Clicky

Header Reklam
Header Reklam

"Başarının ilk kuralı; özgüvendir...Cesaret de, bu özgüvenle gelir zaten"

05 Nisan 2004 Dergi: Nisan-2004

Türk Isı Sanayisine hayat verenlere, neredeyse kırk yıldır sanayici kimliği taşıyan bir kuruluşla, bir aileyle, bir duayenle devam ediyoruz. EREN ailesinin reisi ve ERENSAN Isı Sanayi A.Ş.’nin kurucusu, halen Yönetim Kurulu Başkanı Mesut EREN ve dış pazarlarda ERENSAN’a kaptanlık yapan oğlu, Ayhan EREN ile, kazan sanayimiz, ERENSAN ve Türkiye’de sanayici olmak üzerine söyleştik. En büyük EREN; ‘Yok’tan bir şeyleri var etmek, ‘yok’ noktasından başlayabilmek güç’ diyor, en genç EREN de ‘onca emekle var kılınanı geliştirmek, güçlendirerek yarınlara taşıyabilmek belki de daha güç’ diyor. Anlıyoruz ki üretmek; başından sonuna güç, ama başından sonuna keyifli, kuşaktan kuşağa haz veren bir serüven... 

MESUT EREN: Bir kız, bir erkek kardeşim var. Babamız, küçük bir memurdu müftülükte. Manisa’nın Demirci kazasındanız. Demirci’de ortaokul yoktu. Ortaokul birinci sınıfı, Uşak’ta bir hemşerimizin yanında, ikinci sınıfı, Ankara’da amcamların yanında okudum. Üçüncü sınıfa geldiğimde, babamın müftü muavini olarak İzmir’e tayini çıktı. Böylelikle orta ve lise tahsilimi İzmir’de tamamladım. Sonra İTÜ Makine Fakültesi...

İTÜ Makine Fakültesi’nden 1951 yılında mezun oldum. O zamanlar, gelişmiş bir sanayiden söz etmek mümkün olmadığından, Makine Mühendislerinin iş bulma olanakları çok fazla değildi. Ancak II.Dünya Savaşı sonrasında Marshall yardımları ile başlayan dönemde Karayolları, DSİ gibi kurumlarda bir hareketlilik başladı. Bizler, makine mühendisleri olarak talep edilmeye başladık. Zaman içinde makine mühendislerinin yoğunluklu çalışma alanları kalorifer tesisatı, sıhhi tesisat alanlarına kaydı. Ben de, askerlik görevimi tamamladıktan sonra, bir yıl kadar devlet sektöründe çalıştım. Ardından serbest mesleğe atılma kararı verdim. Ama elimde anlamlı bir sermaye yoktu. 1956’da ‘Yüksek Mühendis Mesut Eren’ firmasını kurdum. İki arkadaştık. Karaköy’de Kaini Han’da bir ofis tuttuk. Kapalı Çarşı’da ikinci el eşyaların satıldığı Sandal Bedesten’den aldığımız tek bir masamız vardı sadece. Bugün toplantı odamızda bulunan iki sandalye bir de.

Önceleri tesisat projeleri yapmaya başladık. Sermaye olmayınca taahhüt işlerine kalkışamazdık. Kazan sanayiinde Türkiye’nin bir numaralı girişimcisi Sabahattin Sunguroğlu’na gittim. Tanışıyorduk. Aldığı işlerin tesisat projelerini istedim. Heybeliada Deniz Harb Okulu’nun tesisat projesini verdi. Proje işlerinin yanı sıra küçük hacimli taahhüt işleri de almaya başladık.

Taahhüt işlerini geliştirmeye çalıştım. İstanbul Üniversitesi’nin 65 bin liralık kalorifer tesisatı ihalesi çıktı. Şartnameyi aldım. Bir teminat mektubu lazım. Yatırılması gereken 7500 lirayı bir araya getirebildim. Parayı yatırdım, ihaleye girdim. Şöyle düşündüm; Deniz Kuvvetlerinde 1000 lira aylıkla çalışıyordum. Oradan ayrılıp kendi işimi kurduğuma göre, elime geçen para 2000 lira olmalı. Bu iş de 1.5 ayda biteceğine göre, 3000 lira kazanmam gerek. Yüzde 25.75 ıskonto yaparak ihaleyi aldım. O işten tahminimin üzerinde para kazandım.

