Header Reklam

'Hayatta Olduğun Sürece Gerçeği Arama Mücadelesini Bırakma'

18 Mayıs 2023 Dergi: Mayıs-2023
'Hayatta Olduğun Sürece Gerçeği Arama Mücadelesini Bırakma'

1969 yılında Fatsa’da dünyaya gelen Hayati Can, makine mühendisliği eğitimine 1986 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi’nde başladı, iklimlendirme sektörüne ilk adımını da 1993’te attı. 1998 yılının 1 Temmuz’unda katıldığı Friterm A.Ş.’de bilgisayar sistem sorumluluğundan ISG sorumluluğuna, satın almadan, pazarlamaya kadar çeşitli görevlerde bulundu. Hali hazırda İş Geliştirme Müdürü olarak aynı kurumda çalışmalarını sürdüren Can, Friterm’in 45 kişiden 450 kişiye ulaşan bir yapıya dönüşümüne şahitlik etti. 19 Ocak 2022 tarihinde yapılan SOSİAD 9. Olağan Genel Kurulunda derneğin Yönetim Kurulu Başkanı olarak sorumluluk üstlendi. MMO ve SOMTAD çalışmalarında da aktif görevler üstlenen Hayati Can, SOSİAD çalışmaları, iklim değişikliği ile mücadelede soğutma sektörünün rolü hakkında verdiği değerli bilgilerin yanı sıra hayata bakış açısı ile ilgili olarak dikkat çekici, örnek teşkil edecek düşüncelerini paylaştı.


Eleştiriler, aynı zamanda fırsatlardır

Mühendislik benim tercih ettiğim alanların başındaydı. Sosyal bilimleri mesleğim, sanat branşlarını ise ticari bir faaliyet türü olarak görmedim. 1986 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi'nin Makine Fakültesine kayıt oldum. 12 Eylül darbesinin ardından yavaş yavaş darbenin etkileri azalmaya ve gerilemeye başlamıştı.
Üniversitelerde de özgürlükçü akımlar vardı. Üniversitede Yıldız-Der adlı öğrenci derneğimiz vardı, orada değişik dönemlerde yöneticilik ve bir dönemde de başkanlık yaptım. Bu yüzden birçok kez başım derde girdi. Bir keresinde okuldan uzaklaştırma almışlığım bile var. Muammer Aksoy’un katli ve ABD’nin Irak’ı işgalinde yapılan gösterilerde de başım derde girdi. Ama geriye dönüp baktığımda o dönem yaşadıklarımın bana öğrettiği bir şey vardı: “Hayatta olduğun sürece gerçeği arama mücadelesini bırakma”. O yollardan geçmeseydim belki bugünkü “ben” olamazdım, hayatı bu şekilde sorgulayan bir insana dönüşemezdim.
Ülkemizdeki rejim de gençlerle ve yeni fikirlerle daha iyi anlaşabilecek zeminler oluşturabilirse geleceğin dünyasına daha hızlı ve daha güçlü bir şekilde dahil olabilmenin olanaklarını yaratabiliriz. Ama biz genelde hep bir çatışma ve hep bir muhafaza etme çabası içindeyiz. Elbette iyi ve doğru olanı muhafaza etmeliyiz. Ama yapılan bir eleştiriyi de bir gelişme, iyiye doğru bir değişme fırsatı, bir katkı olarak görmeliyiz.


Eleştiriler kadar, karşılaşılan sorun veya güçlükler de yine bir gelişme, geliştirme fırsatıdır. Gittiğim saha ziyaretlerinin ardından düzenlediğim saha gözlem raporlarının iş geliştirme anlamında çok önemli bir yeri olmuştur. Ürünümüzün sahada karşılaştığı her sorunu fabrikada ekip olarak tartışıp sorgulardık. O sorguların sonucunda da ürünümüzün üzerinde iyileştirici projelendirme değişikliklerimiz yapılırdı. Şu anda Friterm ürünlerinin geldiği bu iyi nokta, bu sürecin bir sonucu. Üstelik bu geliştirme sürecinin çıktılarını rakiplerimize dahi söylemekten, önermekten çekinmedik. Gelişimi toplum sathına yayamadıkça, kuruluş olarak nereye gelmiş olursanız olun algınız, ülkenizin algısından çok daha ileriye gidemez ve topluma karşı hiçbir sorumluluğu da taşımıyor olursunuz.

