Ar-Ge’den İnovasyona Giden Yol Neden Tıkalı?

Dr. Hüseyin Onbaşıoğlu
FRİTERM Termik Cihazlar San. Tic. A.Ş. Ar-Ge Müdürü
İSKİD Üniversite-Sanayi İşbirliği Komisyonu Başkanı
“ÜSİB olarak yıllar önce bir kez yaptığımız üniversite-sanayi işbirliği çalıştayını tekrar düzenlemek ve bunu geleneksel hale getirmek istiyoruz”
Üniversite-Sanayi işbirliği, bir süredir sektörümüzün gündeminde önemli bir madde. Ama bu konudaki söylemlerin çokluğu ile üretilen katma değeri karşılaştırırsak ne denli başarı kaydettiğimiz tartışmaya açık bir konu. Durum böyleyken İSKİD gibi bu konuda ciddi performans sergileyen meslek örgütümüzün Üniversite-Sanayi İşbirliği Komisyonu Başkanlığına; üniversitenin içinden, ISK sektörünün Ar-Ge çalışmalarının merkezinde önemli bir misyon üstlenen “akademisyen kökenli Ar-Ge’ci” geldi. Bu, üniversite-sanayi işbirliği mücadelemizde bir şans olarak değerlendirilebilir. Bu fırsatı kaçırmadık ve sektörümüzün bu davada kat edeceği kilometre taşlarını sorduk, cevaplarını aldık, sizlerle paylaştık…
İSKİD Üniversite-Sanayi İşbirliği Komisyonu (ÜSİB), samimi bir amaca odaklı
Üniversite-Sanayi İşbirliği ve Burs Komisyonu (ÜSİB), İklimlendirme-Soğutma-Klima İmalatçıları Derneği’nin (İSKİD) bir alt komisyonu olarak faaliyetini sürdürüyor. Kişisel olarak daha önce de üniversite-sanayi işbirliği konusunda çalışmalarım olmuştu. Bu yıl, bu çalışmalarımı ÜSİB’in başkanı olarak devam ettireceğim. Komisyon, Üniversite ile sanayinin birlikte çalışmasının sağlanması ve sanayideki ar-ge çalışmalarına katkıda bulunulması amaçlarıyla kurudu. Komisyonun bir de burs programı var; üniversitedeki başarılı öğrencilere belli miktarda burs bağlanarak eğitim süreçlerinde onlara destek olunmasını ve mümkünse de onların sektöre kazandırılmasını amaçlıyor. ÜSİB’in üniversite tarafında öğrencilere yönelik çalışmaları; sektörü öğrencilere tanıtmak, onların ilgisini çekebilmek, sektörle ilgili bilinçlerini artırabilmek için yapılan çalışmaları kapsıyor. Bu amaçla 20 Nisan 2016 tarihinde, çok geniş katılımlı, Ankara’da bir üniversite-sektör buluşması etkinliğine de önemli katkıda bulunuyor. Bunun dışında; öğrencilerimizin sektörel fuarlara götürülmesi konusunda da ÜSİB destek veriyor. Diğer taraftan, sektörde faaliyet gösteren şirketler, üniversitelere listeler halinde çalışma alanlarını gönderiyor ve bu alanlarda çalışacak hocalar ve öğrenciler aradıklarına dair bildirimde bulunuyorlar. Hocaların ve öğrencilerin ilgisini çekerse, konulardan birini yüksek lisans ya da doktora için seçebiliyorlar. Komisyon, teknik geziler de organize ederek öğrencileri fabrikalara götürüyor ve böylece öğrenciler cihazların tasarım ve üretim aşamalarını da görebiliyorlar. Bütün bu çabalar, üniversite ile sanayi işbirliğinin güçlendirilmesini, üniversitelerde oluşan bilgi birikiminin sanayi tarafına aktarılmasını sağlamak için. Bu noktada en önemli konu, ar-ge çalışmalarının üniversite ile birlikte yapılabilmesidir. Bunu sağlayabilmek için ÜSİB olarak yıllar önce bir kez yaptığımız üniversite-sanayi işbirliği çalıştayını tekrar düzenlemek ve bunu geleneksel hale getirmek istiyoruz. Bu konuyu komisyonun son toplantısında konuştuk ve tüm üyeler olumlu baktıklarını dile getirdi. Çalıştay kapsamında bir hedef konulmasını, o hedefe ulaşmak için hangi çalışmaların yapılması gerektiğini, yapılan çalışmaların hangi aşamada olduğunu düzenli olarak takip etmeyi planlıyoruz.
