Clicky

Header Reklam
Header Reklam

Fatma Çölaşan: 'Bir ülkenin, teknik müşavirlik kuruluşları gelişmeden önce geliştiği dünyada hiç görülmemiştir.'

05 Aralık 2012 Dergi: Aralık-2012
Fatma Çölaşan, halen TOBB Teknik Müşavirlik Meclisi Başkanı; 1913 yılındaki kuruluşundan bu yana, yani 100 yıl içinde,  Müşavir Mühendisler Uluslararası Federasyonu FIDIC’in yönetim kurulu üyeliğine seçilmiş tek kadın ve tek Türk. (Ayrıca, tek sandalyelik üyelik için İngiliz Müşavirler Birliği tarafından aday gösterilmiş  olduğunu da not düşelim). Türk Müşavir Mühendisler ve Mimarlar Birliği’nin de dört yıl başkanlığını yapmış. Sektörde herkesin istediği şeyi istiyor; teknik müşavirlik sektörünün uluslararası arenaya entegrasyonu, gücünün sürdürülebilir kılınması, Türk mühendisliğinin hak ettiği yere gelmesi, teknik müşavirlik alanının anahtar rolünün algılanması ile sektörün sağlıklı bir yapıya kavuşması ve kırılganlığının giderilmesi…
Ama o bunları istemekle kalmıyor, her türlü platformda gönüllü olarak görev alıyor, paneller düzenliyor, bilgilerini paylaşıyor, ileri ülkelerde gördüğü uygulamaları Türkiye’ye taşımaya ve sektörün mevcut olumsuz koşullarını gücü yettiğince değiştirmeye çalışıyor. Bildiklerini, gördüklerini bir kez de Termodinamik okurları için anlatmasını istedik; kırmadı, anlattı…


Bir şeylerin düzeltilmesi gerekiyorsa, işe terminolojiden başlanılmalı

Teknik müşavirlik, üst sektörü olan “yapı (inşaat) sektörü” ile birlikte artıları ve eksileriyle yaşamak, yaşamanın ötesinde ivmesini sürdürmek, hatta artırmak, gelişmek için arayış içinde. Bu yönde uzun yıllardır müşavirler, son birkaç yıldır da devlet tarafından çaba sarf ediliyor. Mevzuatta öncelikle terminoloji birliği olmadığı için bu çabalar hedefe erişemiyor. Raporlar hazırlanıyor ama bu raporlar çoğunlukla inşaat sektörü diye başlıyor, müteahhitlik sektörü diye devam ediyor. İnşaat sektörünün sorunlarının tartışılacağı ilan edilen toplantılarda neredeyse sadece müteahhitlik sektörünün sorunları irdeleniyor. İnşaat sektörü denildiğinde müteahhitlik alanı algılanıyor. Komisyonlar kuruluyor; mesela adı “İnşaat, Proje, Mühendislik-Mimarlık, Teknik Müşavirlik ve Müteahhitlik Hizmetleri Komisyonu” olabiliyor. Halbuki inşaatı bir sektörü tanımlayan ifade olarak anlarsak, “mühendislik-mimarlık” meslektir, bir faaliyet türü değildir. Teknik müşavirlik ise bir faaliyet, hizmet alanıdır. Proje (burada tasarım denilmek isteniyor) teknik müşavirlik hizmetlerine  dahildir, onun alt başlıklarından biridir. Müteahhitlik, tıpkı teknik müşavirlik gibi inşaat sektörünün bir paydaşıdır. Yani sözcükler türdeş bile değil; meslekle hizmet/iş birbirine karıştırılıyorsa bu komisyonlar neyi, nasıl çözümleyebilir? İnşaat sektörü (yapı sektörü) dendiğinde içinde müteahhitlerin dışında teknik müşavirler, malzeme üretici ve satıcıları olarak üç ana bileşen var ve teknik müşavirlik sektörün itici gücüdür. “Öyle başlıklar koyalım ki dışında hiçbir şey kalmasın” bakış açısı, çok sık düşülen bir hata aslında. Yatayda bu kadar geniş bir alan belirlemek, odaklanmanın, meram anlatmanın ve dolayısıyla net çözümler üretebilmenin önündeki en büyük engel. Mevzuatta da terminoloji birliği yok. “Proje” deniliyor, sözcük tasarım anlamında kullanılıyor. Yani tasarımcılık, ya da tasarım hizmetleri diyeceğimize, proje hizmetleri diyoruz. Yatırımın bütününün adı projedir zaten. O projenin hayata geçirilmesi için gereken faaliyetlerin biri olabilir ancak tasarım. Yani birbirinden ayrı sözcükleri birbirinin içinde, birbirinin yerine kullanıyoruz. Böyle olunca ihale kanunu başta olmak üzere terminoloji birliği sağlanamıyor; derdimizi, meramımızı bir türlü anlatamıyoruz. Kandi içimizde bile birbirimizin neden bahsettiğini bile anlayamıyoruz zaman zaman.
Mekanik tesisat kapsamında kullanılan terimlere, cihaz ve sistemlere taktığımız adlara bakacak olursanız o alanda da bir terminoloji birliği olmadığını görmek mümkün. Aynı sözcüklerle aynı şeyi kastetmiyorsak nasıl ortak yarar üretebileceğiz? 

Bulanık suda balık avlamak

Aslında pek çok alanda eksiklerimiz var. Yapılan sözleşmelerin çerçeveleri, tarafların sorumlulukları net değil; sözleşmelerin genel hükümleri, yani idari sözleşmeler standart değil. Ülkemizde yapı kodları yok, standartların bir çoğu eksik veya eski. Bütün bunlar olmayınca da, inşaat sektöründe yaşanan sıkıntılar türlü toplantılarda dile getiriliyor ama bir adım öteye geçilemiyor, söz konusu toplantılar “ah-vah toplantıları” olarak kalıyor. Oysa netleşmesi gereken pek çok konu var; teknik müşavirler için zorunlu tutulması gereken mesleki sorumluluk sigortası sistemi, sadece şahıslara verilebilen ve sektörün gelişmesine fazla katkısı olmayan yetkin mühendis ünvanı, teknik müşavirler için asla önerilmemesi gereken –ileri ülkelerde benzeri bulunmayan - sertifikasyon, bir türlü gerçekleştiremediğimiz inovasyon, düşünemediğimiz sürdürülebilirlik gibi… Yapılacak işin, verilecek hizmetin gerektiğince iyi tanımlanması, tarafların karşılıklı sorumluluk ve yetkilerinin,  karşılıklı yaptırımların belirlenmesi çok önemli. Örneğin hizmetin doğasına aykırı olarak ülkemizde müteahhitle birlikte müteselsilen sorumlu tutulan teknik müşavirlerin bu sorumluluklarına bir sınırlama getirilmediği sürece, konunun önemi hiç anlaşılamayacak. Düşünülebilir mi; müteahhiti kontrol etmekle görevli olan, yani işveren temsilcisi olarak görev yapan müşavir, müteahhitle ortakmış gibi sorumlu tutulacak? Sadece bundan bile anlaşılabilir ki hizmetlerimizin ne olduğunun, topluma yararının, ekonomiye katkımızın (yarattığımız katma değer1’e karşılık, 50 ila 75 arasındadır uluslararası arenada çok iyi bilindiği gibi), tam bağımsız olmamız gerektiğinin, yaptığımız “iş” itibariyle kar elde etmek ve büyümek zorunda olduğumuzun farkında değiliz henüz.
Teknik müşavirlik hizmetlerinin tanımı, kapsamı ne? “Doğal ve yapılı çevre üzerinde verilen teknolojiye dayalı fikir hizmetleri.” diye genel bir tanım var ama onun altını doldurmak, çerçevesini çizmek gerekiyor. Biz çizdik; hala ilgili mevzuata tam ve doğru olarak girmesini sağlayamadık. 
Hazırlanan kalkınma planlarına, ihtisas komisyonu raporlarına artık teknik müşavirlikle ilgili eskisine oranla daha çok bilgi giriyor. Ben 15 yıl önce 7. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın keleme alınmasında gönüllü çalışmıştım, bu yıl da 10. Kalkınma Planımızın teknik müşavirlik kısmını yazmaya çalışıyoruz. Kalkınma planlarının önemi, kendisi kısa olmasına rağmen bu plana bağlı olarak her yıl yenilenen orta vadeli (üçer yıllık) programlar, ilave olarak da her yıl yıllık programlar yapılmasıdır. Yıllık programlarda,  öngörülen gelişmeler ayrıntılı olarak yer alır. Örneğin “Teknik müşavirlik hizmetleri için ayrı bir ihale yasası hazırlanacaktır.” denilebilir. Bu nedenle kalkınma planında yer alan genel ifadelerin altını yıllık programlarla doldurmamız çok önemlidir. Yeni biz talep edeceğiz ki, olması gerekenler yapılabilsin. İyileştirme, sorunun başladığı ilk halkadan başlamalı. Galiba biz de bu programları yazdırmakta, takip etmekte ihmalci davrandık yıllarca. 

