“Her sorunun mekanın kendi ruhu gözetilerek çözülebileceğine inanıyorum, yeter ki tüm ekip çalışkan ve çözüm odaklı olsun”

Tasarımcı Tanju Özelgin, Termodinamik dergimizin yeni bölümü “Vizyon”un ilk konuğu. Endüstriyel tasarım, iç mimarlık, proje danışmanlığı gibi çok sayıda alanda uzman Özelgin ile, sektörümüzü ve ISK sektörünün iç mimarlık ve tasarımcı gözüyle nasıl değerlendirildiğini konuştuk. Farklı sayılarımızda farklı gözlerden ISK sektörünün değerlendirileceği bu bölümü keyifle okumanızı dileriz…
Mesleki melez sayılırım…
1984 yılında Marmara Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü'nden mezun oldum. Fakat okulda ilk olarak İç Mimarlık Bölümü’yle başladım. İki yıl iç mimarlık okuduktan sonra okulda bir Ürün Tasarımı Bölümü açıldı ve ben bu bölümü seçip buradan mezun oldum. Bu nedenle biraz “mesleki melezim” diyebilirim. İlk mezun olduğum yıllarda çoğunlukla fuar stantları tasarladım, daha sonra iç mimarlık ağırlıklı projelere odaklandım. Bununla beraber ürün tasarımcısı kimliğim de projelere yansımaya başladı. Böylece projelerde gereken pek çok şeyi üreterek yol almaya başladım. Seneler sonra kendi projelerime de sağladığım birçok ürün –mobilyalar gibi- başka firmalarca beğenildi, istendi ve onlara satış haklarını devrettim. Böylece ürün tasarımından da hiç kopmamış oldum. Bilgisayarla çalışmaya öğrencilik yıllarımda başlamıştım. Türkiye’de o yıllarda bu alanda bilgisayarla çalışan çok az insan vardı. Projelerimi bilgisayarda yapmaya başladım. Bilgisayarla yapılan sunumlar çok beğenildiği için başka firmalar benden onların proje sunumlarını da hazırlamamı istediler. Böylece yaptığımız işe bir de başka firmaların proje sunumları eklendi. Neticede iç mimarlık, ürün tasarımı ve sayısal görselleştirmeyi tek bir çatı altında toplamış olduk. Zaman içinde uzun süre çalıştığım müşterilerim, aramızdaki güven bağından ötürü projelerinde mimar olarak da görev almamı istediler, bu alanda da onlara yardımcı olmaya başladım. Son 10 yıldır bütün bu farklı kollar, Tanju Özelgin Studio’da bir arada yürüyor.
Mesela Soho House İstanbul’un renovasyon, restorasyon, mimarlık ve iç mimarlık ve ürün tasarımı işlerini yaptım. Şu anda Galataport’ta mimarlık, iç mimarlık, çevre tasarımı dahil pek çok alanla ilgileniyorum, aynı zamanda projenin kreatif danışmanıyım.
Bir insanın sadece yaptığı işler değil, kimleri yetiştirdiği de çok önemlidir
Bugün bir projenin hazırlanması, uygulanması, kontrolü konularında hizmet veriyoruz. Kendi adıma projenin ortaya çıkış sürecinde, yani ilk fikir aşamasında çok etkili ve verimli olabildiğimi fark ettim. Bu nedenle zaman içinde projelerin uygulama kısmından çıkıp çoğunlukla fikir üretme aşamasında etkin olmaya başladım. Sektörde geçirdiğim 35 yıl içinde elbette pek çok genç arkadaşımız çalıştı yanımda. Buradan ayrılan arkadaşlarımın neredeyse hepsi kendi ofislerini açtılar. Bu süreçte ben de onlara bazı işlerimizi paylaştım, elimden geldiğince onları desteklemeye çalıştım. Böylece ilişkilerimiz hiç kopmadı. Ben istedim ki, sadece işimizle değil, yanımızda çalışanlara desteğimizle de bir fark yaratalım. Neticede burası bir okul gibi oldu; her birinin kendi işi var ama gerektiğinde birlikte çalışırız. Aslında Türkiye’de bir iş yerinden ayrılıp kendi işini kuranlar için “yanımdan ayrılıp bana rakip oldu” düşüncesi hâkim ama ben bu düşünceyi “talihsizlik ve nezaketsizlik” olarak değerlendiriyorum. Bir insanın sadece yaptığı işler değil, kimleri yetiştirdiği de çok önemlidir. Ben her zaman bir öncekinden daha iyisini, daha yenisini yapacağıma inanıyorum. Elbette rakip olabiliriz ama kişinin kendine güveni, bence hem kendisini hem de rakiplerini geliştirir.