Ar-Ge; üniversite, üniversite-sanayi işbirliği ve sanayi üçgeninin kesintisiz devamlılığının sonucudur
Ar-ge’nin üç alt grubu vardır; birincisi bilimsel çalışma ki bu kesinlikle üniversitede yapılır, diğeri teknoloji geliştirme, bu da üniversiteler ile sanayinin işbirliği içinde yapabileceği bir çalışmadır ve inovasyon bunun içinde gerçekleşebilir. Son olarak da ürün geliştirme ve iyileştirme ki bu aşamayı da firmalar kendi içlerinde gerçekleştirebilir. Mevcut ürünün tasarımında bazı değişiklikler yaparak ürünün daha kolay taşınmasını sağlamak gibi…
Hazır yeri gelmişken, inovasyon kavramı konusunda da altını çizmek istediğim bir husus var. İnovasyon kelimesi, sektörde genellikle “yeni” olarak kullanılıyor ama aslında tam olarak bu kavramın karşılığı “yeni” değildir. Mesela ahşap bir koltuğun kolçaklarını metal olarak üretebilirsiniz. Bu yenildir ama inovasyon değildir. Koltuk, masaya da dönüşebiliyorsa bu inovasyondur. Türkiye’de firmaların düştüğü yanılgılardan biri ise, ar-ge için verilen devlet desteklerinin bütçeye direkt girebileceğini sanmalarıdır. Böyle bir şey yok. Dahası; devletten alınan ve bütçeye giren para sonuçta proje çıktılarına dönüşmüyorsa bu, firma için ciddi bir kayıp anlamına gelir. Üstelik ar-ge için verilen desteklerin nerede ve nasıl kullanıldığı devlet tarafından çok sıkı denetlenmektedir.
Türkiye’de ve Dünyada ar-ge
2009 yılı verilerine göre dünyada 1,276 trilyon dolar ar-ge harcaması yapılmış. Bunun % 34’ü Kuzey Amerika’da, % 25’i Avrupa’da, % 29’u ise Doğu ve Güneydoğu Asya’da gerçekleşmiş. Ülkelere göre baktığımızda ise ABD 1981 yılında 70 milyar dolar olan ar-ge harcamalarını 2009 yılında 400 milyar dolara çıkarmış. AB 300 milyar dolar, Japonya 100 milyar dolar civarında, Çin 100 milyar doların biraz daha üzerinde, Güney Kore ise yaklaşık 60 milyar dolar civarında harcama yapmış (2009 yılında). Net rakamlara bakarsak; 2009 yılı itibarıyla, Rusya 33 milyar USD, Brezilya 22 milyar USD, Türkiye 8,7 milyar USD. Brezilya, Türkiye’nin üç katı kadar ar-ge’ye para harcamış. Brezilya’nın GSMH’si de bizim yaklaşık üç katımız kadar. Türkiye’nin ar-ge’ye ayırdığı pay 2009’da 0,8 civarında, Brezilya’nın ise 1,2. Fakat Brezilya, 2009 yılında 34.968 patent almış; Türkiye ise sadece 707. Durum böyle olunca ar-ge harcamaları konusunda Türkiye alt sıralarda değil; alt kümede demek yanlış olmaz. Ar-ge harcamalarının GSMH içindeki payı açısından Türkiye’de 1997 yılında 0.45 iken, 2010 yılında 0.8 olmuş. Son verilere göre ise 2014 yılında da % 1,01 olmuş. Yani bir artıştan söz etmek mümkün ama bu artışın çok yetersiz olduğunun da altını çizmemiz gerek.
Ar-ge harcamalarının fon kaynaklarına göre 2009 yılı dağılımına baktığımızda; Amerika’da % 60’ını özel sektör % 31’ini kamu, Çin’de % 72’sini özel sektör % 23’ünü kamu, Almanya, Japonya ve Güney Kore’de ise % 75 civarında özel sektör ar-ge harcaması yapmış. Rusya Federasyonunda ise % 27’sini özel sektör %67’sini kamu, Hindistan’da % 34 özel sektör % 66 kamu oluşturuyor. İtalya’da oranlar hemen hemen eşit. Türkiye’de ise durum şöyle: % 49.8 özel sektör, % 40.5 yükseköğretim kesimi, % 9.7 kamu. Aslında yükseköğretim kesimi de kamuya dahil edilebilir. Dolayısıyla neredeyse eşit diyebiliriz. Olması gereken, özel sektörün yüksek olmasıdır.
Bilim ve mühendislik alanında uluslararası yayınların adedi de bir başka gösterge olarak değerlendirilebilir. Bu açıdan Çin, çok yüksek bir grafik izliyor. 1995 ile 2009 yılları arasında. Brezilya ile Türkiye’nin yakın bir seyri var bu konuda. Yani Türkiye’de ar-ge’ye yatırım yapılıyor, GSMH’den belli bir pay ayrılıyor, bilimsel makaleler de yayınlanıyor ama patent sayımız çok düşük. Bu aynı zamanda ülkemizde ar-ge adına yapılan bunca çalışmanın istenen düzeyde faydaya dönüşemediğinin de önemli bir göstergesi.