Sertifikasyon, belge ve yetkin mühendislik birbirine karışıyor

Sertifika konusunda çok büyük yanlışlıklar var. Sertifikasyon konusuna teknik müşavirlik sivil toplum kuruluşları olarak hep karşı çıktık. Yani devlet diyecek ki, “Sen A grubu müşavirsin, sen B grubu müşavirsin, sen şu işleri yapabilirsin, bu işleri yapamazsın”. Bu tür bir sertifika uygulaması, bir zamanlar var olan müteahhitlik karnesi uygulamasına benziyor. Verilir verilmez sertifikalar el değiştirmeye, kiralanmaya, satılmaya başlıyor, hızla yozlaşıyor. Zaten bir teknik müşavirlik şirketi (tıpkı müteahhitlik şirketi gibi) sürekli olarak ve her iş için “yeterli” sayılamaz. Yeterlilik ancak ihale edilecek işe uygunlukla belirlenir. Gökdelenler tasarlamış olan bir müşavir, küçük bir hastanenin tasarımında yeterli olmayabilir, çünkü hastane konusunda deneyimi olmayabilir. Bu, onun kaliteli olmayan bir firma olduğu anlamına gelmez. Ana fikir, her iş için ayrı yeterlilik değerlendirmesi gerektiğinin kabul edilmesidir. Ne müteahhitlik şirketlerinde ne de müşavirlik şirketlerinde iyi firma, kaliteli firma diye bir şey yoktur. Kaliteli firma, sadece günlük hayatı algılamamızda aklımızda olan bir nosyon. Doğrusu ise, “işe uygun firma”dır. Gelişmiş ülkelerin hiçbirinde, sürekli kalite simgesi olan böyle bir sertifika uygulaması yoktur; “yetkin mühendis” sertifikası ile, şirketlere uygulanması istenen sertifikasyonu  birbirine karıştırıyoruz. Yetkin mühendis sertifikası, dünyada da birkaç yerde veriliyor, mesela Almanya’da ve Amerika’nın, Kanada’nın bazı eyaletlerinde. Bu sertifika çoğunlukla inşaat mühendisleri için düşünülmüş bir belge; onun için bizde de konuya İnşaat Mühendisleri Odası sahiplenmişti. Ben Fatma Çölaşan olarak istersem gidip ABD’nin bir eyaletinden de, Almanya’dan da kendi adıma bir yetkin mühendislik sertifikası alabilirim. Ama bu bir işe yaramıyor. Çünkü şirketimle alakası yok bunun, birey olarak bana ait bir sertifika bu. Diplomanın bir adım ilerisi diyebileceğim bu sertifika, sektörü geliştirmeye yaramıyor. Çünkü şahsa ait bu sertifikayı taşıyan mühendis, bir gün sonra bir başka şirkette çalışmaya başlayabilir, işi alan muhatap ise bir şirket. Yani şirketin yetkinliği için bir kriter oluşturmuyor. Sektörü kalkındıracak güç ise şirketler, bireyler değil. Bu konu hazırlanmasında benim de çalıştığım FIDIC’in “Capacity Building” adlı yayınında çok iyi açıklandı. Ayrıca yeni yeni şunu da fark ediyorum ki; sertifika deyince gerekli belgeler sanılıyormuş. Yani Türkiye’de belge ile sertifikasyon da birbirine karışmış. Yine terminoloji birliğine geliyoruz; tamamen başka şeylerden saatlerce konuşuyoruz, sonunda ortaya çıkıyor ki sertifikadan anlaşılan şey ticaret odasına kayıt, mühendislik-mimarlık odalarına kayıt gibi birtakım belgeler aslında. O belgeler elbette olmalı. Bir şirketin varlığını ispat edebilmesi için, faaliyetlerini yasallaştırması için bunların olması gerekiyor. Ama düzenleme ihtiyacı gösteren alan bu değil. Mevcut yasal düzenlemelerimize göre diploma yetkisi ile büro açabiliyoruz. MMO’ya yıllar önce bir dava açmıştım; büro tescili için kursa gidip uzmanlık belgesi almamız gerektiği diretildiği için. Halbuki uzmanlık belgesi sadece yapı denetim şirketleri kuracaklar için öngörülmüştü o yıllarda. O zaman 25 yıllık büromun yıllık tescilini yapmadılar. Uzmanlık belgem bu ülkenin yasalarına göre diplomamdır ve bu yasal düzenleme değişmeden, uzmanlık belgesi diye bir şey isteyemezsiniz dedim, kabul etmediler. Dava açtım  ve kazandım, tescil belgemi mahkeme kanalıyla aldım ama Türkiye’de başka hiç bir makina mühendisi itiraz etmedi benden başka; bu belge için o zamanın parasıyla 100’er milyon lira ödeyip aldılar. Ben dava açmak için bunun beş katından fazla harcadım. Burada itiraz ettiğim şeyin net olarak anlaşılması gerek. Yeni mezun biri hemen şirket kurup teknik müşavirlik hizmeti vermeye başlasın demiyorum, ama önce bunun yasal altyapısı kurulmalı, mevcut yasalar değiştirilmeli, ardından yeni koşullar talep edilmeli. Her işveren idare veya kamu kurumu canının istediğini yapamamalı.Mesleki sorumluluk sigortasını zorunlu hale getirirsek zaten kimse cesaret edemeyecek her işin altına imza atmaya, başka bir tedbire de gerek kalmayacak batı dünyasında olduğu gibi.

