Dr. Sinan Küfeoğlu: “Millet olarak yaptığımız en uzun vadeli plan; akşam yemeğinde ne yiyeceğimiz…”
Dr. Sinan Küfeoğlu, ilköğretimini Bayburt Anadolu Lisesi’nde, liseyi Trabzon Fen Lisesi’nde, üniversite eğitimini ise ODTÜ Elektrik-Elektronik Mühendisliği bölümünde tamamlamış. Master ve doktorasını Finlandiya Helsinki Teknoloji Üniversitesi’nde yapmış, bu arada hem Japonya’da hem de Finlandiya’da enerji firmalarıyla çalışmalarda bulunmuş, şu anda Londra ve Cambridge Üniversiteleri’nde eş zamanlı olarak, elektrik güç sistemleri ve şebeke arz konularında çalışıyor.
Biz onu, Bayburt Medya isimli yerel bir haber sitesine verdiği röportaj ile tanıdık. Eminim pek çoğunuzun da gözüne sosyal medya üzerinden ya da Youtube’da yayımlanan video vesilesiyle ilişmiştir. Anlattıkları o kadar önemliydi ki Termodinamik ekibi olarak kayıtsız kalamadık. Bayburt Medya’nın izni ile röportajın tam metnini sizlerle paylaşmak istedik.
Yurtdışında, pek çok Türk gencinin elde etmeye can attığı imkanlara sahip Küfeoğlu. Harika bir işi, bağlantıları ve pırıl pırıl bir geleceği var. Ama o, bunların dışında bir şeye daha sahip: Ülkesine duyduğu sevgi ve bağlılık. Bu nedenle yurtdışında gördüğü pek çok çalışmanın ülkesinde de yapılması için çaba saf etmekten geri durmamış. Ne elde etmiş, nereye varmış bu çaba dersiniz? Gelin birlikte görelim…
Herkes var, Türkiye yok…
Bayburt’ta doğdum. ODTÜ Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölümü mezunuyum. Master ve doktoramı yapmak üzere Finlandiya’ya taşındım. Helsinky Teknoloji Üniversitesi’nde doktoramı tamamladım. Daha sonra Finlandiya ve Japonya’da enerji ile ilgili çalışmalarda bulundum. Eylül itibariyle University College of London ve Cambridge Univercity’de eş zamanlı, elektrik güç sistemleri ve şebeke arz konularında araştırmacı olarak çalışmalara başladım. Akademik olarak elektrik arz güvenliği konusunda çalışıyorum ama bunun yanında da enerji ekonomisi ve eneji politikaları konularında da çalışmalarım var. Avrupa Enerji Birliği ile yakından ilgiliyim. Hem Brüksel’deki enerji birliği toplantılarına hem de elektrik ve enerji ile ilgili konferans ve sempozyumlara düzenli olarak katılıyorum. İlk gittiğim konferans, 2013 yılında Stockholm’de düzenlenmişti; Avrupa Elektrik Dağıtım Konferansı. Konferansta bize bir kitapçık dağıttılar. O kitapçığın içinde ülkelere göre katılımcı listesi var; aşağı yukarı 2-3 bin kişilik bir konferanstan bahsediyorum. Kitapçıkta gözüm doğal olarak Türkiye’den katılımcıları aradı ama Türkiye’den bir tane bile katılımcı yoktu. Sonra oturup listeyi taradım tek tek. İran var; 40 kişi gelmişler, Mısır var; 30 kişi gelmişler, Türk yok. Acaba Avrupa’da çalışan Türklerden katılımcı var mı diye tek tek isimlere baktım; Türk yok. Toplantıda Güney Amerika’dan, Avustralya’dan, Avrupa’nın güneyinden katılımcılar vardı. Önemli şeyler konuşuldu. Türkiye’den kimsenin olmamasını yadırgadım ilk gittiğimde ama o zaman belki bu kez böyledir diye düşündüm. İkinci toplantıya gittim, aynı manzara… Üç, dört, beş… Türk yok.
