Uğur Akgül : 'En büyük ve sonuçları en vahim kalite kaybı insanda yaşanıyor'
"Eskiden, o zamanki pazar koşulları ile günümüz pazar koşulları arasındaki bariz fark şu: O zaman teknik toplantılar günlerce sürerdi. Fiyat, hep en son konuşulan bir şeydi. Şimdi ise her şey fiyat odaklı. Önce fiyat konuşulur oldu. Bu nedenle de yapılan işin kalitesi, değeri, fiyatın gerisine düştü. "
1966 yılında Ankara’da doğdum. Annesi ev hanımı, babası memur olan mütevazı bir ailenin çocuğuyum. Orta öğretim çağımda Türkiye’nin siyasi anlamda karışık bir dönemiydi. Babam polis olduğundan, her anne ve babanın evlatları için taşıdığı endişeden daha fazlasına sahipti. “Seni üniversiteye göndermeyeceğim, Meslek Lisesi sınavlarına gir” dedi. Ben de öyle yaptım. Meslek Lisesi Elektrik Bölümünü kazandım. Babam “Ben devlet memuruyum, geleceğin için çok fazla bir şey yapacak imkanım olamaz. Meslek Lisesine gidersen en azından kolunda bir altın bileziğin olur” düşüncesindeydi.
Ben yine de üniversite sınavına girmeye karar verdim. Ama koşullar hiç de kolay değildi. Meslek Lisesi mezunları, üniversite giriş sınavında dezavantajlıydı, puanı düşüyordu. Diğer lise mezunları karşısında daha iyi bir performans göstermeleri gerekiyordu. Sınava o zorlu koşullarda girdim ve Gazi Üniversitesi’ni kazandım. Ama okurken de bir taraftan çalışmak zorunda kaldım. Mecburen arkadaşlardan ders notlarını alıp, kendi imkanlarımla çalışmalıydım. Okula ancak sınav olduğunda gidebiliyordum. Ama hiç sene kaybı olmadan okulu bitirdim. Sonra bir telefon geldi, teyzemin kızı İTÜ Elektrik Elektronik bölümünde okuyordu. Isısan’dan Nurettin Abi’nin (Nurettin Küçükçalı) sınıf arkadaşıydı. “Uğur, Isısan’da, çalışır mısın?” dedi. Hiç düşünmeden “Çalışırım” dedim ve valizimi kapıp geldim.
Isısan, en önemli okulum oldu
1987 yılının 1 Şubat’ında Isısan’da çalışmaya başladım. O zamanlar bilgisayarlarımız yoktu, elle ve hesap makinaları ile sayfalarca teklifler hazırlıyorduk. Biraç yıl sonra bilgisayar sistemine geçtik. Şirkette Suat Arzık, Halim Özdemir, Nurettin Abi (Küçükçalı), Rahmetli Feyzi Abi (Oğuz) ve Ercan Ünal vardı. Ben onlara sürekli bir şeyler sorardım. Öyle konuya hakim ve öğretici şahsiyetlerdi ki üniversite yıllarımda eksik kalan “dersi derste öğrenme” deneyimim, burada tamamlandı. Bir süre sonra satış bölümüne geçtim. İlkokul 5. sınıftan sonra okurken zaten hep çalıştığım için ticarete yabancı değildim. Isısan’dan ayrıldığım 1998 yılına kadar on yıl daha “okudum, tahsil hayatım devam etti” diyebilirim. Çünkü Isısan gerçek anlamda bir okul gibiydi. Isısan ile ikinci üniversiteyi bitirdim diyebilirim. İnsan ilişkileri, mesleki bilgi, sektörel bilgi gibi çok kıymetli kazanımlarım oldu. Sektörde iki kişinin gerçekten hem sektöre hem çalışanlara çok şey kattığını düşünmüşümdür. Bunlardan biri Rüknettin Abi’dir. Diğeri ise Ode Yalıtım’dan Orhan Turan’dır.
Rüknettin Abi, elemanlarının düzenli eğitimine, kendilerini geliştirmelerine çok önem vererdi. İşe alındıktan sonra Nurettin Abi akşamları yeni işe başlayanlara sürekli ders verirdi: Radyatör nasıl seçilir, ısı kaybı nasıl önlenir gibi bilgileri paylaşırdı. Isısan bilgi paylaşımı ve eğitim konusunda gerçekten çalışanları için de sektör için de büyük bir okuldu. Bir de Rüknettin Abi insan ilişkilerine çok kıymet verirdi. Rüknettin Abi çalışanlarını arar sorar, iş haricinde de daima onların yanında olurdu. Ondan öğrendiğimiz çok kıymetli değerler bunlar. Rüknettin Abi hem çok iyi bir mühendis, hem çok iyi bir psikolog, hem de çok iyi bir satış mühendisi idi. Mühendisliği insan psikolojisi konusundaki bilgisi ile harmanlayıp satış başarısı olarak sunabilen ender insanlardan biriydi.