Yerelden evrensel düşünebilmeye geçiş

İnsan sadece kendisine, ailesine, arkadaşlarına, çalıştığı ve görev aldığı kurumlara, ülkesine değil tüm dünyaya karşı bir sorumluluk taşır, taşımalıdır. İnsanlar ve tüm canlılar, aynı evreni paylaşıyor. Bireysel çıkar için diğer paydaşların hiç birine zarar verme hakkımız bulunmuyor. Bu nedenle ilk ilkem; “zarar verme” olmuştur:

“Ağaçlara zarar verme, sokaktaki kediye, köpeğe zarar verme, doğal kaynaklara zarar verme ve yaşantını bu düstur üzerine kur.”

Buzullar eridiğinde ne olacak?

Günümüz dünyasında insanlığın mücadele ettiği bir dizi sorun var. En üst ölçekli sorun uzun zamandır sonuçlarına tanık olduğumuz iklim değişikliğidir. Bunun çok farklı boyutları ve sonuçları var ve bilim insanları pek çok alanda bu mücadelenin içinde çaba sarf ediyor.
Buzul çağlarının öncesinde bir dizi bakteri, virüs buzların arasında sıkıştı kaldı. 2018 yılında Rus bilim insanları, eriyen buzulların arasında kırk bin yıllık solucanlar buldular. Bu solucanların iki tanesi yeniden canlandı, hayata döndü. Şu anda buzulların altındaki virüs ve bakterileri bilmiyoruz. İklim değişikliğiyle buzulların erimesi halinde ortaya çıkacak virüs ve bakterilerin havaya, suya, toprağa karıştığında neyle karşı karşıya olacağımızı da bilmiyoruz.

Hızlı ve çarpık kentleşme yeşil dokuyu yok ediyor

Sanayileşmenin paralelinde dünya nüfusunun yaklaşık yüzde altmışı kentlerde yaşıyor ve bu oranın 2050 yılında üçte iki seviyesine gelmesi bekleniyor. Türkiye'de kent nüfusu, dünya ortalamasının biraz daha ilerisinde. Biz artık bir kentli insan topluluğunun ülkesiyiz. Kent merkezlerindeki sıcaklıklar, yapılaşmanın yoğun olmadığı bölgelerdeki sıcaklıkların yaklaşık beş derece üzerinde seyrediyor. Bu, evlerimizden işyerlerimize kadar tüm sistematiğimizde ek değişiklikler getiriyor.
Kentlerin bu kadar yapı ve nüfus yoğun hale gelişi, ihtiyaç duyduğumuz oksijeni, solunabilir sağlıklı havayı tehdit edebiliyor. Eğer kent planlamasında doğru adımlar atılmamışsa, kentin hava koridorları gözetilmeden yapılaşmaya gidilmişse kentin önemli bölümlerinde oksijen yetersizliği temel bir sorun olarak karşımıza çıkabiliyor.
Ortalama yüzde yirmi olması gereken oksijen oranı bazı yerlerde yüzde on beşlere kadar gerilediyse, insanlar ihtiyaç duyulan oksijen seviyesini karşılamayacak bir nefes almış oluyor. Aşırı yoğun yapılaşmanın yarattığı ve yeşil dokuyu yok etmenin getirdiği ek problemlerimiz de artıyor. Astım ve nefes darlığının yanı sıra, özellikle genç nesilde toz, toprak, polen alerjileri gibi sağlık sorunları artıyor.

Kentlerimizdeki yeşil doku alanlarını koruyamazsak bütün gıdamız sağlıklı olarak kapımıza kadar gelse bile yetersiz oksijen problemi yüzünden aldığımız gıdayı sindirme sorunu yaşayacağız.

Ya kuraklık, ya da sel

İklim değişikliğinin yarattığı bir diğer sonuçta yağış karakterlerinin değişmesidir. Belli bölgelere düşen yağış miktarı çok azalırken belli bölgelerde ise aşırı artışlar felaketlerle sonuçlanıyor. Öte yandan azalan su kaynakları, susuzlukla mücadele için öngörüler geliştirilmesini gerekli kılıyor.

Anlık sağanak, güçlü, yüksek debili yağışlar arttı. Toprağın emebileceği miktarlardaki yağışlar azaldı, kar örtüsü azaldı. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde kuraklık ve sellerle karşı karşıya kaldığımız yeni bir yaşam düzlemine doğru geçiyoruz. Konutlardan işyerlerine, tesislere kadar her türlü yapılaşma için yer seçimleri, yapım teknolojileri bu gerçek ışığında seçilmeli.