Sonra Brüksel’deki toplantılara gitmeye başladım. Bu toplantılarda bilimsel çalışmalardan daha ziyade Avrupa’nın geleceği, yatırım fonları, projeleri tartışılıyor. Yüz milyonlarca euronun havada uçuştuğu bir ortamdan bahsediyoruz. Özel sektörden, devlet kurumlarından ve üniversitelerden yüzlerce katılımcı var ama Türkiye’den kimse yok. Daha sonra tüm toplantılara gitmeye başladım çünkü bu toplantıların asıl amacı insanlar arasında bağlantı kurmak, ilişki geliştirmek. Projeler üretmek için bu ilişkiler önemli. Bu toplantılarda Türkiye’yi hiç görmemek beni çok üzdü.
Üniversiteler ve ilgili Bakanlıklar ile görüşmeyi denedim ama…
Türkiye’nin bugün bir numaralı problemi cari açık. Cari açığın temel sebebi de enerji ithalatı. Türkiye, herkesin bildiği üzere enerji ithalatçısı bir ülke. Enerji konusunda kendi kendimize yetebilmemiz lazım. Bunun için de Avrupa’dan hem bilgi ve yöntem öğrenmemiz, hem de kaynak almamız lazım. Avrupa Birliği bu konudaki çalışmalar için para saçıyor; biraz da resesyondaki Avrupa ekonomisi canlansın diye. Türkiye’den kimse olmayınca -tabii insanlar size zorla para veremezler, zorla bilgi de aktaramazlar- ne yapabilirim diye düşündüm ve üniversitelere yazılar yazdım: ‘Gelip bu konuyu anlatayım, belki öğrencilerin ilgisini çekebiliriz’ diye. Neredeyse hiçbir üniversite cevap vermedi. Sadece Koç Üniversitesi olumlu yaklaştı; daha sonra yer bulamadık diye iptal ettiler. Bir süre sonra ODTÜ ve Bilkent davet ettiler, birer toplantı düzenlendi, buralarda gidip konuştum, çok da iyi oldu. Öğrenciler çok ilgilendiler. Ben, bir kişi bile gitse kârdır diye düşündüm. Daha sonra Başbakan’a durumu izah eden bir mektup yazdım; ilgi, bilgi ve temsil kabiliyetimiz yok, bürokratlarımız çok yetersiz, bu toplantılara daha fazla katılımcı gönderin, hatta zorlayın diye. Ses gelmedi…
Ardından Enerji Bakanlığı’na yazdım. Cevaben beni çağırdılar, Enerji İşleri Genel Müdürlüğü’nde uzmanlarla toplantı yapacakmışım. Ama Türkiye bürokratik sisteminde kararlar tepeden alınıp aşağıya doğru uygulatıldığından, Bakan ile görüşemezsem anlatacaklarımın hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini biliyordum; gitmedim. Daha sonra Enerji Bakanlığı Özel Kalemi’nden aradılar; iletişim bilgilerimi istediler. “Uygun zaman ayarlayalım gelin görüşün” diye; bir yıldır bekliyorum, daha arayan yok. Daha sonra Maliye Bakanı Naci (Ağbal) Bey’e mektup yazdım. Biliyorsunuz hemşerimizdir, bire bir görüşebilmek için de Finlandiya’dan uçağa atlayıp geldim. 15-20 saniye kadar ayaküstü konuşabildik, “Biz yeteri kadar temsil ediliyoruz” dedi. “Durum bu değil ama peki, öyle olsun” dedim.