Perşembe Pazarında aynı okul mezunu 7-8 arkadaş inşaat malzemeleri firması kurduk. Orada tesisat malzemeleri sattık. 1960-62’lerden itibaren kat kaloriferi işine girdim. İstanbul’da ilk kez kat kaloriferi tesis eden kişi olmakla övünürüm. Bu işe çok bel bağlamıştım. İlk sene 50, ikinci sene 150, üçüncü sene 500 adet kat kaloriferi işi yaparım dedim. Bir haftada, anahtar teslimi olarak bir dairenin kat kaloriferini yapabiliyorduk. Yaşanan bir evin içinde tesisatı kurarken, işçileriniz avizeyi kırıyor, duvar sıvalarını döküyor, evin içinde en gencinden en yaşlısına kadar herkes fikir sahibi ve müdahale ediyor; kimi rengini beğenmiyor, kimisi geçiş yerlerini beğenmiyor... Yani aşmanız gereken engeller, teknik faktörlerle sınırlı değil. Kurduğumuz kat kaloriferleri, gazyağı ile çalışıyordu. O zamanlar gazyağı çok ucuzdu, litresi 25 kuruştu. Sonra 90 kuruş olduğunda, artık bu işi kimse yapmaz diye düşündüm.

O yıllarda, Türkiye’de kazan yapan tek firma Sungurlar’dı. Yarım silindirik kalorifer kazanları üretiliyordu. Dökme dilimli kazanların hepsi ithaldi. O zamanın teknolojisi ile üretilen kazanlarda, enerjinin neredeyse % 40’ı kullanılmıyor, atılıyordu. Zira ağırlıklı olarak kondüksiyon kazanlarıydı ve verimi düşüktü. Her ne kadar hava kirliliği gündemde değildiyse de, enerji, dövizle satın aldığımız bir şeydi ve neredeyse yarısını israf ediyorduk.

İsviçre Ygnis firmasının bir broşürünü gördüm. Çok etkilendim. O broşürdeki doneler beni şoke etti. %90’ların üzerinde termik verimden bahsediliyordu. ‘Bu olamaz’ dedim. Biz kazan konusunda ders gördük. Hocamız, Profesör Fikret Narter’di. En verimli kazanlar Babcocs Wilcocs idi. Su borulu kazanlardı ve maksimum verimleri %75’ti. Böyle öğrenmiştik. Biz ise %65 verimli kazanlarla çalışıyorduk. Ygnis’in teknolojisini görebilmek için İsviçre’ye gittim. Üretimlerini, laboratuvarlarını gezdim. Anlaşma yapmak istedim. Çok büyük para istediler. Ben ise bu iş için tedarik edilmiş bir yatırım sermayemin olmadığını, başlangıçta küçük hacimli de olsa atölye kurmam gerektiğini, tedarik edebileceğim finansı, bu yöne kanalize etmem gerektiğini söyledim. Türkiye’de bu sistemin şansını yüksek gördüğümü ve ödemesi zamana yayılan bir lisans anlaşması talep ettim. Geldim, Şişli Çağlayan’da 300 m2 yer kiraladım. Öyle büyük geldi ki gözüme, ‘bu atölyeyi nasıl dolduracağım’ dedim. Ama sacı çevirip silindire dönüştürdüğünüzde gabarisi fazla olduğundan öylesine yer kaplıyor ki.. İki ay içinde yer doldu, iş yapacak yer bulamaz oldum. Yeni yer aramaya başladım. Ürettiğimiz kazanlar, %100 radyasyon kazanları idi. Yani su ile temasta olan kısımlarının tamamı, brülör alevini görüyordu. Dolayısıyla ısı transferi çok iyiydi. Böyle olunca kazan hacmi küçülür. 1 m2’den 25.000 kcal verim alınabilir. Diğer sistemde ise aynı hacimde en fazla 8-10 bin kcal verim alabiliyordunuz. Fiyatları da diğerlerinden daha ekonomikti.