Atmosferin ısınmasından kaynaklı olarak denizlerden havaya doğru karışan su miktarı, nem miktarı yükseliyor. Atmosfer ısındıkça daha fazla su buharını bünyesinde tutabilir hale geliyor. Bunun doğal sonuçlarından biri de hava ve rüzgâr hareketleri daha şiddetli seviyelere geçebiliyor. Türkiye'de yaklaşık yirmi sene öncesine kadar hortum, karşılaştığımız bir şey değildi. Ama artık hortum Türkiye'de çok yaygınlaştı. Karadeniz tarafında Akçakoca'da artık sürekli hortum çıkıyor. Ege'de, Akdeniz'de Finike’de, hatta birkaç sene önce Tuzla’da hortum felaketi yaşandı.
İklim değişikliğinden en hızlı etkilenecek bölgeler, kıyı bölgelerimiz. Özellikle kıyı bölgelerindeki yapı tekniğimizi yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor.


Deniz seviyelerinde 2100 yılına kadar 80 santimetre yükselme öngörüsü bulunuyor

Bunun doğal sonucu olarak deniz kıyılarında 9 metreye kadar çıkan dalga yükseklikleriyle kıyıların vurulması olasılıkları karşımıza çıkıyor. Deniz seviyesinin bu denli yükselmesi, dalga boylarının yükselmesi karşısında nasıl bir korunma önlemi alınacak? Muhtemelen kıyılarımızın bir bölümünü boşaltmak, bir bölümündeyse dalgakıran gibi alınacak diğer önlemlerle mücadele verilecek.

Mevcut kapitalist sistem çerçevesinde, insanların yerleşim alanlarını, mülklerini kolay kolay ellerinden alamazsınız. Bu noktada hukuki düzenlemelerimizi gözden geçirmemiz, revize etmemiz gerekebilecek. Yani birinci önceliğimiz insanın ve toplumun güvenliği ise zorunlu olarak bazı kararları almak ve bu kararları hayata geçirmek zorunda kalınabilir. İhtiyaç duyduğumuz alanlarda kamulaştırma hakkı bulunuyor. Belki bu sistemi geliştirmek gerekecek.

İklim değişikliğinin durdurulmasında insanlık başarıya ulaşabilir mi sorusu önümüzde duruyor. Şu anda bu soruya bir yanıt verebilmek çok zor. Çünkü hükümet politikaları, popülist politikalar olarak şekilleniyor ve bu politikaların biz insanlara iklim değişikliği ile mücadeleyi destekleyecek doğru adımları attırabilmesi çok mümkün görünmüyor.

Türkiye 2053 karbon hedefi konuşunda Paris Anlaşması'na imza attı. Dolayısıyla bu anlaşmanın sonuçlarına göre yeni bir yaşam, kent, üretim ve tüketim kurgusunu yapmak zorundayız. Avrupa Parlamentosu'nun 2019 yılında yayınladığı ve bizim de  2021 yılında onayladığımız yeşil mutabakatın gereklerini de yerine getirmekle mükellefiz.

Toprağın altıyla da toprağın üstüyle de barışık yaşamak zorundayız

6 Şubat depremlerinin de bize verdiği en çarpıcı mesajı unutmamamız gerekiyor: Toprağın altıyla da toprağın üstüyle de barışık yaşamak zorundayız. Dünya, statik bir yapıya sahip değil. Güneşten aldığı, magmadan çektiği enerji ve kendi dönme momentiyle dünyanın bütün kayaçları, yapısı, kimyası sürekli bir devinim halinde. Biz bu devini anlamalı ve ona uygun bir yaşam formu üretmeliyiz. Türkiye’de tüm ekoloji ve çevre platformlarının konsensüs sağladığı bir nokta var: Havayı, suyu ve toprağı korumamız kritik bir öneme sahip. Zira yaşamın devamlılığı bu üç kaynağa bağlı.

Tüm adımlarımızı bu kaynakları koruma mantığıyla atabilirsek, doğayla kavga eden, ona rağmen bir şey yapan değil, onunla barışık, onunla uyumlu yeni bir yaşantıyı kurabiliriz. Bu konuda atılacak adımlardan biri de tek kullanımlık plastiklerin yasaklanması olabilir. Marmara Denizi’nden tutulan balıkların yüzde onunda nano plastik parçaları bulundu. Bir mühendis olarak plastiğin tüm toplum yaşantısından tamamen çıkarılabileceğini düşünmüyorum. Ama plastiğin ucuz maliyeti nedeniyle de yaşamın her alanında olması gerektiğini de düşünmüyorum. Yani her alışverişte evinize üç dört parça plastik torbayla gitmek zorunda değilsiniz, bir bardak su içmek için geriye yüz yılda yok olamayacak bir çöp yığını bırakmak zorunda değilsiniz.

