı, gidip görüşmemi yaparak geri döndüğümü hatırlarım.
Yani 'çalışan profesyonel bir görevli' olmakla 'patron' olma sınırlarını koyabilmek mümkün olmuyor. Bir diğer handikap, aile ortamında kişiler kan bağı ile işi, isteyerek ya da istemeyerek karıştırabiliyor-lar. İşe ilk başladığımda ben babamın bazen oğlu, bazen yardımı-cısıydım. İstemeyerek de olsa birbirine karışıyordu çoğu kez. Sonraları özen göstermeye dikkat ettik. Birbirimizle 'Bey' hitabı ile konuştuk. Biz oğluyuz diye hiçbir özel muameleye tabii tutulmadık. Rahmetli babam bize hisse verdiğinde; Biz bu hisseleri borçlanarak ve çalışarak ödedik. Yıl sonunda kardan hissemize düşen miktar alacağımıza yazılmıştır. Böylece hisse bedellerini ödedik. Bence bu fevkalade doğruydu. Çünkü insan uğraşarak, gayret sarfederek elde ettiği bir değeri korumasını daha iyi bilir. 1987'de kaybettiğimiz babamız Selahattin Pasiner, 'Pasiner' adını Türkiye pazarlarına kazandıran kurucumuz-dur. Ama biliyoruz ki bizler de bugün bu masalarda oturuyorsak bunda kendi çabalarımızın payı büyüktür. Salt Selahattin Pasiner'in oğlu olmanın mutlak sonucu olarak görmüyoruz.
İstanbul'daki kardeş Uğur Pasiner anlatıyor
36 yıllık Pasiner Şirketi'nin 28 yılını bilfiil çalışarak geride bırakmışım. Pasiner Sınai Tesisleri Müessesesi'nden 11 şirketten oluşan grubumuza ulaşan sürecimizde yeni oluşumlar, teşebbüsler hep mevcut işin gereken bir aşaması olarak kendisini ortaya koydu. Sizin dürüst, özverili, kaliteli hizmet verme anlayışında bir dokunuz varsa işleriniz doğasında gelişme kaydediyor. Çevre, size güven duyuyor, geçen yıllarla bu güven pekişiyor. Türkiye birbirine uzak sayılmayacak zaman aralıklarıyla askeri darbeler, ekonor krizler yaşadı. Böyle dönemler? ayakta kalmayı başarmak dürüst çalışma ile mümkündür. Güven verici iş yerleri ne kadar çoksa ülke ekonomisi o denli sağlıklı büyür ve güçlenir. Kriz dönemlerinde firmalar, bankalar yanınızda oluyor. Çünkü prensiplerinize bağlılığınızı, dürüstlüğünüzü biliyorlar. Yabancı şirketler de bu kritere oldukça önem veriyor. Örneğin evvelce hiç temasımızın olmadığı bir büyük Alman kuruluş, Türk pazarında yaptığı inceleme sonucu kurmak istedikleri bir 'Procure-ment Center' için teklifte bulundu. Gelecek yıl somutlayacağımızı umuyorum.
Şirketimiz şu anda Moskova'da 30.000 nr'lik kapalı alanı olan bir iş merkezi yapıyor. Moskova'daki ticaret şirketimiz bu yıl içinde Bakü'de bir temsilcilik açacak. Baku gerçekten Türkiye'nin bir vilayeti gibi. Çok rahat Türkçe konuşuluyor. Azeriler çok güzel Rusça'da konuşuyorlar. Dolayısıyla biz Azerbeycan'ı diğer Eski Sovyet Cumhuriyetleri için bir geçiş noktası olarak görüyoruz. Yine Süpermatik ürünlerinin Bakü'de satılması için bir anlaşma yapıldı. Orada bir ticari şirket ürünlerimizi pazarlamak için Show-room açıyor. Gürcistan ve Romanya'da da satış noktaları oluşturduk.