En büyük alıcı, devletti o zamanlar. Bayındırlık Bakanlığı’na gidip radyasyon tipi kazanları, yüksek verimi sayesinde ülke ekonomisi açısından taşıdığı değeri anlattım. Üretim patentimi sundum. Şartnamelerde yer almasını istedim. ‘Eski köye yeni adet’ diye baktılar önceleri, sonra kabul ettiler. Yüksek verimli Ygnis radyasyon kazanları diye yazıldı; Bayındırlık Bakanlığı Birim Fiyatları Kataloğu’na. Oysa Ygnis sistemin değil, markanın adıydı.

O zamanlar kazanlar metrekare birimi ile ölçülürdü. Buna da itiraz ettim. Metrekare, sıva veya badana ölçüsüdür. Kazanın kim ölçecek borularının çaplarını, eğrilerini..Isı birimi olarak kcal/h gibi bir birim kullanmak gerekir. ‘Tamam’ dediler, ‘bu sene böyle çıksın, seneye bakarız’. Birkaç yıl evveline kadar ‘bakılamadı’, böyle sürdü. Hala bazı ihalelerde m2 birimi çıkıyor karşımıza.

Bizim fiyatlarımız cazip diye; sandım ki kazanlarımız kamu ihalelerinde çok rağbet görecek. Oysa kazanlarımız düşük fiyatından ötürü, yüklenici-müteahhite hiçbir menfaat temin etmiyor. Kazan fiyatı üzerinden de kar edemiyor müteahhit. Bunu zamanla gördük, anladık. Bu nedenle daha çok yapsatçılarla, özel sektörle iş yapabildik.

O dönemlerde merdiven altı imalathanelerde yapılıyordu kazanlar. Yanımızda çalışan eleman, merdiven altı bir atölye açıp, bizimle rekabete kalkıyordu. Öyle ki; ‘ Erensan fiyatının yarısı’ ifadesi ile teklif verildiğini gördüm. Ne üretim teknolojileri, ne malzeme ve üretim kalitesi, ne de üretim uzmanlığı denk olmayan bu ürünlerin aynı işlerde karşı karşıya getirilmesi, ciddi bir haksız rekabet yaratıyor, bu durum ciddi anlamda üretici firmaların gelişebilmesinin önünde en büyük engeli oluşturuyordu. Belli başlı kazancılarla bir raya geldik, 1985’te KBSB’yi Kazan ve Basınçlı Kaplar Sanayicileri Birliği- kurduk. 10 yılı aşkın süre, KBSB’nin başkanlığını yaptım. Ana amaç, denetimsiz, merdiven altı imalathaneleri önlemek olmuştu. Bu mobilyacılık, süs eşyası üretimi gibi bir iş değil ki.. İsmi üstünde, ‘basınçlı kap’.. Ehil ellerde yapılmadığında ciddi bir tehlike içeriyor. Tekniğinden, malzeme kalitesinden taviz verme şansı tanımıyor. Kalite, maliyeti artıran bir faktör. Dernek çalışmaları içinde mevcut kazan imalatçılarında eğitimi, meslek disiplinini hedefleyen çalışmalar gerçekleştirdik. Kamunun dikkatini çekmeye, imalatta denetim mekanizmaları tesis edilmesine yönelik düzenlemelerin yapılabilmesine çalıştık. Ne yazık ki bu alanda çok fazla başarı elde edebildiğimizi söylemek mümkün değil. 90’lı yılların başında, bir yönetmelik çıkarılabildi. Ama denetim mekanizmasının tesisi başarılamadı. Bunu niçin çok önemli görüyoruz? Bir işe, bir teknolojiye yatırım yapan, bunu sürdürebilmek ve uzmanlığını derinleştirebilmek, kalıcılığı tesis edebilmek için; gelişebilmeli, güçlenebilmeli. Sürekli yeni yatırımlar, projeler üretebilmeli. Bunlar için gerekecek finansı temin edebilecek birikim yapabilmeli. Ben ‘Erensan’ın yarı fiyatına yaparım’ diyen bir zihniyetle aynı kefede değerlendirilirsem, bundan sadece ERENSAN kaybetmez. Kendi sanayisini geliştiremeyen, bu nedenle dışa bağımlılığını artırarak sürdüren, bütçesini bir türlü dengeleyemeyen, düzenli olarak bütçe açığı veren, giderek artan işsizliğe çözüm üretemeyen bir ülke olarak Türkiye kaybeder.