İklim değişikliğini gerçekten engellemek, doğa dostu bir yaşantıya geçmek istiyorsak karbonsuzlaşma hedefine doğru ilerlememiz lazım, bunun için de yapıların karbonsuz olacak şekilde inşası gerekiyor.

Kendi enerjisini, suyunu üreten, kendi atık bertaraf sistemini kuran, yeşil doku ve çevre düzenlemesine sahip yapılarla yeni bir yaşam kurabilirsek, imza attığımız Paris Anlaşması'nın ve Yeşil Mutabakatın yükümlülüklerini yerine getirmeye bir adım daha yaklaşmış oluruz. Bu süreçte yasal mevzuat büyük önem taşıyor. Zira insanlar, bir zorunluluk olmadığında yapılarını, maliyetini artıracak şekilde inşa etmeyecek.

İklim değişikliği ve soğutma sektörü

İnsanın kendi varlığını devam ettirebilmesi için gıda üretiminin ve arzının süreklinin sağlanması önemli bir başlık olarak karşımızda duruyor. Eğer öngörülerde bir yanılma olmaz ise gıda üretiminde yüzde otuza yakın bir düşüş bekleniyor. Ekilebilir alanlarımızın önemli bir bölümünde iklim değişikliğinden kaynaklı kuraklık ve sel felaketleri nedeniyle gıda kayıpları yaşayacağız. Bunu tamamen engellememiz mümkün olmayacak. Buna ilave olarak Türkiye'de özellikle siyanürlü altın tesisleri gibi tesislerin yarattığı ek problemler var. Bu ek problemlerin ileride ne kadar tarım alanımızı etkileyeceğini şu an bilmiyoruz. Ama çok büyük risk arz ediyor. Türkiye'de de gıda arzında büyük bir sorunla karşı karşıya kalacağımız söyleniyor. Gıda arzında bir sorunla karşı karşıya kaldığımızda gıdanın muhafazası ve bozulmadan uzun süre stoklanabilmesi temel bir ihtiyaca dönüşür. Dolayısıyla gıda alanındaki üretim düştükçe üretilen ürünün zayiatını engellemek büyük önem taşıyacak. Endüstriyel soğutma alanı burada önemli bir işlev üstleniyor. Şu anda Türkiye'deki depolama alanları hâlâ çok yetersiz. Avrupa ortalamasının yarı seviyelerine ancak ulaşabildik.

Kent depoculuğu gelişmeli

Önümüzdeki dönemde depolama alanlarının geliştirilmesi ve soğuk depo alanlarının yaygınlaştırılması gerekecek. Kent depoculuğu alanında da Türkiye henüz çok yolun başında bulunuyor. Ne yazık ki kent merkezlerimizde soğuk depo alanları mevcut değil. Bu çok büyük bir eksiklik, çok büyük bir güvenlik açığıdır. İzmir Bornova'da buna uygun başarılı bir tesis kuruldu ve hayata geçti. Ama İstanbul'da depolama alanlarımız Tuzla'da ve Büyükçekmece hattında. Kadıköy, Üsküdar, Beykoz, Sarıyer, Beşiktaş, Şişli, Bakırköy, Esenyurt gibi yoğun nüfuslu yerleşimlerde depomuz yok. Herhangi bir olağanüstü hal durumunda İstanbul'un iç kısımlarındaki dağıtım kanallarına gıdanın ulaştırılması mümkün değil. Marketlerin ana lojistik depoları da kentin çeperlerine kurulmuş durumda. Kent içi depolar, kentin toprak rantı çok yükseldiği için yapılmıyor ve kent içinde depoculuk örnekleri şekillenmiyor. Bu durum, gelecek açısından önemli bir problem teşkil edecek. Kent içinde soğuk zinciri devam ettirecek alanlarımızın olması lazım.