Süpermatik ürünlerini pazarlayan kuruluşumuzun Ankara'daki şubesinden sonra, 1997'de İzmir Şubesi açılıyor. Bu ürünleri üreten iki fabrikamız var. Biri İstanbul'da Süperteknik, diğeri Ankara'da Esimaş. Süpermatik ürünlerinin belli bir miktarını Türkiye'de üretiyoruz. Ayrıca yurtdışından ithal ettiğimiz temsilcisi olduğumuz ısıtma cihazları, su temini cihazları gibi ürün gruplarımız mevcut. Taahhüt grubumuz dışın-a konut üretimimiz var. Taahhüt olarak iş alamadığınız dönemlerde mevcut kadroyu koruyabilmeniz için iş alanı yaratmak zorundasınız. Konut üretimi satışı, bu anlamda destekleyici bir unsur. Ağabeyim daha ziyade taahhüt işleri ve kurumun muhtelif platformlarda temsili ile ilgilenir. Ben, genelde dış ilişkilerimiz ve mali yönetimimiz ile ilgili sorumluluklar almış bulunmaktayım. Mevcut görev paylaşımımızla sağlıklı bir denge oluşturduğumuza inanıyorum. Aile şirketlerinde, firma sa-leri şirkete 'yatırımcı' müteşeb-öis-patron' olarak bakamıyorlar. Şirket adeta çocukları imiş gibi bir duygusallık içine giriyorlar. Bence en büyük handikap bu. Herkesten çok işinin başında, her-kesden çok özverili olma ihtiyacı içinde olunuyor. Bu da onları daha duygusal bir yaklaşım içerisine sokabiliyor.
Bu sebeple, profesyonellerle çalışmaya, profesyonel ortaklıklara önem veriyoruz. Onlar daha soğukkanlı bakış açılarıyla duygusal yönleri dengeleyebilir, daha rasyonel açılımlar geliştirebiliriz diye düşünüyorum.
Bu yapıda, ikinci kuşak olarak devam ediyoruz. Çalıştığımız. 120 yıllık bir Alman firmasında 4. kuşak şu an görevini sürdürüyor. Ama Cumhuriyetimizin 73 yaşında olduğu düşünülürse sanırım 60 yılı aşan firma sayısı çok azdır. Bizim üçüncü kuşağımız için şu an, bir şey söylemek için çok erken. Ağabeyimin kızı yeni mezun ve bizle çalışmaya çok yakında başlayacak. Benim kızlarımdan küçüğü Lise 2'de, büyüğü Bilkent Üniversitesi son sınıfta. Mezuniyet sonrası belki yurtdışına master tahsiline gidecek. Daha sonrasında bizimle çalışmasını tabii ki arzu ederim. Ama bunu soyadı ile değil, kendi azmi ile hak etmesini isterim. Belki başka bir kuruluşta deneyim ve becerilerini geliştirdikten sonra belki de firmamızda alt kademeden başlayarak. Şu anda bunu bilemeyiz. Biz sadece kendi çocuklarımız için değil mesleğe yeni başlayan tüm gençler için doğru olanın 'kısa zamanda bir yerlere gelme' beklentisinden uzak durmaları olduğunu düşünüyoruz. Bilgi ve deneyimlerini sürekli geliştirmeye çalışarak 'kalıcı' olmayı amaçlamalılar. Bunu sadece üniversite mezunları için söylemiyorum. Örneğin teknik lise mezunu teknisyenler geliyor. İşe başladıklarından bir yıl sonra kendilerini tecrübeli, yetkin görerek ayrılıp, kendi firmalarını kurmaya çalışıyorlar. Sonuçta birçok yetersiz kişinin kurduğu kalitesiz hizmet veren firmalar piyasaya çıkıyor. Ondan sonra kullandıkları, ürünlere güvensizliği arttırmaktan başka hiçbir sonuç alınamıyor. Yurtdışına bakın; En az 10-12 yıl ciddi bir kuruluşta deneyim edinmemiş hiç kimse, 'firma' kimliğinde karşınıza çıkmıyor. Bu yüzden ürettikleri cihazlar, inşa ettikleri yapılar çok daha güvenilir kabul ediliyor. Türkiye'de eğitim kalitesinin, iş bilincinin daha fazla gelişim göstermesi gerekiyor. Türkiye'nin bir diğer 'ge-liş(eme)me' problemi demokrasiyi tam olarak kavrayamayışımız-dır. Bu sebepten Türkiye, ekonomik ve siyasi özgürlüğüne kavuşamıyor. İş çevreleri olarak beklentimiz, Türkiye'nin önünde duran engellerin siyasilerce kaldırılıp, Türkiye'nin layık olduğu yere gelmesinin sağlanması, sağlıklı bir özelleştirmenin süratle yapılması vergi verenin ürkek, vergi vermeyenin cesur olarak değerlendiril-memesinin sağlanması, vergi gelirinin çok dikkatli harcanması, çarçur edilmemesidir. Vergi; insanlara yarar ve hizmet olarak geri döndüğü müddetçe toplanabilir. Bunlar sağlanırsa, Türkiye'nin geldiği noktadan çok daha ilerlere gidebileceğine inanıyoruz. Biz, özel sektör olarak devletten büyük yardımlar, teşvikler beklemiyoruz (almadıkta). Fakat özel sektörün önündeki engellerin bertaraf edilmesini gerekli görüyoruz.