Bizim yıllardır başaramadığımız ‘insan güvenliğini tehdit etmeyecek üretim denetimi ve kaliteli, ekonomik verime sahip üretim’ anlayışı, şimdi AB ve dış satıma yönelme zorunluluğu ile hayatımıza giriyor. Sertifikasyon zorunlulukları geldi. Bizim sektörle ilgili CE işaretini taşımayan firmalar, bu yılın başından itibaren iç pazarda da satış yapamıyor. CE kullanıcı güvenliğini gözeten önemli bir eşik. Sertifikalandırma çok maliyetli bir iş. Üstelik Türkiye’de uluslararası akreditasyonu onaylı ‘notified body’ de yok. Şuna inanıyorum ki AB’ye girmek için atılacak adımlar, sektörlerin ve ekonomimizin iyileştirilmesinde önemli yararlar sağlayacak.

Sanayici olmak, diğer faaliyetlere oranla daha fazla özveri, daha fazla cesaret, daha fazla moral güç gerektiriyor belki.. Üstelik Türkiye’de sanayici olmak, daha fazla direnç gerektiriyor. Başlamak ayrı bir güçlük, devam ettirebilmek ayrı... Bırakabilmek ise en zoru...Onca yatırım ne olacak, onca çalışan ne olacak? Bunlar mesuliyet işi, vicdan işi. İşsizliğin ne kadar zor olduğunu bizzat yaşadım. İş varken, uğraşırken, didinirken daha yorgun ama huzurlu olabiliyor insan. Böyle bakıldığında zor iş belki ama diğer faaliyetlerden daha farklı bir vizyon, daha farklı bir dünya görüşü getiriyor ve gurur veriyor. Ygnis’in teknolojisi ile başladık. 30 yıl sonra ISH fuarında kazan teknolojilerinde tamamen farklı denebilecek teknolojilerin olmadığını gördüğümde, 30 yıl öncesinden efektif olanı görebilmiş olmaktan haz duydum. Burada Ygnis’e de üretim yaptık. Şimdi Ygnis diye bir firma yok. Ygnis’in teknolojisini Türkleştirdik. Şimdi Erensan, ‘Made in Türkiye’ damgasını basıyor ürünlerine ve yurtdışına açılıyor. İşte başarının ilk kuralı; özgüvendir. Kişinin kendine güvenmesi gerekiyor. Cesaret de, bu özgüvenle gelir zaten...

AYHAN EREN: Bir şeyi alıp üzerine bir katma değer üretip pazarlayabilmek çok önemli. Tekstil, çok büyük sektör. Yılda 20-30 milyar dolarlık bir hacim var. Ama yüksek cirolara karşın kar marjı, verimliliği düşük. Çünkü markalaşılamamış. Gucci’ye gömlek, Armani’ye kravat, Boss’a takım elbise yapıyoruz. Kendi markamızı yaratabilirsek, katma değer sağlarız. Mavi Jeans bunu başardı. Erensan’ın da hedefi bu. Türkiye sanayisi AB’ne girerse, bir süre sonra rekabet edemez duruma gelecek. Zira şu an için avantaj gibi görülen iş gücü ucuzluğu, AB’ne girdiğimizde yavaş yavaş ortadan kalkacak.