Yüksek teknolojili ürün ihracatımız çok az…
Ar-ge çalışmaların başarısı, ülkenin yaptığı yüksek teknolojili ürünlerle de ölçülebilir. 2009 yılında ihracatımızın sadece % 2’si yüksek teknolojili ürünlerden oluşuyordu. Çin’de bu oran % 28. Güney Kore’de % 29, Brezilya’da ise % 11. TÜİK verilerine göre 2014 yılındaki yüksek teknolojili ürün ihracatımız % 3.4’e çıkmış durumda. Güngör Uras da bir yazısında durumu şöyle ifade ediyor: “Türkiye olarak daha çok düşük ve orta teknolojili ürünler ihraç ediyoruz; tekstil gibi, gıda gibi… Düşük teknolojili ürünlerde rekabet şansı oldukça düşüktür çünkü mal bol, fiyat ucuzdur”. Ülkemizde 2023 hedefi; GSMH’nın 2 trilyon USD’ye çıkması, ar-ge harcamalarının da 60 milyar USD’a çıkıp milli gelire oranının % 3 seviyesine gelmesi. Bunun Başarılabilmesi için yüksek teknolojili ürün ihracatımızı artırmamız gerekiyor.
Tarım toplumu bireyleri, sanayi toplumu bireylerine dönüşmediği sürece, yüksek teknolojili ürün üretilmesi mümkün değil
Türkiye’de yüksek teknolojili ürün üretim ve satışımızın bu derece az olmasının nedenleri arasında, ar-ge’nin kültürel ve sosyal boyutunun da etkili olduğunu düşünüyor ve bu konunun da irdelenmesi gerektiğine inanıyorum. Türkiye gelişmekte olan ülkeler sınıfında yer alıyor. Dünya ekonomisine bakıldığında Türkiye ekonomik büyüklük olarak 16. Sırada ve ilk 20’nin içinde yer alıyor. Ama katma değer üretme konusunda ilk 20 ülke içinde gerçekten çok zayıfız. Bunun en önemli sebeplerinin biri sosyal ve kültürel boyut diğeri ise izlenen politikalardır. Bazı ülkeler, sosyal kültürel dezavantajlarını, geliştirdikleri politikalar ile iyileştirmeyi başarmışlardır. Ama ülkemiz bu konuda da maalesef oldukça eksik durumda. Türkiye, sanayileşme eğiliminde bir ülkedir; ama, üretimde yer alanların sanayi toplumu bireyleri haline gelebilmeleri için onlara imkân sunmanız gerekir. Bununla kast ettiğim; gerekli eğitimin verilmesi ve kültürel gelişim için gerekli olanakların sağlanmasıdır. Kentli olunması için bir çaba harcanmıyor. Tarım toplumu bireyleri, sanayi toplumu bireylerine dönüşmediği sürece, inovasyon yapılması, patent alınması, yüksek teknolojili ürün üretilmesi ne yazık ki oldukça zorlaşıyor. İnovasyon için, teknolojiyi bilmek, bilimsel düşünce yapısını benimsemek, bilimin kılavuzluğunu kabul etmek gerekir. Bu olmadan da ne yazık ki yüksek teknolojili ürün üretimi konusunda istediğimiz seviyeye ulaşmamız mümkün değildir. Bir Alman, boşuna yanan tek bir ampul gördüğünde milli kaynaklarının boşa harcandığını düşünür. Sanayi toplumu bireyinin düşünce yapısı budur. Yani sanayi toplumu bireyi, devletin sahibinin kendisi olduğunun ve toplumun malının da kendi malı olduğunun farkındadır. Tarım toplumu bireyi ise kendini devletten ayrıştırır. Devleti, hizmet edilmesi gereken bir kurum gibi görür. Sanayi toplumu bireyi oluşturamamak, ülkemizde ar-ge’nin ve faydalı çıktılarının yetersizliğinin en önemli sebeplerinden biridir. Bir diğer sebep ise üniversiteler ile sanayinin ortak bir dili konuşamaması ve ortak bir platformda bir araya gelememesidir. Üniversite ve sanayi işbirliği gerçek anlamıyla sağlanabilirse, ar-ge ve ekonomik faydadan söz edilebilecektir. Bilimsel ar-ge çalışmaları teknolojik imkânlar açısından da sanayi-üniversite işbirliği ile yapılmalıdır. Çünkü her halükarda sanayinin kullanacağı temel, üniversitenin araştırmaları olacaktır. ÜSİB olarak düzenlemek istediğimiz çalıştay da tam olarak bu amaçlara hizmet edecek. Bu çalıştaylarda sanayiye, akademik kesimin yaptığı doktora çalışmalarının çıktılarını nasıl kullanabileceklerini, akademisyenlere ise sanayinin ihtiyaçlarını ve beklentilerini anlatmak gerekiyor. Tüm sektörlerde üniversiteler ile sektör arasında bir kurumsal ilişki kurulması ve bu amaç doğrultusunda bir merkez oluşturulması gerekiyor. Birkaç üniversite ile bir araya gelinerek merkezi bir sektörel araştırma ve geliştirme laboratuvarı kurulabilir mesela...