Soğuk depoculukta güneş enerjisi

Aslında endüstriyel soğutma alanları; iklim dönüşümüne çok hızlı adapte olma ve karbon hedefine ulaşma potansiyeline sahip. Bağımsız depo alanlarında güneş enerji santrali kurarak orada tüketilecek tüm enerjiyi güneşten almak mümkün. Şu anda bunun önünde bir tek yasal mevzuat ya da uygulamadaki bürokratik problemler karşımıza çıkıyor. O problemleri çözdüğünüz anda soğutma sektörü, yeşil dönüşüm için ideal bir alan. Yenilenebilir kaynaktan üretilen fazla elektriği şebekeye verip gerektiğinde tekrar şebekeden elektrik çekilen sistemlerdeki en büyük problem pil yani depolama problemidir. Bu problemi ortadan kaldırırsınız bir şebeke sistemini, genel bir enerji depolama alanı olarak kullanırsınız. Böylelikle doğayla problemli kaynaklardan üretilen elektriğin azaltımı ve çevre dostu elektrik üretimi mümkün hale gelir. Aslında bu çözüm, geleceğin Türkiye'sinin önemli bir enerji üretim modellemesi olabilir.

Ekonomik yapıda modellenmiş enerji dağıtım şirketleri, üretim şirketleri kamunun bu kuruluşlarla yaptığı uzun vadeli sözleşmeler var. Türkiye'nin şu anda esas problemi bu yapının nasıl değiştirileceğidir. Aslında dünyanın da problemi budur. Yani dünyanın problemi enerjiyle ilgili kaynak problemi değildir. Şu anda bir metreye iki metre bir alana bir panel koyduğunuzda, bir metrekare alandan üç kW enerji üretebilecek güneş teknolojileri karşımızda duruyor. Dolayısıyla temel olarak enerji kaynak problemimiz yok.

Aslında bir mevzuat düzenlemesiyle yerel yönetimler bu konuda yetkilendirilebilirse, önümüzdeki dönemde çatılardan üretilen bütün elektriği enterkonnekte sisteme verip oradan da çift taraflı sayaç sistemiyle tekrar binalara verilebilse sistem çok kolaylıkla rahat bir işleyişe kavuşur ve şu anda üretilen karbon emisyonunun yaklaşık %35-40’ı engellenebilir. Türkiye bu konuda şanslı ülkelerden birisi, güneş paneli üretiminde Çin'den sonra dünyadaki ikinci sırada yer alıyor. Aslında bununla ilgili yapılması gereken tek şey bir politik iradenin ortaya konulması, bu alanda vergi düzenlemelerinin, teşviklerin ona göre düzenlenmesi ve yatırımcının makul bir sürede bunun karşılığını geri alabilmesidir. Gerekirse panel imalatı doğrudan kamu eliyle yapılabilir.

Özetle bir modelleme geliştirilebilir ve bu modellemeyle birlikte hem kamusal bir kontrol hem de o tesislerin kurulduğu binaların deprem yönünden de incelenmesi sağlanabilir. Burada kentsel dönüşüm kavramı karşımıza çıkıyor. Kentsel Yenileme aslında daha doğru bir tarif gibi geliyor. Ama kentin yenilenmesinde iklim değişikliğiyle ilgili koyduğumuz temel hedeflerden kopmamalıyız. Yeni her kent yenilemesi alanında, her binamızda 2053 karbon hedefi ve Avrupa Yeşil Mutabakatı'na uygunluğu gözetmeliyiz.

Her alanda verimlilik artırılmalı

Sanayinin tüm alanlarında olduğu gibi endüstriyel soğutmada da karşımıza çıkan önemli bir kavram da verimlilik, özellikle de enerji verimliliğidir.
Karbon hedefine ulaşmamız için motor, kompresör, fan gibi güçlü enerji tüketicisi cihazların verimlilikleri olabildiğince artırılmalı, yalıtımlarımızı daha iyi hale getirilmeliyiz. Tesislerde kullandığımız suyu yağmur hasadından elde edecek, suyumuzun atığını, gri sularımızı tekrar geri kazanmaya çalışacak bakış açısını içselleştirmemiz gerekiyor.

2050’nin Türkiye'sinde kazan ya da kombi olmayacak. Eğer biz iklim değişikliği adımlarımızı atabilirsek çünkü fosil yakıtlı sistemler kalmayacak.
Dolayısıyla bu endüstri alanını 2050 Türkiye’sinin hedeflerine ilişkin bir dönüşüme tabi tutmalıyız.
Hükümetle iklimlendirme sektörü iyi bir iletişim içinde süreçte aktif rol oynamalı. Sektör olarak, tanımlanan sürelere bağlı olarak kendi tesislerindeki dönüşümlerini gerçekleştirmek zorundayız.