Refah seviyesine paralel ücretlerde AB ortalamalarına yaklaşma trendi görülecek. 1000 dolara çalışan mühendis, 2500 dolara çalışacak. Üst ve alt kademe çalışan ücretleri makası daralacak. Avrupa’da, Genel müdür 5000 Euro maaş alırken, işçi 3500 Euro alıyor. Bu noktaya doğru hareket edildiğinde, üretim maliyetlerimiz de Avrupa’ya yaklaşacak. Rekabet avantajlarımız eksilecek. Sağlıklı öngörülerde ve çalışmalarda bulunmazsak, 8-10 yıl sonrasında işimiz çok zor olacak. Marka olabilmek gerekiyor. En iyi rekabet silahı bu. Marka olabilmek için kaliteli olmanız, kalifiye elemanla çalışmanız lazım. Bırakın AB’ne girmeyi, AB’ne ürün satmak için bile maliyetlerimiz yükseldi. Önümüzdeki 10 yılı çok iyi değerlendirmemiz, çok çalışmamız lazım. Bugün, Sayın Kürşat Tüzmen’in başlattığı Turquality diye bir çalışma var. Kaliteli mal yatırımlarında teşvik veriliyor. Bunu alabilmek için, iç yapıda, tüm iş süreçlerinde toplam kalite yönetimi anlayışına sahip olmanız gerekiyor. Belli fonlarla sanayicinin desteklenmesine ihtiyaç var. Avrupa’da en rekabetçi fiyatlar İtalya’da ve İspanya’da. Ama biz Mostra Convegno’ya gidiyoruz. İtalya’nın da, İspanya’nın da bizimle çalışmak istediğini görüyoruz. Ancak bundan 8 sene sonra da bizim yerimizde, Ukrayna, İran olabilir. İran kapalı bir pazar. Aksi halde bizim için çok ciddi bir tehdit olabilir. Zira güçlü bir sanayiye sahip. Gümrük Birliği Anlaşmasından sonra İthal ürünün önü açıldı.

Kendi sanayimiz onlarla rekabet edebilir durumda değilken, kapılar tek taraflı olarak açıldı. Bu durum, yerli ürünleri ciddi bir rekabet problemi ile karşı karşıya bıraktı. Bu süreç, üretici kuruluşları zorladı. Bir yönüyle öğretici de oldu.

Bugün ERENSAN’ın mevcut üretiminin %60’ı iç pazara, %40’ı dış pazara kanalize edilmektedir. Başlıca ihracat pazarlarımız ise; Rusya, Irak, Romanya, Mısır, Türkmenistan, Kazakistan, Azerbaycan, İsviçre, Ukrayna, Hollanda, Litvanya, Malta, Belaruz , Küba, Senegal, Ürdün, Kıbrıs, Güney Afrika, Gürcistan, Bosna Hersek, Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya, Almanya, İtalya ve İngiltere. Geçen sene en büyük hamlemiz, 1.1.2004 tarihinden itibaren Türkiye’de de kanun ile zorunlu hale getirilen Avrupa Normlarında uygunluk belgesi olan CE işareti çalışmalarımız oldu. Endüstriyel kazanlarımızdan sonra sertifikasyon çalışmalarımız sıcak su kazanları ile sürüyor. Tüm ürünlerin belgelendirme sürecinde de en fazla sorun yaşanan konulardan biri yetkin test laboratuvarları konusunda oluyor. Maalesef bu test labratuvarları Türkiye’de henüz mevcut değil. Hatta bu labratuvarları akredite edecek kurumlarda henüz Avruba Birliği Komisyonundan akreditasyon almış değil. Dolayısıyla bu da biz sanayicileri yabancı kurumlarla, yüksek maliyetlerle çalışmaya itiyor. Tabii bu da yine paramızı dışarıya vermek demek. Yurtdışında markamızı tanıtmak ve pazarlamak üzere üç sene önce Irakta bu sene başında da Rusya’da bir ofis açtık. Romanya, Mısır da bölgedeki diğer ülkeler olma yolunda.  Özetle sistematik bir büyüme hamlesi içinde olduğumuzu söyleyebilirim. Daha alınacak çok yol var.