Yirmi yıllık mücadele alanım; mesleki sorumluluk sigortası

Halâ mesleki sorumluluk sigortasının ülkemizde altyapısı yok deniliyor, yapılan yanlış uygulamalardan bahsediliyor, sigortanın uygulanamaz olduğu anlatılıyor. Meslekdaşlarımla da bu konuyu çok tartıştık. Hep sakınca olabilecek noktalar dile getirildi ama “nasıl olması gerektiğini tanımlayalım” fikrinde birlik sağlanamadı. Eksik ve hatalı bilgiler süreci yavaşlatıyor, çıkmaza sokuyor. Mesela Avrupa ülkelerinde bu sigorta mecburi değil dediler ve üztelik bunu bir yerlerde de yazdılar. Avrupa Birliği müktesebatını açıp okursanız, teknik müşavirlik hizmeti veren bütün firmaların mesleki sorumluluk sigortası yaptırmalarının zorunlu olduğunu görürsünüz. Yaptırmayanlara ceza yok elbette ama sigorta olmadan iş alamıyorlar ki zaten. Bir zamanlar “Türk sigorta mevzuatı bu sigortayı yapmaya uygun değil.” deniliyordu, biz de yıllarca gerçek zannettik bunu. Sonra TürkMMMB başkanlığını yaptığım dönemde “Yapıda Kalite ve Sorumluluk” paneli düzenledik; panele sigortacıları, hukukçuları çağırdık. Orada bizim sigorta mevzuatımızda hiçbir aksaklık, eksiklik olmadığı ortaya çıktı. Ama hâlâ sigorta mevzuatımızın yetersizliğini öne sürenler var. O zamanlar yapı denetim şirketleri kurulmak isteniyordu. Yapı denetim şirketlerine tasarım kontrolluğu yapabilir ama tasarım yapamaz dediler. Firmalar tasarım yapmadıkları takdirde tasarım kontrolluğu da yapamazlar ki zaten. Zaman içinde neyi kontrol edeceklerini bilemez, körelirler. Tasarım yapan, kendi yaptığı tasarım haricindeki projelerde elbette tasarım kontrolluğu yapabilir. Bunun için ayrıca yapı denetim kuruluşlarına gerek olmadığını, mevcut teknik müşavirlik kuruluşlarının zaten denetim fonksiyonlarının olduğunu anlattık durduk ama anlamak isteyen olmadı. Gerçek şu ki, mesleki sorumluluk sigortası kasko gibi bir şey olarak algılanıyor. Oysa bu, tazminattan önce caydırıcılık içeren bir sigortadır. Türkiye’de “mali sorumluluk sigortası” diye bir şey uydurulmuştu bir zamanlar, yapı denetim sistemi için öngörülmüştü. Yani yapıda bir hasar meydana gelirse teknik müşaviri sigortalayan şirket tazminatı ödeyecek. Böyle uydurma bir sistem dünyada yok, arkasında uluslararası reasürans olamaz. Olmadı da zaten. Gerçekte mesleki sorumluluk sigortasının anlamı şu: bir teknik müşavirlik şirketi hatalar yaptıkça, sicilinde hatalar arttıkça yıllar içinde kötü bir şöhreti olmaya başlıyor ve sigorta primleri yükseliyor, sonra da hiçbir sigorta şirketi böyle kötü sicilli bir şirketi sigorta etmek istemiyor. Sigortası olmayan bürolar teklif bile veremiyorlar. Bu şekilde bir caydırıcılığı da beraberinde getiren bir sistem bu, kalite yükseltici bir sistem. Evet, sigorta şirketinin riskin oluşumu karşısında yaptığı bir ödeme, bir tazminat var ama bu zararı gerçekten karşılayabilecek ölçeklere ulaşamaz ki zaten. Şöyle hesaplayalım: mesela mevcut durumda –yani mesleki sorumluluk sigortası sistemi olmaksızın- tasarım bedeli olarak bir tesisin ilk yatırım bedelinin % 1~1.5’u kadar bir hizmet bedeli alıyoruz ki, gelişmiş ülkelerde bu oran % 6~10 seviyesinde. Aldığımız bedelin %6’sı kadar bir kesin teminat veriyoruz.  İş tamamlandığında ise teminatımızı  geri alıyoruz ve daha sonra ortaya çıkabilecek hatalardan bir anlamda sorumlu değiliz. Mahkemeye veren çıksa ne olacak ki, davayı kazansalar Türkiye’de bir tasarım ofisinden ne alınabilecek? Fikir hizmeti verdiğimiz için ofis makinalarımız dışında paraya dönüştürülebilir yatırımlarımız yok. Sigorta uygulaması geldiğinde ise hizmet bedelim kadar bir tazminat öderim ancak, bu oran da yatırım bedelininin % 1~1.5’u kadar olur. Sigorta olmaksızın mevcut kesin teminatlı duruma göre 17 kat fazla ama bu miktar da verebileceğimiz zararla orantılı değil aslında.  Bir nokta iyi anlaşılmalı; bu mesleki sorumluluk sigortası sistemi öncelikli olarak kalitesizlikten caydırıcılık içeren bir sistemdir. Sektörde kaliteyi yükseltecek, teknik müşavirlik kuruluşlarının kalite garantisi anlamına gelecek bir sistemdir. Mevcut durumda sorumluluğumuz olmadığı gibi yetkimiz de yok. Normal olarak mesleki sorumluluk sigortasını devletin bizden zorla istemesi, bizim de kabul etmememiz, direnmemiz lazım, çünkü sistem bizlere çok ağır sorumluluklar yüklüyor aslında. Neden olsun diye israr ediyorsunuz o zaman diyeceksiniz şimdi. İstiyoruz çünkü kaliteli hizmet ile kalitesizi birbirinden ayırabilecek başka bir sistem yok. Bu sigorta sayesinde haksız rekabet önlenecek, firmalar kendilerine çeki düzen vereceklerdir. Teknik müşavirlik hizmetlerinin kalitesinin yükselmesi de önce inşaat sektörünün, daha sonra da ülkenin kalkınması demektir.
Gelişmiş ülkelerde sigortasız müşavirler iş alamıyorlar. Bu sistem yüz yıldır uygulanıyor dışarıda, biz ise yüz yıl geriden geliyoruz. Bizlerin bir yatırıma hangi ölçüde zarar verebileceğimizi hala kimse anlamıyor. “Sorumludur” diyor da sözleşmeler, neyle sorumluyum? Nedir yaptırımı bunun? Depremlerde yaşadık işte. Depremlerde sadece müteahhitler suçlandı,”Müteahhitler malzemeden çaldı.” denildi, ama o işin tasarım hizmetleri doğru mu verilmiş, kontrolluğu doğru mu yapılmış, kimse bu açıdan bakmadı. Zira biz yapım sürecinde sorumlu tutulmuyoruz ki. Sorumluluğumuz olmadığı için yetkimiz de yok; sorumluluğumuz ve yetkimiz olmadığı için saygınlığımız da yok. Yaptığımız işin anlaşılırlığı ve önemi de yok. Belki de amaç budur, bilemiyorum. Çünkü bütün gelişmiş ülkelerin olmazsa olmazı olan bu sigorta sistemi, Türkiye’de 20 yıldır büyük bir dirençle karşı karşıya...
Hazine Müsteşarlığı, Mart 2006’da Mesleki Sorumluluk Sigortası Tebliği yayımladı. Kapsamı içinde tıp doktorları, avukatlar, mali müşavirler ve bizim gibi teknik müşavirler var. Bu dört gruptan sadece bizimkinin klozu (~uygulama yönetmeliği) bugüne kadar yazılamadı. Anlıyorum,  bizim yaptığımız iş  kolay anlaşılır bir iş değil ama tebliğ altı yıl önce neden yayımlandı o zaman? Biz TOBB Teknik Müşavirler Meclisi olarak bu klozu yazdık, yakında ilgililere vereceğiz, ama sigortayı mecburi tutacak olan kuruluş, şu anda Hazine Müsteşarlığı değil, mevzuatı düzenlediği için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’dır. 