Bakış açımızı “proje bizden ne istiyor” noktasına taşımamız lazım
Bir projede çalışan çok farklı disiplinler var. Bu disiplinlerin tamamı işini iyi ve en kârlı yoldan bitirmek ister. Dolayısıyla her disiplinin kendince talepleri vardır. Fakat her disiplinin talepleri onların istedikleri ölçüde karşılanamayabilir. Mesela mekanik mühendisinin istekleri ile elektrik, statik ya da iç mimarlık çatışabilir. Ben olaya hep şöyle bakıyorum: Ortaya çıkan sorunun daima en ekonomik, en pratik, en işe yarar ve herkesi “tamamen” olmasa da “yeterince” mutlu edebilecek bir çözümü elbette vardır. İşin profesyonelleri bunun yolunu bulabilenlerdir. Mesela elektrik mühendisi çalışırken en güvenli ve en hızlı müdahale imkanı sunacak hale getirebilir projeyi. Fakat bu kez mekanik mühendisinin en mükemmeli ile çatışabilir. Aslında bakış açımızı “hangi disiplin ne istiyor” noktasından, “proje bizden ne istiyor” noktasına taşımamız lazım. Bunun için de herkesin belli kısıtlamalarla çalışmasının istenmesi normaldir. Buna kişisel kapris olarak bakmamak gerek. Elbette bunu yapanlar yok değil. Sadece göze hitap etmiyor gerekçesi ile projeyi değiştirmek bana göre düpedüz kapristir. Ben, bir sorun belirtirken biraz kafa yorup bir de çözüm önermekten yanayım daima. Önceliğim her zaman projedir. Projenin sürdürülebilir, kullanımı efektif, kolaylıkla bakım görüyor olması gerek. Bunu sağlamaya çalışırken işin kendisini bozuyorsanız, yeterince iyi çalışmamışsınız demektir.
Eskiden, projelerde bütün disiplinlerin bir arada oturup konuşmalarının gerekliliğini telaffuz ediyorduk. Günümüzde bu birliktelik nispeten sağlanmış durumda ama görüldü ki mesele sadece oturup konuşmak değil. Yaşanan bütün problemlerin temelinde bir bakış açısı sorunu var. Pek çok firma “bir an evvel cihazı satayım uygulamayı yapayım paramı alayım” derdinde. Ama proje böyle yapılmaz. Öncelikle herkesin şu konuda ortak bir bakış açısına sahip olması gerekir: “Biz bu projeyi ne için yapıyoruz, binanın kullanım amacı nedir?”
Olaya bu açıdan bakıldığında mesele çözülür. İşini iyi yapan insanlar, ortak bir bakış açısıyla gereğini yaptığında proje uluslararası arenada da çok iyi bir proje olarak hak ettiği saygıyı görür.
İyi çalışmak, doğrusunu yapmak, her zaman başarıyı getirir
İç mimarlar olarak en çok şunu isteriz: Tek bir müdahale kapağından tüm sorunların çözülebileceği bir tasarım olsun, menfezler, kablolar, dirsekler ise mümkün olduğunca görünmesin. Projede tüm bunları kullanıp kimsenin görmeyeceği şekilde yerleştirmeyi başaran ve bunu yaparken de en efektif çalışabilecekleri çözümü üretebilen taraftayız.
Bazı yerlerde mekaniğin açık yapılması isteniyor. Bu durumda oraya koyduğunuz sistem, artık sadece bir cihaz, kanal ya da boru değil, mekanın dekoratif bir parçası da demek. Bu durumda kullanılan vidadan askı aparatlarına, kullanılacak boyaya kadar her şeyi daha farklı seçmek gerekiyor. Bunu tavanın içindeki sistem gibi bırakıp gitmek isteyenle tabii ki tartışıyoruz. Mekanik ya da elektrik tarafı çok göz önünde işler yapmıyor, genellikle yaptıkları işler görünmeyen yerlerde. Şöyle düşünün, kablolar, borular, menfezler her disiplinin kendince uygun gördüğü alandan geçerse, projenin yüksekliği 160 cm’ye kadar inmiş oluyor… 160 cm’lik bir yüksekliği kim nasıl kullanabilir? Bu durum, projenin iyi çalışılmadığının göstergesidir. Birkaç hafta daha üzerinde titizlikle çalışılırsa görülecektir ki istenen tüm ekipmanların farklı yollardan uygun şekillerde inşa edilmesi mümkün. Böylece 240 cm’lik yüksekliğe tekrar ulaşılmış oluyor ve projede hiçbir sistemde sorun olmuyor. Önemli olan, bakış açımızı projeyi bütünüyle doğru şekilde tamamlamaya doğru değiştirmekte.
Bazı mekanik firmalarının yaptıklarının ne olduğu ile ilgili hiçbir fikri olmayan meslektaşlarım da var… Bu sorun kesinlikle tek taraflı değil. Çözümsüz de değil, hatta basit bir çözümü var: İyi çalışmak…
İzmir’de bir proje yapıyorduk, işveren beni gökdelenin 29. katına götürdü, mekanik odanın olduğu kata. Baktım, kat tamamen boş. Sebebini sordum, dediler ki “Deprem amortisörleri yüzünden iç tarafa koridor veremedik. Koridorlar cam kenarından verildi. Dolayısıyla burayı satamayız. İki blokta da gökdelenin 29. katı boş kalacak”. “Mekanik mühendisi buradaysa bir görüşebilir miyiz?” dedim. Geldi, harika bir insan, uzlaşmacı, pozitif, işini seven bir adam. Bitmiş işi oturup birkaç küçük değişiklikle yeniden tasarladık birlikte. Birkaç haftalık bir çalışma ile müteahhit iki blokta iki kat kazanmış oldu. Proje bazlı düşünüp projenin ruhuna göre çözüm üretmek, iyi çalışmak, doğrusunu yapmak, her zaman başarıyı da beraberinde getirir.