“Profesyonel değilim, Türk’üm” dediğim için çok tepki aldım
Ardından İngiltere’den teklif aldım. İngiltere, brexit sebebiyle Avrupa Birliği’nden ayrılıyor ve biz şu anda Avrupa Birliği’nden ayrı olarak Avrupa’nın Enerji Birliği’ni kuruyoruz. Avrupa Birliği, kömür ve çelik birliği olarak ortaya çıkmıştı yıllar önce. Enerji hayatın temelidir. Bizim şu andaki amacımız, bütün Avrupa enerji piyasalarını bir araya getirip entegre etmek. Benim de oradaki temel fonksiyonum, Türkiye’yi de bu alana çekmek diyebilirim. Aslında Finlandiya’yı temsil ediyorum ama kendi ülkem de bu alanda olsun istiyorum. Hatta bu yüzden Fransız temsilci ile tartıştık. Bana; “Maaşınızı Finlandiya’dan alıyorsunuz ama Türkiye’nin çıkarları için çalışıyorsunuz. Bu hiç profesyonelce değil!” dedi, ben de ona “Ben profesyonel değilim, Türk’üm” dedim. Bu nedenle de bazı temsilciler tarafından çok tepki aldım.
Avrupa’da 2020- 2030 yılları arasında enerjiye yıllık 200 milyar euro doğrudan yatırım yapılacak; Türkiye temsil edilmediği için, bize para yok
Neler kaçırıyoruz diye kısaca anlatmak istiyorum: Bütün dünya, şu anda bir enerji dönüşümü içinde. İklim değişikliği baskısından dolayı biz, karbon ekonomisinden düşük karbon ekonomisine geçiş yapıyoruz. Yenilenebilir kaynakları artıracağız. Bu dönüşüm, elbette maliyetli olacak. Şu an Avrupa Komisyonu’nun öngördüğü, 2010-2020 yılı aralığında yıllık 170 milyar euro yatırım, 2020-2030 yılları arasında ise yıllık 200 milyar euro doğrudan yatırım yapılacak. Türkiye temsil edilmediği için, bize para yok. Zaten bahsini bile etmiyorlar Türkiye’nin. Bunun dışında ortak çıkar projelerimiz var Avrupa’da. Ülkelerin bütün enerji hatlarını birbirine bağlamak istiyoruz. Parayı da Avrupa Birliği ödeyecek. Bunun için 30 milyar euro’luk bütçe açtılar. Avrupa Komisyonu’nun internet sitesinde ülkelere göre hangi yıl hangi ülkeye hangi yatırımlar yapılacağının haritası bulunuyor. O haritada Yunanistan’dan Kıbrıs’a, Kıbrıs’tan da İsrail’e bir elektrik hattı projesi var. Yunanistan’dan Girit’e, Girit’ten Mısır’a var. İtalya’dan da Libya’ya var. Libya’nın, Mısır’ın ve İsrail’in Avrupa Birliği ile ne alakası var? Oysa Türkiye, Avrupa Birliği adayı. Üstelik bunlar hibe olacak paralar. Bizim Brüksel’de bir temsilcimiz olsa idi, Türkiye gidip Kıbrıs’a bir enerji hattı çekebilir ve bunun parasını Avrupa Birliği’nden alabilirdi. Yapmadık, bize yine para yok.
Türk akademisyenler devlet memuru mantığıyla hareket ediyorlar
Bugün yenilenebilir enerji konusunda sahip olunan patentlerin % 40’ı Avrupa’da. Avrupalılar buna çok para harcıyorlar çünkü Avrupa, dünyanın en büyük enerji ithalatçısı. Kendilerine yetmek istiyorlar ve bunun için de para harcıyorlar. Şu an Avrupa Birliği’nin “Ufuk 20-20” adındaki projesi için sadece ar-ge’ye ayırdıkları bütçe 80 milyar euro. Özetle, “Üniversiteler ve devlet kurumları aralarında konsorsiyum kurup başvursunlar, biz parayı vereceğiz” diyorlar. Proje başına 1-2 milyon euro arası ödenek ayırıyorlar. Konuları başlık başlık açıyorlar. Altı ayda bir yeni bir başlık açılıyor. Biz Japonya, Finlandiya ve İngiltere ile bir araya geldik, ben Türkiye’deki üniversitelere yazdım, buyrun siz de gelin, konsorsiyumu oluşturalım, başvuralım diye, cevap yok… Hatta Bayburt Üniversitesi’ne bile yazdım ama Rektör Bey sanıyorum çok meşgul bu aralar, ilgilenmediler. Biz de altı ay sonra Japonya, İngiltere ve Finlandiya ile bir konsorsiyum kurup başvuracağız. Proje sorumlusu da ben olacağım.