Yaptığınız tasarımda gıyabınızda değişiklik yapılıyorsa sorumlu tutulmanız söz konusu olamaz

Fikri mülkiyet haklarımızın, telif haklarımızın korunması ile ilgili de sorunlar var. Kontrolluk ile işveren karar veriyor ve hiç haberimiz olmadan tasarımlarımız değiştirilebiliyor. Altında imzamız bulunan bir tasarım, bizi bilgilendirmeden değiştirilebiliyorsa sorumluluğumuz nasıl devam edebilir?
Böyle bir davamız olmuştu, tasarım hizmetlerini üstlendiğimiz Dünya Bankası kredili bir işte. Tasarımlarımız neredeyse bütünüyle değiştirilmiş, önemli hiçbir önerimiz uygulanmamıştı. Değişiklikler bize haber bile verilmeden yapılmış, nedeni de belli değil. Üstelik değişiklik yapıldığını dolaylı olarak duymuşuz, faks çekip ikaz etmişiz, “Bizim bu işte bir milyon dolarlık mesleki sorumluluk sigortamız var, sorumluluğumuz hâlâ devam ediyor. Bizden habersiz, iznimiz olmadan hiçbir değişiklik yapamazsınız.” demişiz, yanıt bile alamamışız. Sonra bakmışlar ki inşaat maliyeti ihale bedelinin iki mislinin üstüne çıkmış, müteahhit başta olmak üzere projede adı geçen herkesi mahkemeye vermişler. Dava on yıldır sürüyor, daha da süreceğe benziyor. Yapılan değişikliklerle ve maliyet artışıyla hiç ilgimiz olmamasına rağmen avukat tutmak ve defalarca savunma yapmak zorunda kalıyoruz. Teminat mektubumuz hâlâ bankada duruyor, komisyonlarını ödemek zorundayız. Bunların hiçbiri bize geri verilmeyecek. Bunları Türkiye’de yaşanan kaostan küçük bir örnek vermek için naklettim.

Yapı denetim şirketlerine neden karşıydık?

Yapı denetim şirketleri aslında teknik müşavirlik şirketleridir, ama nedense 2001 yılında bütün itirazlarımıza rağmen, Türkiye’de devlet eliyle yeni yapı denetim şirketleri kurduruldu. Şimdi bu sistem gerektiği gibi çalışmıyor, çok büyük aksaklıklar var. Bu konuda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yeniden çalışmalar yapıyor. Dünyada çok az ülkede yapı-denetim şirketleri var. Avrupa’da sadece Fransa, İngiltere ve Türkiye’de var. Fransa’daki sistem çıkar çatışması yaratan kötü bir sistem ve orada büyük bir tekelleşme oluşmuş durumda. Müteahhitler kendi kendilerini kontrol ediyorlar, açılan davalar on yıllarca sürüyor. Türkiye gitti, yapı-denetim yasasını her nedense Fransa’dan örnek alarak yazdı. Yapı denetim şirketleri kaldırılsın dediğimiz zaman, yapıda denetim olmasın dediğimizi zannediyorlar, daha doğrusu bu şekilde kasten olduğunu düşündüğüm savunmalar yapıyorlar. Halbuki öyle bir şey demiyoruz, kontrolsuz bir inşaat sektörü istemiyoruz. Sadece son derece yanlış olan yapı denetim şirketlerinin  varlığını, kural ve uygulamalarını tartışıyoruz. Fransa’dan çok daha iyi bir örnek olan İngiltere’deki yapı denetim şirketleri, teknik müşavirlerin yanısıra ilave hizmetler veriyorlar. Oradaki YD şirketleri inşaatları sadece üç başlıkta denetliyorlar; yapısal sağlamlık, sağlık koşulları ve çevreye etkiler yönünden. Bu üç konu üzerinde ellerinde standart check-list’ler var, o listedeki maddeleri kontrol edip onay veriyorlar. Örneğin bir büyük hastanenin veya otelin mutfaktan çıkan suları kanalizasyona verilirken yağ ayırıcıdan geçirilmiş mi; röntgen bölümünden aspire edilerek dışarı atılan ve radyoizotop içeren hava, etrafa zarar vermeyecek şekilde radyasyondan arındırılmış mı; kondenseri soğutmak için yer altı suları kullanılıyorsa, bu su, yapılmaması gerektiği halde yeniden yer altındaki aynı su katmanına veriliyor mu; fabrika atıkları yakınından geçen nehire dökülüyor mu vs. Bu gibi son derece somut şeylerde noktasal kontrol yapıyorlar ve bunlar bile mesleki sorumluluk sigortası yaptırmak zorundalar. İşin ilginç kısmı mühendis olmak zorunda değiller bu şirketlerin yetkilileri, tekniker olmaları yeterli olabiliyor; çünkü yapılan iş rutin bir 
iş ve karmaşık da değil. İngiltere, yapı denetim kuruluşları ile ilgili düzenlemede en iyi örnek. Anlattığım ikisinden (İngiltere ve Fransa) başka ülkelerde, böyle bir sistem zaten hiç yok. 
Oturuyoruz masanın başına, “icat” yapıyoruz. Bu sözüme kızıyorlar ilgililer ama kastettiğim şey dayanakları olmayan, başka ülkelerde denenmişliği ve doğru sonuçları alınmış olmayan, altı doldurulamadığı için gerektiği gibi uygulanamayan, ilgili sektörler dinlenmeden işlevsiz formüllerin etraflıca düşünülmeden ortaya atılmasının yanlışlığı. Mesela ilk başta yapı denetim şirketleri için öngörülen “mali sorumluluk sigortası” baştan aşağı icattı, dünyada böyle bir sigorta sisteminin eşi benzeri bulunmamaktadır. Arkasında uluslararası reasürans olmadığı, olamadığı  için,  bu sigorta yapılamadı. Neden reasürans yok? Çünkü uydurmadır; birinin aklına gelmiştir, yazmıştır. Bina yıkılacak, bina yıkılır yıkılmaz sigortacılar kusurun kimde olduğu tespiti olmaksızın bunu ödeyecekler, öyle mi? Sigortacılıkta rücu sistemi vardır. Sigorta hasarı öder ve bu bedeli kusurlu taraftan tahsil etmeye bakar. Kusurlu tarafın tespitine yönelik bir prosedür yok iken hiçbir sigortacı bu sigortayı yapamaz veya hasar halinde de ödeyemez. 