Erensan Isı Sanayi A.Ş.

1966’dan bugüne, Isıtma ve endüstriyel proseslerde kullanılan buhar kazanları ve ısı üretiminde faaliyet gösteren ERENSAN, ev tipi sıcak su kazanlarından, 20 MW’a kadar yüksek basınç üreten buhar kazanlarına, kızgın yağ kazanları, ısı eşanjörleri, basınçlı kaplar, reaktörler ve su yumuşatma cihazlarına kadar, geniş bir yelpazede üretim yapıyor. İstanbul Yenibosna’da 14750 m2 ve Yozgat organize sanayi bölgesinde 30.000 m2’lik üretim tesislerinde, ISO 9001 standartlarında Avrupa Birliği direktiflerine ve Avrupa harmonize standartları EN’e uygun dizaynda üretim yapıyor. Erensan’ın brülör, panel radyatör, pompa, otomatik kontrol aksesuarları gibi cihaz ve ekipmanlarda mümessillikleri de bulunuyor. ERENSAN ürünleri, EN (European Norms) ve CE sertifikası ile birlikte ISO 9001:2000 kalite belgelerine ilave olarak Türk Loydu, TSE, ISO 9001 (TUV-SUDWEST), GOST, GOSGORTECHNADZOR (Rusya), ISCIR (Romanya), GOSNADZOROHRANTRUDA (Ukrayna) sertifikalarına da sahip. Erensan bugün hem sıcak su, hem endüstriyel kazan imalatını birlikte yürüten, en yüksek hacimde üretim kapasitesi ve miktarları olan kazan üreticisidir. İki fabrikada toplam 5 bin ton sac işleme kapasitesine sahip. Yozgat’taki fabrikada sıcak su kazanları İstanbul’daki fabrikada ise ihtiyaca göre projelendirilen sanayi kazanları üretimi var. Erensan’ın, Yozgat’ta 50, İstanbul’da 150 kişi olmak üzere, 90’ı mavi, 110’u beyaz yakalı 200 çalışanı bulunuyor. Günümüzde kombi pazarında yer almayan ERENSAN, Alman kombi markası Vaillant’ı da Türkiye pazarına tanıtan firma olarak biliniyor.

...Mesut Bey, 78 yaşında. Kendine yeni alanlar keşfediyor...

Dört yıldır hobi olarak ilgisini çeken, dünyanın en hızlı büyüyen ağacı Pavlonia da, Mesut EREN’in üretici kimliğinde Ğbir anlamda-’iş’e dönüşmüş. Yurtdışından tohumlarını getirmiş Pavlonia’nın ve geçtiğimiz yıl üretimine başlamış. Odasının penceresinden, 4 yıl önce bahçesine diktiği, neredeyse 17 metreye ulaşan Paulownia’larına (Pavloniya) bakıyor Mesut Bey ve ekliyor; ‘Yıllar önce Dünya Gazetesi’nin bir haberi ile tanıştım Pavlonia’yla. Çorlu’daki fabrikamızın arazisine 5500 pavlonia fidanı diktim. 5-6 yıl sonra koca bir orman olacak. 6 yılda 25 metreye ulaşıyor.

Tomruk haldeki değeri 200 dolar. Kestikten sonra ayrıca fidan dikmeden 7 kere daha sürüyor. Bitmeyen senfoni gibi. Kerestesi çok değerli. İşlenmesi kolay. Pavlonia’dan yapılan mobilyalara 100 sene ömür biçiyorlar. İçine kurt işleyemiyor. Bu hobi olmaktan çıkıp iş oldu. Kazan satışı yaptığımız fabrikaların arazileri için öneriyoruz, satıyoruz. Ülkemizde bir çok boş arazi var. Ekonomik değeri çok yüksek olan bir bitki. Türkiye ekonomisine büyük oranda katkıda bulunabilecek bir şey.’