İşin üzüntü verici tarafı, Makedonya’dan, Bulgaristan’dan, hatta iç savaşın olduğu Ukrayna’dan bile üniversiteler gidip proje ödeneği alabiliyorlar, bizim ODTÜ’sü Bilkent’i dahil anlı şanlı üniversitelerimiz gidip ödenek alamıyorlar. Gidip oradaki insanlarla tanışmaları, iletişim kurmaları gerek ama Türkiye’de herkes hayatından çok memnun. Akademisyenler devlet memuru mantığıyla hareket ediyorlar. “Dersime gireyim, ayın 15’inde maaşımı çekeyim, öğrencilerime sınav yapayım” bu kadar… Araştırma ihtiyacı duymuyorlar. Ben şu anda Cambridge Üniversitesi’nde ayda bir ders veriyorum, onun dışında araştırma odaklı çalışıyorum. Araştırma projelerinin her birinin net bir gelir sağlamasına gerek yok; onlar bilim için yapılır, yapılmalıdır. Maksat, ödenek sağlayıp doktora öğrencisi işe almak ve onları yetiştirmektir. Benim Helsinki’deki danışman hocamın şu anda neredeyse otuz tane doktora öğrencisi var ve bu öğrencilerin maaşları, yapılan araştırmaların ödeneklerinden karşılanıyor. Böylelikle hem Finlandiya’ya hem Avrupa’ya katkı sağlanıyor. Türkiye’deki düzen şu; hocalar, bir ya da iki tane doktora öğrencisi alıyorlar yanlarına rica minnet, onlar da maaşı devletten bekliyorlar. Ellerini taşın altına koyup bir proje geliştirmek ve ödenek sağlamak gibi bir dertleri yok. Benim Türkiye’den gidiş sebebim de budur. ODTÜ’deki hocama yalvardım, beni yanına al doktora için diye, “Bir tane doktora öğrencim var onunla zor uğraşıyorum seninle hiç uğraşamam” dedi. Finlandiya’daki hocamın otuz tane doktora öğrencisi var ve gayet de güzel uğraşıyor…
Türkiye’de 60 bin adet elektrikli araç aynı anda şarj edilmeye çalışılsa Türkiye’nin bütün elektrik altyapısı çöker
Altyapı projeleri’nin Türkiye’ye büyük getirileri olabilir çünkü Türkiye’nin elektrik altyapısı çok zayıf. Mesela yeni geliştirilen elektrikli otomobiller var. Bu teknoloji biraz daha yaygınlaştığında Türkiye’yi açık pazar haline getirecek; tıpkı cep telefonlarında olduğu gibi. Ben bir bürokrata zamanında bir yazı yazıp şu öneride bulundum: Toplu taşımayı elektrikli hale getirecek bir çalışma yapalım. Böylelikle Avrupa’nın elektrikli otomobil, elektrik motorları ve elektrik bataryaları üretim merkezi haline getirelim. Cevap geldi: Toplu taşıma elektrikli olmaz. Hayal kurma. Bugün Norveç bu kararı aldı. Londra Belediyesi bu kararı aldı, Barcelona Belediyesi aynı kararı aldı. Sonra aynı bürokrata “bak Avrupa’da yapıyorlar” dedim. “O zaman biz de yapalım” dedi. Bizde bir şeyin yapılması için önce Avrupa’da yapılması gerekiyor. Şu anda Türkiye’de elektrikli araçlara teşvik yok. Norveç’te var. Orada devlet vergi almıyor ayrıca aracınızı istediğiniz yere park edebiliyorsunuz. Türkiye’de olmamasının temel sebebi şu: Bugün Türkiye’de 60 bin adet elektrikli araç olsa ve hepsi aynı anda şarj edilmeye çalışılsa Türkiye’nin bütün elektrik altyapısı çöker. Bu kadar zayıf bir altyapımız var, Avrupa’da da bu kadar para var… Bizim devlet büyüklerimizin, bürokratlarımızın proje geliştirmesi, oraya gidip bu insanlarla tanışıp onları ikna etmesi ve bu parayı ülkemize getirmesi lazım. Gitmiyorlar. Bakanlara söylüyoruz; zorla yollayın bu insanları diye, onlar da ilgilenmiyorlar. Üniversitelerimizin akademisyenleri memurlaşmış, sürekli devletten bir şeyler bekliyorlar. “Devlet para versin biz de bunu harcayalım”. Buyrun siz gidin, rekabet edin Avrupalılarla, gerekli parayı alın ama yok… Sonuç, cari açığı olan, önünü göremeyen bir ülke.