Kod ve Standart aynı şey değil

İşte yine içiçe geçmiş iki ayrı kavram: Standartlar ve kodlar. Türkiye’de kod yok. Yani kodların yanlışlığından, eksikliğinden söz edemiyoruz; olmadığından bahsediyoruz. Yapı kodu dediğimizde; yapının türüne, özelliğine bağlı olan gerekliliklerin tanımlanmış olmasını kastediyoruz. ABD’de, Rusya’da, bir çok ülkede bu kodlar var.
Sibirya’da yaptığımız bir kreş projesini örnek olarak vereyim; çocukların birbiri ile mikrop alış verişi, gribal enfeksiyon riski çok fazla. Bu nedenle kreş binası için tanımlanmış, mutlaka kurulması gereken sistemler var. Rusya kreşler için havalandırma sistemi yapılmasını zorunlu tutuyor, mikrop alışverişini önlemek ve çocukları sağlıklı bir ortamda tutabilmek için. Bizde serbest, ister yap ister yapma. Basit bir ısıtma ile sıhhi tesisat tasarlarsanız kimse size neden havalandırma yok burada diye sormuyor. Rusya’da başka bir kreş koşulu; soğuk iklim kuşağındaki bölgelerde dışarıdan gelen, giysilerinin ıslak olması muhtemel çocukların kullandığı portmantonun ısıtıcılı (kurutucu) bir sisteme sahip olması gerekiyor ki çocuklar dönüşte ıslak giysi ve ayakkabıları tekrar giymek zorunda kalmasınlar. ABD’de yaptığımız bir villa kompleksi işinde banyo aydınlatması ile ilgili bir kodu örnek vereyim; penceresi olmayan banyolarda lambayı açtığınızda aspiratör çalışır ya, orada banyo için iki aydınlatma alternatifinin olması gerekiyor. Aspiratöre bağlı genel mahal aydınlatması ile aynanın etrafında ve aspiratörü çalıştırmayan ikinci bir aydınlatma olması gerekiyor. Konfor koşullarını gözeten bu uygulama, geç saatlerde yandaki odada aspiratör sesinin duyulmak istenmediği hallerde esneklik sağlıyor. Yani bu kadar detayın gözetildiği kodlar var. Türkiye’de ise bunlar sadece tasarımcının öngördüğü, bilgisine ve tercihine kalan detaylar olabilir, uyulması gereken zorunluluklar değil.
Standartlar ise bir şeyin ne özellikte olması gerektiğini tanımlar. Daha çok bir imalata yöneliktir. Örneğin bir fanın üretileceği malzemenin özelliğini, kanat malzemesi kalınlığını vs. belirler. Bunlara standart diyoruz. Ama kodlar, yapıların kullanım amaçlarına göre hangi özelliklerinin olması gerektiğini belirler. Yani biri ne olması gerektiğini, diğeri nasıl olması gerektiğini anlatıyor diyebiliriz. Bizde ne ve nasıl soruları birbirine karışmış durumda. Ayıklayabilirseniz, bizim standartlarımızın içinde bazı kodları bulabilirsiniz, hepsi o kadar. 

İnovasyon ve sürdürülebilirlik gözetilmeden gelişemeyiz

Bütün dünya “yaratıcı yenilikçilik” diyebileceğimiz inovasyon konusuna odaklanmış. Yenilik yapabilmemiz ve yaratıcı bir şeyler ortaya koyabilmek için öncelikle teknik müşavirlere iyi koşulların, yeterli zamanın ve gelirin sağlanması lazım. Bu sağlanmadığı sürece Türkiye’nin hiçbir şekilde inovasyon yapacağı yok, sürdürülebilirliği sağlaması da mümkün değil. Tabii sürdürülebilirlik çok genel bir kavram. Neyin sürdürülebilirliği? Doğanın mı, mühendislik hizmetlerinin mi, gelişmenin mi? FAR’ın (Federal Acquisition Regulation-USA) çok çarpıcı bir tespiti var: “Teknik müşavirlik hizmetleri gelişmemiş bir ülkenin, bunlar gelişmeden önce geliştiği hiç görülmemiştir dünya yüzünde” diyor. Yani mühendislik hizmetlerinden önce kendi kendine gelişen, büyüyen bir tek ülke yok. İnovasyon ve sürdürülebilirliği yan yana koyduğunuz zaman teknik müşavirlerin bedel teklifi ile değil, kalifikasyon (yeterlilik) esasına göre seçilmeleri gerektiği ortaya kendiliğinden çıkıyor. FIDIC için Kalite Esaslı Müşavir Seçimi (Quality Based Consultant Selection) adında bir kitap yazdık; ben halen FIDIC bünyesinde ilgili komitenin başkanlığını yapıyorum. Daha önce de 2003 yılında bütün dünyada uygulanan müşavir seçim yöntemlerini anlatan, irdeleyen bir kitap yayımlamıştık, onun adı da FIDIC Guidelines For The Selection of Consultants (Müşavir Seçimi İçin FIDIC Rehberi) idi; şimdi yenilenen ikinci baskısını hazırlıyoruz.  “Quality” (kalite) kelimesi aslında “Qualification” (yeterlilik) olmalıydı ama QBS kısaltması, dünya ölçeğinde çoğunluğun algısında “Quality Based Selection” olarak uzun yıllardır yer etmiş, sadece bu yüzden değiştirmedik. Türkiye’de ihale kanunundan kaynaklanan çok büyük aksaklıklar var. Müşavirlik hizmetleri için bedel teklifinin gereğinden fazla ağırlıklı olduğu bir kanunla inovasyon yapılamaz. Geçtiğimiz yıllarda bizim çabalarımızla, bedel esaslı müşavir seçimi yerine kalifikasyon+ bedel teklifinin değerlendirilmesi esası getirildi kanunda ama işveren idareler teklif verenlerin tümüne birbirine çok yakın teknik puanlar vererek ihaleyi yine bedel teklifi esasına çeviriyorlar, yani değişen pek birşey olmadı. Türkiye bu anlayışla hiç bir yere gelemez. Bir de, son yıllarda hizmetlerin, işlerin bir çoğu kanun kapsamının dışına çıkarılmış, istisnalara kaydırılmış durumda. Bakıyorsunuz, olmaması gereken birçok ihale istisna olarak tanımlanmış. İstisnaların bu kadar çok olması, hizmetlerimizi yasal mevzuatın dışına taşıyor ve kontrolsuz bırakıyor. 

Kervanı önceden planlamak yerine yola çıktıktan sonra oluşturmayı benimsemişiz

Planlamaya verdiğimiz önem öncelikle gözden geçirilmeli. Amerikalılar, başlangıçtaki tasarım hizmetleri de dahil bir yatırımın planlanma süresini hesaplıyorlar, örneğin 36 ayda bitecek bu iş diyorlar. Bunun üçte biri, tasarım hizmetlerine ayırılıyor. Bizde bu süre yüzde biri midir, kaçıdır bilemiyorum. Gelişigüzel bir tasarım, bir kâğıt parçası, çala kalem bir şey ortaya konuluyor, yola çıkılıyor. Sonra yol alınırken o tasarım değiştirilmeye başlıyor. Halbuki kâğıt üzerinde bir şey tamamlanmadan, doğru düzgün her unsur irdelenmeden inşaata başlanamaz. Yabancı ülkelerde yapılan projelerde, tasarım öncesi toplantılar düzenleniyor ve en az 30 kişi toplantı masasına oturuyor. Tasarım öncesi toplantısı (pre-design meeting) çok önemli, çünkü özellikle mekanik tesisat kararları burada alınıyor. Toplantılarda işveren temsilcileri de bulunuyor. İşverenin de kendi içinde branşlara göre ayrı temsilcileri oluyor. Kimi sağlık konusuna bakıyor, kimi sağlamlığa bakıyor, kimi yangına bakıyor. Bütün bu gruplar birlikte çalışarak önce sistemleri belirliyorlar. Mesela mimari tasarım konuşulurken tesisatçı olarak benim o odadan çıkma hakkım yok veya bir tesisat konuşulurken mimarın veya inşaat mühendisinin beni dinlememe hakkı yok. Tasarımın entegre bir çalışma olduğu çok iyi biliniyor. Bir keresinde küvetin yönünü değiştirmek istedi mimar; itiraz ettik,“Çeviremeyiz, çünkü öyle olursa bunun altından inen boru, aşağıda salonda görünür” dedik, dikkate alındı. Toplantıda bulunmasaydık bu basit uyarı yapılamayacak, inşaat sırasında problem çıkacaktı. Önemsiz detay diye görmemek gerekiyor. Bizde ne gerektiği kadar planlama ve organizasyon var, ne de yeterli koordinasyon. Atalarımız “Göç yolda düzülür.” demişler, hala o düşüncedeyiz maalesef.