1998’de Isısan’dan ayrılıp ortaklı bir şirket kurarak mekanik taahhüt işi ile uğraşmaya başladım. 1998’den 2005’e kadar kurduğumuz şirkette faaliyetimiz sürdü ama 2005’te şirket bir kriz yaşadı. Türkiye, krizler konusunda cömert bir ülke ve bu yönüyle belki de iş dünyası insanlarını geçirdiği en zorlu sınavlarla güçlendiriyor. Profesyonel iş yaşamıma dört yıl boyunca Aktif Isı’da Halim Özdemir ile devam ettim. Orada da satış yöneticiliği yaptım. Satış, aslında ilginç bir iş koludur. Bu alanda başarı için ya hayat sizi “çekirdekten” hazırlamış, zorunlu olarak o yola sokmuştur, yetiştirmiştir, ya da mizaç özellikleriniz tam da bu işe uygundur-ya da her ikisi de-.
Bir ideal hayata geçiyor: Aironn
Ama kendimi bildim bileli, insanın doğduğu, kendini bildiği, kendisini yetiştiren ülkeye -ki biz “vatan” diyoruz- hizmet edebilmesi, katkıda bulunabilmesi; hayallerimde, düşüncelerimde olmuştur. Bir sonraki mesleki adımıma da bu ideal ışık tuttu. Bu adımı atmaya artık hazırdım. Aynı ideali paylaşan bir yol arkadaşım da vardı artık… Eşim Yasemin Akgül ile birlikte gerçekten çok zorlu bir mücadeleye girdik. İthalatın egemenliğindeki bir ürün grubunu “yerli ve milli”leştirmek üzere yola çıktık. Aironn, işte bu “ideal” üzerine kuruldu. Bu yolda elbette destek de köstek de gördük. Ama 10 yılı ardımızda bıraktıktan sonra şunu söyleyebilirim: “Kesinlikle zordu ve kesinlikle haz verici, güzel”… Vardığımız nokta ise adeta “azmin zaferi”. Şimdi adımlarımız daha güçlü ve geleceğe inancımız da…
Ne çok şey değişti…
Eskiden, o zamanki pazar koşulları ile günümüz pazar koşulları arasındaki bariz fark şu: O zaman teknik toplantılar günlerce sürerdi. Fiyat, hep en son konuşulan bir şeydi. Şimdi ise her şey fiyat odaklı. Önce fiyat konuşulur oldu. Bu nedenle de yapılan işin kalitesi, değeri, fiyatın gerisine düştü. Bir de eskiden ahde vefa vardı, ama şimdi böyle bir şey yok. Sektörde kimse birbirine güvenemiyor. Emekler karşılığını çok fazla bulamıyor.
O zaman bilgi çok değerliydi, bilgiye ulaşmak çok zordu. Bilgili insana saygı gösterilirdi. Müşteri, sizin ona verdiğiniz bilgiyi çok kıymetli görür, en azından bir teşekkür ederdi. Şimdi o teşekkür bile yok. İşe, insana, sektöre, bilene saygı vardı ama artık maalesef bu değerler pek yok. Kaliteyi, bilgiyi, değeri ölçmeyi, kıymet vermeyi unuttuk. Bence günümüzde sektörün en büyük sorunu bu. Mekanik taahhütte de, imalatta da, satışta da bu böyle. Para, gereğinden fazla ön plana geçti. Siyaset, her zamankinden çok daha fazla etkin oldu. Kontrollük teşkilatı, iş gören ve işveren tarafının haklarını adil şekilde gözeten, işin sağlıklı icrasını güvence altına alan bir yapı olması gerekirken, işi yokuşa süren, sorun çıkaran bir mekanizmaya dönüştü. Zira, eskiden belirli pozisyonlara gelmiş kişiler, liyakat usulüne göre görevlendiriliyordu. Yaptıkları işin tüm detaylarına hakimdiler. Şimdi –özellikle kamuda- siyasi tercihlerle görevlendirilen kişilerin yetersizlikleri sıkıntılara neden oluyor. Eskiden iş yaptığımız Mesa,Nurol, STFA, Baytur gibi büyük kuruluşlar ve bu kuruluşlarda fevkalade işinin uzmanı kişiler vardı. Bugün de çok büyük şirketlerimiz var, ancak eskiden olduğu kadar yetkinlik sahibi kişiler azaldı. En büyük ve sonuçları en vahim kalite kaybı insanda yaşanıyor.
Eskiden adalet sistemi de daha güven veriyordu. Alacağınızın tahsilinde hukuk sistemi devreye giriyordu. Şimdi hukuk danışmanları, 3-5 sene sürecek nafile bir çabaya girilmemesini tavsiye ediyor.