İngiltere, 2100 yılındaki enerji politikası ile ilgili çalışıyor, biz altı ay sonrasını göremiyoruz
İsviçre şu anda 2050 yılına kadar kullanacağı enerji altyapısı planlamasını yapıyor. İngiltere yaptı, bitirdi. Finlandiya 2030 yılına kadar planlamasını yaptı. AB 2050’yi tasarlıyor. İrlanda 2050’yi yaptı. Şu an İngiltere’de 2100 yılının enerji verileri üzerinde çalışıyoruz. Öngörülerimizi oluşturup devlete önerilerde bulunacağız: 2100 yılı için! Buna karşılık Türkiye’de altı ay sonra elektrik kesintisi olacak mı olmayacak mı, onu bile bilmiyoruz. Millet olarak yaptığımız en uzun vadeli plan; akşam yemeğinde ne yiyeceğimiz… Bu kadar. Bir yanda biz varız, bir yanda da 2100’ü planlayan bir İngiltere var… Böyle bir vizyon farkı… Anlatamıyoruz derdimizi, devlet büyüklerimiz bizimle pek ilgilenmiyorlar. Bu röportajı vermemin sebebi de belki birileri duyar, bir şeyler değişir diye.
Ne yazık ki memurlarımızın, akademisyenlerimizin çoğu ingilizce bilmiyor. Bilenlerinse teknik bilgileri çok zayıf
Ben, milliyetçi muhafazakâr olarak yetiştirildim. Benim tercihim değildi, öyle büyütüldüm. Türkiye’nin haritalardan silinmesine, paranın, bilginin ülkemize gelmemesine, dünyanın ilk 500 üniversitesi listelerinde üniversitelerimizin yer almamasına, 500. sıradan giriş yaptığımızda 500. sırada yer alabildiğimize seviniyor olmamıza gerçekten üzülüyorum. Şu anda kendi halinde, 30-40 bin nüfuslu bir Avrupa şehrinin üniversitesi bile bizim ODTÜ’müzden, Bilkent’imizden daha ileride, çünkü üretkenler. Bunları görünce gerçekten üzülüyorum. Zaten Fin vatandaşlığına geçtim. Türkiye’ye dönmek gibi bir düşüncem de yok. Profesör olursam belki gelir hizmet ederim ama şu anda hiçbir beklentim yok. Sadece o toplantılarda 30-40 Türk bürokrat görmeyi çok istiyorum. Bu güne kadar (dört yılda) 30’dan fazla toplantıya katıldım, hiç Türk yoktu. Unutmadan; son toplantıya Avrupa birliği, Türkiye’den ilgili kurumdan birilerini yollayın diye davet etmiş. Birkaç daire müdürü kaydolmuşlar. Birkaç yüz euro kayıt ücreti ödemişler. Benim arkadaşım da o kurumda çalışıyor. Sordum, “kim bunlar, geliyorlar mı?” diye. “Boşuna bekleme toplantıya gelmezler. Gelip Brüksel’i gezer, bol bol fotoğraf çeker geri dönerler” dedi. Ben inanmadım ama gittiğimde gerçekten toplantıda yoklardı. Gelmemişlerdi. Sonra arkadaşımı tekrar aradım “nereden bildin” diye. “Biz de aynısını yaptık çünkü” dedi. Paris’e gitmişler zamanında, büyük bir heyet olarak. Yiyip içip Eyfel kulesini gezmişler, geri dönmüşler. “Neden