Tasarımcının, müşavirin bağımsızlığı ne demek?

Teknik müşavirlik hizmetleri kapsamında tasarım hizmetleri de var demiştik. Burada vurgulamak istediğim ve algılamada çelişki yaratabilecek bir durum var. Teknik müşavirlik kuruluşlarının iki şapkası olabiliyor verdikleri hizmetlere göre. Teknik müşavirlik şirketleri, bir tek istisna dışında “işveren temsilcisi” olarak görev yaparlar, yani bağımsız ve tarafsız olmak zorundadırlar. İstisna ise, tasarımcı müşavirin müteahhitle birlikte sorumluluk aldığı Tasarla-Yap (Design Build) tipi yapı elde etme modelidir.  Burada tasarımcı teknik müşavir bağımsız olmak zorunda değildir, mesela müteahhitin yan kuruluşu olabilir ve kendi grubu için tasarım yapabilir. Veya tam bağımsız bir müşavir şirket sadece iş bazında ve Tasarla-Yap yönteminde bir müteahhit ile ortak çalışma yapabilir; bu durumda yapılan tasarımı kontrol edemez. 
Yukarıda sözlediklerimi, yani Design-Build istisnai durumunu konumuz dışında bırakırsak, teknik müşavir tam bağımsız olmalıdır. Örneğin bir müşavirlik şirketi, bir müteahhitlik grubunun alt kuruluşu olup diğer bağımsız müşavirlerle rekabete giriyorsa, bu hem haksız rekabete sebep olur, hem de çıkar çatışması söz konusu olabilir. Bağımsızlığı iki noktada arıyoruz; kararlarda bağımsızlık (ve tarafsızlık) ile finansal bağımsızlık. Teknik müşavirin kararlarında bağımsız olması lazım, çünkü mesela kontrolluk yapıyorsa taraflar arasında bir tür arabuluculuk yapmaktadır. Müşavir, hem işlerin öngörülen sürede tamamlanmasını hem de gereken kalitede olmasını sağlamalı, tarafları mağdur etmemelidir. Müteahhit mağdur olursa iş bitirilemeyecek veya gereken kalite sağlanamayacaktır. İşverenin mağdur edilmesi de ahlâken kabul edilebilir bir şey değildir. Dolayısıyla teknik müşavir ne müteahhite ne de işverene bağımlı olmalıdır. Müşavirin finansal bağımsızlığı yok ise, sadece yaptığı işlerden elde ettiği kazançlarla ayakta kalması gerekmiyorsa, yani zarar etme kaygısı bulunmuyor ve başka bir kuruluş tarafından destekleniyorsa, olmaması gereken düşük bedellerle iş alarak haksız rekabete yol açabilir. Teknik müşavirlik kuruluşları mesleki hizmet veren, ama bir taraftan da kar etmesi gereken ticari  kuruluşlardır ve bu tür haksız rekabet koşulları, onların sayıca azalmalarına, küçülmelerine ve sonuçta yok olmalarına neden olabilir.
Cihaz ve malzeme üretici-satıcı firmalarından komisyon alınması da bir diğer finansman bağımlılığı faktörüdür. Tasarımcı ve müşavirin finans kaynağı sadece verdiği hizmet olmalıdır. Bu takdirde kendi meslek etiğinin gereklerini yerine getirebilir; kamu çıkarlarını  ve işvereninin çıkarlarını gözetebilir, yapım işlerinin kalite esaslarına ve yasal gereksinmelere bire bir uygun olması sorumluluğunu üstlenebilir. Tabii ki bağımsız müşavirin ayakta kalabilmesi için yeterli gelire sahip olması gerekir. Rekabetten dolayı her şey rayından çıkıyor. Birlikte çalışılacak müşavir neredeyse sadece teklif bedeline göre seçiliyor; bu kamuda da, özel sektörde de böyle. 

Tasarımcı veya teknik müşavirin seçimi

Kanada, Amerika, Avustralya, Yeni Zelanda gibi gelişmiş ülkelerde, ihale yapılmadan tanıdık bir müşavirle çalışılması yasalarla engellenmiş durumdadır. Yani “Ben bundan memnunum, yine bununla devam edeyim” denmesi yasak. Bütün projelerin kamuya açık olması, ilan edilmesi ve ihale yapılması gerekiyor. İhale yöntemleri ve prosedürleri büyük ölçüde birbirine benziyor. Dünya Bankası, Avrupa Yatırım Bankası, Asya Kalkınma Bankası, Afrika Kalkınma Bankası, İslam Kalkınma Bankası gibi uluslararası finans kuruluşlarının önerdiği sistemlerde şimdiye kadar teknik teklifle birlikte belirli oranda öngörülen finansal teklif de değerlendiriliyordu. Şimdi inovasyon ve sürdürülebilirlik kavramları ile birlikte bedel teklifi de yavaş yavaş kaldırılıyor. Çünkü gelişmiş dünya, yatırımların ömür boyu maliyetlerinin sadece % 1’i kadar hizmet bedeli ile ihale edilen müşavirlik hizmetlerinin, hiçbir pazarlığa tabi olmaması gerektiğini; sırf pazarlık yüzünden tesislerin büyük kayıplara uğrayabileceğini, büyük riskler alındığını artık anladı. Avrupa Birliği de sadece kalifikasyon esaslı müşavir seçimine doğru gidiyor. Biz hep yatırım maliyetlerine göre oranlayarak bedel biçiyoruz. Eski Bayındırlık Bakanlığı bedel tabloları bu süreçte maalesef hala önemli rol oynuyor. Bu listeler büyük ölçüde hatalı ve birbirleriyle ilişkileri çelişik. Mesela mekanik tesisat tasarımında hâlâ 1985’te yayımlanan oranlara bakılıyor. 1985’te klima çeşitleri mi vardı; ısı yalıtım projesi mi vardı; yangın dolaplarından başka yangın söndürme sistemi mi vardı; merkezi medikal gazlar mı vardı; otomasyon mu vardı; balanslama mı vardı; yeraltı suyunu, toprağı kullanmak mı vardı? Ama 1985’teki oranlar beynimizde yer etmiş. Mekanik tesisatçılar için öngörülen 0.50 diye bir oran var o yıllarda, hala anlayış aynen devam ediyor. Oysa örneğin betonarme tasarımda bu boyutta bir gelişme olmadı son 30 yıldır. Bir zamanlar bir hastane tasarımı için ortak çalışacağımız hastane uzmanı bir Amerikan firmasından disiplinlere göre tasarım hizmetleri gerçek bedel oranlarını istemiştik. Hala dosyamda acıklı bir anı olarak durur; mimari tasarım % 23 ise, mekanik tesisat tasarımı % 24, elektrik tesisatı tasarımı % 13, betonarme tasarımı % 12, medikal ekipman ve medikal möble tasarımı % 10, alt yapı tasarımı %7 idi; geriye kalan yüzdeler tasarım yönetimi, dekorasyon, peyzaj vb. disiplinlere paylaştırılıyordu. 
Müşavir seçiminde de, müteahhit seçiminde de hem kamu hem de özel sektör işverenlerinin yetersiz bilgi ve deneyim sahibi olduklarını görüyoruz. Yani doğru kurallar konulsa bile işverenlerin de tekrar ve sürekli olarak eğitilmeleri gerekiyor. Bunu sadece İstanbul, Ankara, İzmir için değil, Türkiye çapında düşünürsek çok zor bir iş olduğunu görüyoruz tabii ama başlamamak için sebep değil bu. 