Ulaşım da soğuk zincirden ayrılmaz bir parçasıdır. Frigofrik ürünlerimizde de benzer bir şeyi çözmek zorundayız. Kamyonlarımıza kadar bu sistemi kurmak ve bu sistemi geleceğe taşımak zorundayız.

F-Gaz dönüşümüne ayak uydurmalıyız

F-Gaz yönetmeliğinin temeli bizim atmosfere verdiğimiz zararları bertaraf edecek bir düzenlemeyi içeriyor ve atmosferi korumayı hedefliyor. Ozon tabakasını yok olması halinde filtre edilmeden yeryüzüne inen ışınların insan sağlığını nasıl tehdit edebileceği görüldü ve ozon tabakasını inceltecek kimyasal gazların kısıtlamalarına gidildi. F-Gazlar sentetik soğutucu akışkanlarla karşımıza çıktı. Bunların yerine doğal soğutucu akışkanlara geçişte bir yol izlememiz lazım. Bir yasal mevzuat üzerinde, Avrupa 2006’dan bu yana uğraşıyor, yapılan mevzuatlar yenileniyor. Bu yıl sonu itibariyle karşımıza yeni bir regülasyon çıkacak ve biz o regülasyona uygun, yeni adımlar atmak zorunda kalacağız. Laboratuvar ortamında üretilen sentetik ürünlerle doğal akışkanların arasında maliyet yapılandırmasında fiyat farkları karşımıza çıkıyor. Bazı ürünlerde doğal soğutucu akışkanlara avantaj sağladılar. Örneğin küçük buzdolabı alanlarında ağırlıklı olarak izobütan kullanılıyor ve izobütan doğal bir soğutucu akışkandır. Ancak bu soğutucu akışkanın yanıcı, parlayıcı bir özelliği var ve yetkili teknik servislerin bu konuda iyi bir eğitim almış olmaları lazım. Endüstri tarafında kullanılmaya başlanan doğal soğutucu akışkan ise propan. Propanı ve izobütanı kullanabildiğiniz alanlardaki verimlilik yüksek ve emniyetli kullanım alanı içerisinde şarj miktarı şu anda 150 gramla tarif edilmiş durumda. Beş yüz grama çıkarılması için bir ön araştırma yapıldı. Fakat henüz bu değişiklik regülasyonu yayınlanmadı. Şu anda sadece 150 grama kadar küçük ölçekli alanlarda bu soğutucu akışkanı kullanmak ve iyi bir soğutma performansı elde etmek mümkün. Üstelik diğer soğutucu akışkanlara göre maliyeti de daha düşük. Ama endüstriyel soğutma alanında büyük kapasitelerde karşımıza çıkan temel problem ise doğal soğutucu akışkanların ilk yatırım maliyetleri. Ne yazık ki gerek Amonyak gerek karbondioksit çok yüksek bir ilk yatırım maliyeti gerektiriyor. Bu sistemlerin makineleri çok büyük. Büyük pompalara, büyük depolama alanlarına ihtiyaç duyuluyor ve bütün tesisin de amonyağın aşındırıcı etkisi nedeniyle paslanmaz hattı olması gerekiyor. Bu, Türkiye'de zor bir uygulama alanı, zor bir prosestir. İlk yatırım maliyetinin yüksekliğine karşı genel olarak işletme maliyetlerine baktığımızda belli bir boyutun üzerindeki tesislerde avantaj sağlayabiliyorsunuz. Verimlilik arayışı, 1.000 kW üzerindeki tesislerde ağırlıklı amonyağı ön plana çıkarıyor. 500 ve 1.000 kW arası bir geçiş bölgesi olup 500 kW’nın altında ise genellikle freon çok cazip kalıyor. Yeni yaklaşımlardan biri olan hibrit soğutma veya dolaylı soğutma dediğimiz uygulama, özellikle tarımsal ürünlerin depolanmasında çok iyi sonuçlar veriyor. Bu sistemde tesis, glikollü, salamura suyuyla soğutuluyor. Bu çok rahatlıkla çözülebilir bir sistem. Bunu çözmek için bir tane soğuk su üretme grubuna ihtiyacımız var. Eğer soğuk su üretme grubunuzu, varsa açık alanınızda iyi bir önlemle tıpkı LPG tanklarının yerleştirildiği gibi yerleştirmek mümkün. Böylece yüksek miktarda doğal soğutucu akışkan kullanabilirsiniz, verimlilik olarak da şu anda sentetik soğutucu akışkanlarla yarışabilecek bir verime ulaşabilirsiniz. Sistemdeki soğutucu akışkan glikollü su olduğu için çevresel negatif bir etkisi de bulunmuyor. Herhangi bir arıza durumunda da özel eğitimli bir uzman yerine bir su tesisatçısı ile sorunu çözebilirsiniz. Özetle işletme yönünden daha kolay ve daha iyi bir çözüm üretmiş olursunuz.