katılmadınız peki toplantıya?” dedim. “Hiçbirimiz İngilizce bilmiyorduk” dedi. Ne yazık ki memurlarımızın, akademisyenlerimizin çoğu ingilizce bilmiyor. Bilenlerinse teknik bilgileri çok zayıf. Oraya gelen bürokrat, mesela Danimarkalı, sizinle İngilizce konuşuyor, dönüp yanındaki ile Fransızca konuşuyor, ötekiyle Almanca konuşuyor, MIT’de çalışmış, Dünya Bankası’nda çalışmış, Avrupa Komisyonu için çalışmış, şu anda da Danimarka için çalışıyor. Bir yanda böyle bir profil var. Bir yanda da bizim ayın on beşinden onbeşine maaş alan memurlarımız var… Bu arkadaşlar Türkiye’nin haklarını nasıl savunacaklar?
Türkiye Rus doğalgazına bağımlılıktan ne zaman kurtulacak?
Plansızlık konusunda da şunu yaptım: Enerji Bakanlığı’na yazdım, ‘Türkiye’nin 2020, 2030 ve 2070 enerji ve iklim altyapı planları’nı hazırlayalım dedim. Çünkü Türkiye Rus doğalgazına bağımlı. En ufak bir krizde Rusya gazı kesecek mi diye endişe ediyoruz. Finlandiya da Rus doğalgazına bağımlı bir ülke ama onlar oturup çalışmalarını yaptılar. 2030 yılında Rus doğalgazına bağımlılıklarını sıfırlıyorlar. Biz, Türk bürokratlara soruyoruz; Türkiye ne zaman Rus doğalgazı bağımlılığından kurtulacak diye, bilmiyorlar. Çünkü bu konuda çalışmamışlar, öyle bir ihtiyaç da hissetmemişler. Bakanlığa yazdık; gelin 2050’yi hazırlayalım diye, cevap vermediler. İnşallah buradan sesimizi duyarlar.
Geleceğe dair bir şey tasarlayamıyoruz çünkü hesap yapmasını bilmiyoruz. En büyük problemlerimizden biri vizyon problemi… Türkiye’nin cari açığı bizi fakirleştiriyor. Cari açığımızın en büyük sebebi de enerji ithalatı. Yani ödediğimiz vergiler, Rusların ve İranlıların cebine giriyor. Bunu engellemek için bilimsel çalışmalar yapmamız gerek. Bunun için Avrupa’da ayrılan fonlardan yararlanmamız gerek. Altyapımız çok zayıf, güçlendirmemiz gerek. Bununla ilgili de yararlanılabilecek Avrupa fonları var. Brüksel’de yüz milyonlarca Euro’nun kapış kapış gittiği, hatta neredeyse talan edildiği bir ortamda Türkiye’nin kafasını kuma gömüp “ben küstüm oynamıyorum” demeye hakkı yok. Tamam kavga ediyoruz ama konuşmamız da lazım. Yoksa en büyük zararı kendimize veririz. Türkiye’de plansızlık çok ciddi boyutta. Oturup acilen 2020, 2030, 2050 ve 2070 yıllarının enerji planlamasını yıl yıl çıkarmamız lazım. Hem vatandaşlarımıza hem de yatırımcılara, hangi yıl Rusya’ya bağımlılığımızı bitirebileceğimizi göstermemiz lazım. Böylece yurtdışı yatırımcılar da önünü görebilen, planlı ve yatırım yapılabilir bir ülke olarak bizi değerlendirebilirler.