Her binanın sertifika almak gibi bir hedefi olmasa da ‘alacakmış gibi’ yapılmasını daha doğru buluyorum
Son dönemde LEED gibi, BREEAM gibi sertifikalı binalar oldukça popüler ve benim projelerimin çoğunda bu sertifikalar var ya da istenirse alınmaya uygun şekilde tasarlandı. Fakat bu konu ile ilgili şöyle bir gerçek var: Bu sertifikalar, getirdikleri kriterlerle elbette binanın yapımında doğru işlere vesile olmaları anlamında önemli. Daha sürdürülebilir, daha çevre dostu, daha insan sağlığına uygun yapılar oluşturulmasını sağlıyor. Öte yandan ben, bir binanın –bu sertifikaların alınması gibi bir hedefiniz olsun olmasın- zaten bu şekilde yapılmasını savunuyorum. İşin bir sertifika ile isimlendirilmesi, büyük ölçüde belli bir kitlenin işine yarıyor, konulan standartlar, değiştirilen kurallar, cihazların sağlaması istenen başka sertifikalar, farklı ülkelerin farklı standartları v.s… Bütün bunlar da başlı başına bir pazar. Siz zaten en iyisini hedefleyip üretiminizde teknolojiyi yakından izleyip Ar-Ge faaliyetlerinizi buna göre şekillendirdiğinizde, işi en doğru şekliyle ve en önemlisi ahlâklı bir şekilde yaptığınızda, sertifikasyonların istediği pek çok koşulu da zaten sağlamış oluyorsunuz.
Yaratıcılığın sınırlarını zorlayan tarihi bina restorasyonları…
Özellikle tarihi bina restorasyonlarında çok zorlanıyoruz. Neredeyse hiçbir yerine dokunmanız istenmiyor çünkü. Isıtma, soğutma, tesisat konuları tarihi binalarda çok daha büyük sorun olabiliyor. Doğal olarak çok daha fazla çalışmamız, efor sarf etmemiz, yaratıcı olmamız gerekiyor.
Gerçekleştirdiğim projelerden örnek verelim: Mesela Taksim’de Amerikan Başkonsolosluğu binası. Bina üç bölüm halindeydi. Bir kısmı konsolosun oturduğu ev, bir kısmı vize-pasaport işlemleri gibi işlemlerin yapıldığı hizmet binası, üçüncü kısmı ise yeni bir bina. Binada gezdiğinizde ortada kablo, boru gibi hiçbir şey görmüyorsunuz ama aslında orada gereken her şey var. Tarihi binalarda genellikle ihtiyaç duyulan her şeyi bir stant içinde topluyorum. Böylece standı söktüğünüzde bina orijinal hali ile duruyor. Bir başka odada tavan çok değerli, odayı üç parçaya bölmem gerekiyor. Tavana dokunamadığım için odanın içinde bir küp tasarladım. O küpün içinden bütün havalandırmayı, elektrik tesisatını çözdüm. Böylece hiçbir yere dokunmadan odayı üçe bölmüş oldum. Her sorunun mekanın kendi ruhu gözetilerek çözülebileceğine inanıyorum, yeter ki tüm ekip çalışkan, çözüm odaklı olsun.
Tanju Özelgin Kimdir?
1962’de İstanbul’da doğdu. 1984 yılında Marmara Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü'nden mezun oldu. 1987’de kendi tasarım ofisi Scala Design'ı kurdu. 1987-96 Scala Design bünyesinde fuar stantları, yat, showroom, konut, ofis, özel tanıtım geceleri, mobilya ve endüstri ürünleri tasarladı ve uyguladı. 1993-95 yılları arasında IN Mobilya ile birlikte kurucu ortak olarak çalıştı. 1996’da Ertan Binme ile Parlak Kırmızı'yı kurdu. Parlak Kırmızı bünyesinde endüstri ürünleri tasarımı, sayısal ve video grafikleri hazırlama, iç mimarlık proje ve uygulama hizmetleri verdi. 2005 yılından itibaren endüstri ürünleri tasarımlarını ve iç mimarlık projelerini TO (Tanju Özelgin) Studio bünyesinde toplamakta ve çalışmalarına devam etmektedir. 1998 yılından itibaren öğretim üyesi, proje danışmanı olarak eğitim süreçlerine katkıda bulunmaktadır. Birçok yarışmaya jüri üyesi, sergi katılımcısı, workshop yöneticisi olarak katılmaktadır.