Haksız rekabet mi? Tabii o da var...

Türkiye’de faaliyet alanımızda haksız rekabete yol açan unsurlar neler? Örneğin devletin hissesi olan teknik müşavirlik kuruluşları var. İş almak konusunda “öncelikli” bu kuruluşların karşısında bağımsız müşavirlik şirketleri nasıl gelişecek? Devletle nasıl rekabet edilebilir? İhalesiz verilen bu tür işler haksız rekabete yol açıyor. Bu tür kuruluşlar olmasın demiyoruz, sadece fırsat eşitliğinin korunması gerektiğini ifade ediyoruz. Söz konusu bağımlı şirketlerin bizlerle aynı ihalelerde yer almaları ile bu fırsat eşitliğinin korunamayacağını söylüyoruz. Bir de vergi mükellefi olmayan gruplar var. Mesela, Birleşmiş Milletler’in bazı üniteleri yıllardır Türkiye’de iş yapıyor ve vergi vermiyorlarmış, yıllarca bizlerle aynı ihalelere girip iş almışlar. Haksız rekabetin son haddi bu. Bunu ortaya çıkardık, Maliye Bakanlığı’na bildirdik, incelendi, bir ihalede de sözleşme safhasında engel olabildik. Ama bu kuruluşlardan geriye dönük vergi talebinde bulunulması gerekir. Bu durumun uluslararası siyasi boyutu da olduğunu düşünürsek işin içinden çıkabilmenin kolay olmadığı anlaşılacaktır. Müteahhitlik şirketlerinin kurdukları bağımlı mişavirlik şirketlerinden zaten bahsettim daha önce. Bir de kâr amaçlı olmayan üniversiteler gibi teşekküller var ki onlarla da rekabet etmek zorunda kalabiliyoruz. Bir projenin içinde araştırma işi varsa, alt grup olarak üniversitelerin de sürece dahil olmaları gerekebilir. Ama bu üniversitelerin rekabetini haklı gösteremez. Hizmet yüklenicisi, üniversiteleri sadece söz konusu araştırma ile sınırlı olarak isihdam edebilir, buna kimsenin itirazı olamaz, ama üniversiteler rekabet unsurları olmamalıdır. Oysa üniversiteler ve üniversitelerin kurmuş olduğu bünyeler bizim yapacağımız hizmetlerle ilgili olarak da teklif verip rekabete girebiliyorlar,  iş yapabiliyorlar, üstelik te üniversitelerin bütün olanaklarını kullanarak. Zarar etse ne olacak? İşte bütün bunların varlığında bağımsız müşavirlik şirketlerinin  ayakta kalabilmesi ve kendini geliştirmesi çok güç. Zaten müşavirlik kuruluşları son on yıldır küçülmeye, katta kapanmaya, yabancılara satılmaya başlamıştır. Yetişmiş eleman sıkıntısı zaten var. Bu koşullarda nasıl eleman yetiştirebilirsiniz ki? Bu alanda çalışmak için artık kimse istekli değil. Bakıyorlar teknik müşavirlik kuruluşlarına; 20 yıllık, 30 yıllık emeğin sonunda nereye gelebilmişler, haliyle hiç cazip görünmüyor.

Şartnameler kaosu

Bizde inşaat şartnamelerinde hiçbir standardizasyon bulunmuyor. Her işte farklı bir inşaat şartnamesi, idari şartname ile karşılaşılıyor. Müteahhit hangi koşullarda çalışacak, gerektiğinde kaç gün içinde itiraz edecek, itirazının kaç günde yanıtlanması gerekiyor? Yüz yaşını kutlayacak olan Müşavir Mühendisler Uluslararası Federasyonu FIDIC tarafından, bunun gibi pek çok ayrıntı gözetilerek “hakkaniyetli” bir sözleşme standardı geliştirilmiştir on yıllar önce ve dünyanın en gelişmiş ülkelerinde, Dünya Bankası gibi uluslararası finans kuruluşlarının kredi verdiği bu sözleşmeler kullanılmaktadır. Her yapı elde etme modeli için ayrı ayrı geliştirilmiş bulunan FIDIC sözleşmeleri ve şartnameleri; hem işverenin, hem müteahhidin haklarını karşılıklı olarak koruyan, işin sağlıklı yapılmasını sağlayan sözleşmelerdir. FIDIC’in yapım işlerine ilave olarak İşveren-Müşavir Arasında Tip Anlaşma, Ortak Girişim Anlaşması, Konsorsiyum Anlaşması gibi model yayınları da bulunmaktadır. Biz de Türkiye’de ilgili ihalelerde FIDIC sözleşmelerinin kullanılmasını ve yaygınlaştırılmasını öneriyoruz. 
Müşavirlik hizmetlerinin nasıl verilmesi gerektiğini yakın zamanlara kadar ilgililere inşaat müteahhitleri anlatıyorlardı nedense. En güzel örneği Fransa’dan müşavirlere danışmadan ithal edilen yapı denetimi şirketlerinin  kurulmasıdır. Şimdi durum biraz değişti, devletin teknik müşavirlik hizmetlerinin gelişiminin ülke gelişimi anlamına geldiğini anlamasıyla. “Teknik müşavirleri ilgilendiren konular bize ait konulardır, öncelikli sorumlusu biziz. Elbette uyarabilirsiniz, fikrinizi söyleyebilirsiniz ama bu kuralları sonuçta bizim koymamız gerek, kullanıcıları biziz.” dedik. Üstelik yapılanın tam da tersine, aslında müteahhit seçimi danışmanlığı da teknik müşavirlik hizmetlerinin içinde yer alıyor. İnşaatların kontrolluğu, işletmeye alma danışmanlığı, hatta teknik eğitim hizmetleri zaten teknik müşavirlik hizmetleri kapsamındadır. Biraz düşünmek lazım neden bütün dünyanın kabul ettiği inşaat şartnamelerini ve sözleşmelerini bir müteahhitlik federasyonu değil de dünya müşavir mühendislik federasyonu yazıyor diye. Türkiye’de durum olumluya doğru biraz değişiyor demiştim; 10. Kalkınma Planı çalışmalarında aldığımız rol ve Ekonomi Bakanlığı Teknik Müşavirlik Hizmetleri İhracatı Devlet Yardımı programı bu değişmenin örnekleridir. Yani durumu biraz düzeltiyoruz aslında ama daha hala bir arpa boyu yol katettik, gelişmiş dünyadan da çok geri kaldık. 