Türkiye'nin bu alandaki dönüşümünün ileriye doğru şekillenebilmesi için iki temel adım atması gerekiyor. Birincisi, Et ve Balık Kurumu gibi kamusal yatırımların öncelikli olarak doğal soğutucu akışkanlara geçmesi lazım. İkincisi mevcut soğuk depolama teşviklerinde F-Gaz yönetmeliğine uygunluk, doğal soğutucu akışkanların kullanımı bir koşul olarak tanımlanabilir.

Türkiye'de bu dönüşümdeki önemli bir problem de bu alandaki yeterli teknik eleman sayısının bulunmaması. Yani freonlu sistemlerde, sentetik soğutucu akışkanlarda Türkiye'nin 81 ilinde yetişmiş teknik eleman bulabilirsiniz. Ama bir amonyak tesisi söz konusu olduğunda sadece birkaç tane firma mevcut. Eğer kamu bahsettiğim adımları atar ve bütün teşviklerini bu alternatif doğal akışkanlara doğru yönlendirmeyi başarırsa yakın zamanda bu alanda yetkinleşen personel sayımız da hızla artacaktır.

SOSİAD’ın uluslararası işbirlikleri ve projeleri

SOSİAD'ın yurt dışındaki en önemli partneri, Avrupa ölçeğinde örgütlenmiş bir çatı dernek olan AREA. Komisyonlarında üretilen bilgileri bir üst bilgi haline getirerek Avrupa Birliği'nin bu alandaki ihtisas kuruluşlarına ya da parlamentosuna iletir ve bunların bir yayına dönüşmesini ve yeni mevzuatların oluşmasını sağlar. F-Gaz Yönetmeliği de AREA üzerinden şekilleniyor. SOSİAD olarak 2014 yılından bu yana bu çatının altındayız. Hali hazırda üyelerimiz AREA komisyonlarında görev alıyor. Dr. Kadir İsa Hoca'mız AREA koordinatörlüğümüzü üstlendi. Bununla birlikte de bizim kendi bünyemizde oluşturduğumuz UMTAG Uluslararası Mevzuatları Takip ve Geliştirme Komisyonumuz da Türkiye'deki soğutma endüstrisinin temel ticaret mevzuatını takip etmek üzere oluşturulan bir yapıdır. Bakanlıklarla beraber çalışıyoruz. Bu çalışmalarda sektörden komisyonlarımız aracılığı ile toplanan bilgileri ilgili resmi kurumumuza sunarız.

Bir AB projesi olan Real Alternatives 4 Life projesinde yer aldık. REAL Alternatives 4 LIFE öğrenme programı aracılığıyla endüstri grupları, amonyak, hidrokarbon, karbondioksit ve düşük yanıcı maddeler gibi alternatiflerin güvenli kullanımı hakkında bilgi sağlamaya yardımcı olmak için bir araya geldi. Bu alanda toplanan bilgiler ve e-öğrenme modülünün tamamı Türkçeye kazandırıldı.

Demonstrasyon Projesi kapsamındaki uygulamalar, elektrikte ortalama %50 tasarruf edilebileceğini kanıtladı

Tamamladığımız UNIDO projesinde, bir market uygulaması, bir soğuk depo ve bir chiller grubunda soğutucu akışkan ve teknoloji dönüşümü gerçekleştirdik. Bu üç dönüşümün hepsinde benzer sonuçlar karşımıza çıktı. Özellikle market alanındaki dönüşüm benim yakın takip ettiğim bir uygulamaydı. 