Teşvikler; yokluğu da varlığı da sıkıntılı

Sıkıntılı konulardan biri de teşvikler. Sadece Ekonomi Bakanlığı’nın yurtdışına verilen hizmetler konusunda devlet yardımları var. Bu karşılıksız yardım da çok az kullanılabiliyor, çünkü önce yurt dışında iş alacaksınız veya gidip yurt dışında büro açacaksınız, bütün masrafı yapacaksınız, ondan sonra yardım için başvuruda bulunabileceksiniz. Türkiye’deki müşavirlik kuruluşları finansman açısından yeterince güçlü değiller. Bu nedenle yurt dışına çıkıp iş arayacak, pazar araştırması yapacak bütçeleri yok, zamanları yok. Bunların hepsine yardım veriliyor ama hizmetlerin önce yapılması, sonra yardım istenmesi gerekiyor. Giderlerin de % 50-% 70 gibi oranlarda bir kısmı alınabiliyor. Ayrıca süreç son derece ağır işliyor. Tüm bu yardımlardan yararlanmak için bile teknik müşavirlik sektörünün önce yurt içinde güçlendirilmesi gerekiyor.  Avrupa Birliği projelerinde yer alabilmemiz zor görünüyor; firmalarda önemli ölçüde finansal yeterlilik aranıyor ki, istenen boyut bizde pek yok. Son üç yılın deneyimine bakılıyor, Türkiye’de düzenli bir iş akışı olmadığı için bu da bizde yok. Bizim en büyük firmalarımız bile Avrupa’nın veya Amerika’nın küçük ölçekli firmaları çapında. Böyle olunca rekabet şansımız az, yabancılarla ortak olmak zorundayız. Yabancı şirketler zaten Türk şirketlerini satın almaya başladılar, sektör son derece zor durumda. Sadece teknik müşavirler deği çoğunlukla taşeron durumunda sorumluluk üstlenen tesisat müteahhitleri de çok zor durumdalar. 

“Design-build”, yani Türkçesi “tasarla-yap” modelinde daha iyi koşullar gerekiyor teknik müşavirlik hizmetleri açısından. Dünya, tasarımcı (burada müşavir sıfatımız yok, sadece müteahhitle ortak çalışan tasarımcıyız) ve müteahhitin birlikte çalıştığı bu modele doğru gidiyor. Bu modelde müteahhitle birlikte bir ekip olarak tasarımı yapıyoruz. Yani müteahhitle ortağız. Ama aldığımız bedel yönünden eşit güçte olmadığımız için, eşit kuvvette ortak olmamız da mümkün değil. Yani ortak girişim olmamız mümkün değil, müteahhitin sorumluluğuna eşit olarak katılmamız mümkün değil. Bu durumda konsorsiyum öneriyoruz. Çünkü ortak girişimden farklı olarak konsorsiyumda her grubun yapacağı iş belli, sadece ondan sorumlu. Halbuki ortak girişimde müteselsilen sorumluluk var. Dolayısıyla tasarla-yap  modeli işlerde konsorsiyum ortağı olmamız lazım, işin başında teklifi müteahhitle birlikte hazırlamamız lazım. Halbuki öyle olmuyor, iş müteahhitlere veriliyor. Müteahhit bedel pazarlığı ile tasarımcıyı sonradan seçiyor. Bu durum da gelişmemize büyük sekte vuruyor. 

BIM, süreci değiştirecek

Geçen yıl Brüksel’deki bir toplantıda yeni bir sistemden söz edildi: BIM denilen bu model, verdiğimiz hizmetler açısından epey değişikliğe zorlayacak inşşat sektörünüğn paydaşlarını gibi görünüyor. BIM-Building Information Modelling (Yapı Bilgileri Modellemesi olarak tercüme edebiliriz) denilen bu sistemde, Autocad’in dışında başka programlarla ve daha güçlü bilgisayarlarla çalışılması gerekecek. Yani elle yapılan çizimden sonra Autocad nasıl bir devrim olduysa, BIM de ona benzer bir devrim aslında. BIM ile çok gelişmiş, entegre bir sistem kuruluyor. Bir yapının elde edilmesinde çalışan bütün tasarım disiplinleri; mimar, makina mühendisi, elektrik mühendisi, inşaat mühendisi, alt gruplar, hepsi birden tasarımlarını o programa üç boyutlu olarak yüklüyor ve eş zamanlı koordinasyon otomatik olarak sağlanıyor. Mesela bir yerden bir boru geçiriyorsunuz tasarımda ama boru bir noktada elektrik kablolarıyla çakışıyor diyelim. Şimdiki uygulamalarda bu hatayı görmek sizin deneyiminize dikkatinize bağlıydı, ancak görürseniz çakışmayı önleyebiliyordunuz. Ama BIM’de zaten buna program izin vermiyor, uyarı veriyor. Disiplinler arası entegrasyonu bu program sağlıyor. Ayrıca sistem, yapıyı kullanım ömrü boyunca da takip ediyor. Kapsamda bakım, onarım maliyetleri, sigorta, ilk yatırım maliyetleri dahil, tüm maliyetler; ayrıca bakım-onarım bilgileri var. Enerjinin, sürdürülebilirliğin giderek artan önemi tasarımcıların yükünü artırıyor, yepyeni uygulamalara ayak uydurmamız gerektiğini haber veriyor bizlere... 


Fatma Çölaşan Hakkında…

Orta ve lise öğrenimini TED Ankara Koleji’nde tamamladı. 1974 yılında Ortadoğu
Teknik Üniversitesi Makina Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldu. 1979 yılında GEN-TES Mühendislik şirketini kurdu. 1996-2000 yılları arasında Türk Müşavirler Mühendisler ve Mimarlar Birliği başkanlığını üstlendi. Daha sonra, Uluslararası Müşavirler ve Mühendisler Federasyonu - FIDIC’in yönetim kurulu üyeliğine seçildi ve bu görevi 4 yıl sürdürdü. FIDIC’in, 1913 yılındaki kuruluşundan bu yana, 100 yıl içinde seçilen tek Türk ve tek kadın yönetim kurulu üyesi ünvanını taşıyor. GEN-TES  bünyesinde şirket yönetimi, tasarım, kontrolluk, inşaat sözleşmeleri yönetimi yapıyor, müşavir seçimi gibi konularda danışmanlık hizmeti veriyor, FIDIC inşaat şartnameleri ile ilgili seminerler veriyor.  Halen TOBB Teknik Müşavirlik Meclisi Başkanı olan Fatma Çölaşan, FIDIC  BPC (Business Practices Committee) üyesi, FIDIC Consultant Selection komitesi başkanı, FIDIC Quality Based Consultant Selection Task Force yöneticisi ve EFCA - Avrupa Müşavirlik Birlikleri Federasyonu AB Ülkeleri İhale Mevzuatı Komitesi üyesi olarak gönüllü çalışmalarını ayrıca sürdürüyor. FIDIC kitapları olan FIDIC Guidelines For The Selection of Consultants ile Quality Based Consultant Selection kitapları onun önemi katkıları ile hazırlanmıştır. Çölaşan’ın teknik ve teknik olmayan konularda 100’e yakın makalesi ve bildirisi bulunuyor. İki çocuk annesi olan Fatma Çölaşan’ın “Bugünün Gençleri Yarının Büyükleri İçin GÖRGÜ-GÖRENEK” isimli bir kitabı da bulunuyor. 





Etiketler