Bu çalışmalarda endüstriyel soğutma alanında düzenli bakım ve kontrol faaliyetlerinin çok önemli olduğunu gördük. Market dolaplarını açtıklarında aşağılardaki peteklerin önlerinin muhtelif atıklarla tıkanmış olduğunu ve hava geçişinin çok büyük bir zorlukla karşılaştığını gördük. Yani bu haldeki bir dolabın kompresörü çalışıyor ama gereken soğutmayı yapamıyordu. Bu noktada önemli bir faaliyet yüzey temizlenmesi oldu. Orada soğutucu akışkan gaz değişimini gerçekleştirdik. Soğutucu akışkan R22 iken R452A gazına geçiş yapıldı. Yaklaşık 20 yaşındaki kondenser grubu oldukça verimsiz bir noktaya düşmüştü. Kondenser grubunu yeniledik. Soğutucu akışkan filtre temizliği yapıldı, soğutucu yağ değişimi yapıldı. Sonrasında ölçümler yaptık ve bir yıl boyunca da takip ettik. Çalışma yaptığımız bu üç tesiste %48-52 aralığında enerji tasarrufu söz konusu oldu. Bir gün SOSİAD üyelerimizi dönüşüm yaptığımız o markete götürdük. Market girişinde market çalışanları bizi çok güler yüzle karşıladılar. Müthiş bir ilgi gösterdiler. Bu ilginin, bu güler yüzün sebebini merak ettik. Meğerse market sahibi elektrik faturalarında düşüş olursa kazanılan parayı işçilere prim olarak dağıtma sözü vermiş. Tabii marketin elektrik gideri yarıya düşünce oradaki herkes bundan ciddi bir şekilde pay almış.

Türkiye'de şu anda bu şekilde yüzlerce, belki binlerce tesis var. Şu anda market sektöründe soğutma için kullanılan elektriğin en az yüzde yirmi beşini küçük bir dokunuşla geri kazanabilme potansiyelimiz ve olanağımız var. Bu gerçekliğe sarılmalıyız. Bir ölçeğin üzerindeki bütün soğutma sistemlerinin yılda bir kez bir bağımsız kuruluş tarafından kontrol edilmesini önerdik. Eğer bir periyodik bakım ve kontrol sistematiğini oturtabilirsek hem çok büyük bir enerji tasarrufu sağlayabilir, hem de gıda güvenliğini artırabiliriz.

Sektörümüz, sürdürülebilirlik çalışmalarında hız kazanmalı

Sektörümüzün Yeşil Mutabakat ve yeşil dönüşüm konularında mevcut durumunu tespit etmek amacıyla bir anket çalışması yaptık. 19 üyemizin katıldığı bu anketin sonuçlarında genel olarak bir kısım firmada bu konuda bazı çalışmaların başladığını ama buna ilişkin kendi içyapılarında yeni bir örgütlenme alanının şekillenmediğini gördük. Sürdürülebilirlik başlığı adı altında kurumsal çalışma başlatan 1 üyemiz vardı. Diğer on sekiz firmada böyle bir çalışma yoktu. Bazı adımları atmış olmalarına rağmen bu çalışmalar bir çerçevede toplanıp, adım adım izlenecek bir plana dönüştürülmüş değildi. Kamunun yaklaşımını ve teşviklerini öğrenmek için KOSGEB'den ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'ndan üç kişinin de katılımıyla on-line bir seminer gerçekleştirdik. Bu seminerde aldığımız bilgiler ışığında kamu ile yazışmalara başladık. Enerji verimliliğini ilgilendiren, farklı çatılar altındaki farklı teşviklerin arasındaki eş güdümün kurulması talebinde bulunduk. 2026 yılında karşımıza gelecek olan karbon vergisi sistemiyle birlikte Avrupa'ya satmaya çalıştığımız mallarda ek gümrükler ödeyeceğiz. Bu vergi ödemelerinin azalması karbonsuzlaşabilmenize bağlı olacak. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde bakanlığımızın da bu alanda adımlar atacağını ve bunu bir çerçeveye toplayacağını umut ediyorum. Bunu yapamazsak, Avrupa'dan uzaklaşır ya da koparız. Gerçekte yeşil olmayan ve sürekli yeşile boyama cezaları yiyen bir ülkeye dönüşürüz. Tabii çözemediğimiz şeyler de var, örneğin karbon hesaplama metodu henüz netleşmiş değil. Bu konuda İklimlendirme Sektörü İhracatçılar Birliği bünyesinde bir çalışma grubu oluşturuldu ve bu grubun çalışmaları netleştiğinde bu çıktıları üyelerimize aktarmaya başlayacağız. Üyelerimiz de bu karbon hesaplama metodunda yüksek çıkan kısımları adım adım azaltarak ortadan kaldıracak çalışmaları yapacak.