“Tevekkülle ticaret” yapmaya çalışıyoruz
Böyle olunca bu ülkede yatırım yapmak cazibesini kaybediyor. Hele ki yatırımcıların motivasyonunu düşürmek kadar tehlikeli bir şey yok. Güven vermeyen, belirsizliğin bir rutin haline geldiği koşullar, üretim yatırımı yapmış bir kuruluşu, üretim tesisini yurt dışına taşıma düşüncesine sevk edebiliyor. Bu sektörün en büyük sorunlarından biri. Döviz kurundaki belirsizlik, öngörü becerilerimizi köreltiyor. Yarın ne olabileceğine dair hiç kimsenin sağlıklı bir tahmini yok. Kamyonlarca malzeme sevk edip, karşılığında ödeme olarak 90 gün ya da 120 gün sonrası için bir tane kağıt parçası alıyoruz. O gün geldiğinde ödenecek mi, onu da bilmiyoruz. Öz sermayeniz ne kadar olursa olsun ancak bir ya da iki problemi karşılayabilirsiniz, ama üçüncüde mali yönetim sıkıntıya girer. “Tevekkülle ticaret” yapmaya çalışıyoruz.
Bu yüzden Türkiye’den uluslararası pazarlarda söz sahibi doğru dürüst marka çıkaramıyoruz. Devlet bir yandan yerli malı tavsiye ediyor ama bunca sorunla boğuşan yerli üretici orta vadeli bir öngörüde bile bulunamıyor. Öte yandan “yerli malı olarak piyasada yer alan ürünlerin ne kadarı, yüzde kaç yerli” konusuna hiç girmiyorum.
Biz doktorlarımızı, sanayicimizi, üreticimizi kaybedersek batarız. Üretmeyen toplumlar batmaya mahkumdur. Bugün Aironn’da, yan kollar hariç, 200 kişi çalışıyor. 200’ü 2000 yapabilirsek, ülkemize daha çok katkı sağlayabiliriz. Almanya, Japonya gibi yakın tarihinde dev yıkımlar yaşamış ülkelerin küllerinden doğabilmelerini sağlayan en önemli unsur; üretim ve yerli ürün kullanımıydı. Bugün geldikleri nokta belli. Üretimin, bir refah toplumunun en önemli dayanağı olduğu asla unutulmamalı.
Yol göstericilik, yönlendiricilik, planlama olsa; çok daha fazlasını yapabilmek mümkün
Çok yönlü, çok güçlü bir planlama gerekiyor. Birilerinin yol göstermesi, liderlik, öncülük yapması lazım. Çünkü bir iş kuran, yöneten kişinin kendi bilgisi ancak bir yere kadar yeterli olabiliyor, şirketlerin köklenmesi, güçlenmesi, uluslararası arenada güçlü bir oyuncu olabilmeleri için yeterli olamıyor. Biz, yaşayarak, deneyip yanılarak yol bulmaya çalışıyoruz. Tabii ki birtakım kaynak ve kılavuzlar var ama daha güçlü kuruluşlar için daha fazlası lazım.
Ben köy çocuğuyum. Köyümüzde meyve fidanı hâlâ aynı yöntemle dikiliyor, hayvanlar aynı yöntemlerle besleniyor. Avrupa bu yöntemleri geride bırakalı çok oldu. Orada insanlar kendi kaderlerine terk edilmiyor, bir yol göstericileri var. Neyi, nasıl yaparlarsa verimi en üst düzeye çıkarabilecekleri konusunda yönlendiriliyorlar. Ama bizde böyle bir şey yok. Bizde herkes kendi dişi ve tırnağı ile “olduğu kadar” bir şeyler yapmaya çalışıyor.
Özellikle küçük ölçekli firmaların böyle bir kılavuzluğa ihtiyacı var. Hatalarımızı görmemiz için denetlemelere, yönlendirmelere ve işimizi daha çok geliştirebilmek için teşviklere ihtiacımız var.
Yeni nesil, yeni seçimsizlik…
Nesil de çok değişti. Bizim elimizden kitap düşmezdi, yeni neslin elinden cep telefonu düşmüyor. Bilgi edinmek için kullanılsa müthiş bir hızla bilgiye erişim sağlıyor ama maalesef bilgiden ziyade sosyal medyanın anlamsız videoları tercih ediliyor.
Birlikte çalışacak eleman bulamıyoruz. Meslek liselerinden, üniversitelerden çalışmak için gelenler ya yeterli bilgiye sahip değil, ya da amaçsız. Ama bu, onların suçu değil. Okullardan hiçbir şey bilmeden gelen beyaz yakalılar, iş hayatında mavi yakalıların, ustaların elemanı oluyor. Hem onlar, hem işletmeler, hem de kendi adıma üzülüyorum.
Ben bu günkü tecrübemi ağırlıklı olarak Isısan’da kazandım. Isısan benim bir katkım olmadı mı, kazandığım gibi kazandırmadım mı? Tabii ki Isısan da kazandı. Ama Isısan %5 kazandıysa %95’i sahip olduğum tecrübe olarak benim cebimde kaldı. Yeni nesil bunu göremiyor. Edindiğiniz bilgi, tecrübe, iş hayatında karşılaştığınız zorluklar, kendinize yaptığınız en büyük yatırımdır.
Sonsöz
Biz Aironn olarak işimizin sürdürülebilirliğini sağlamak, dünyaya açılabilmek için on yılı aşkın süredir inançla ve inatla mücadele veriyoruz. Bu yolda yaptığımız hatalar en etkili öğretmenlerimiz oldu. Öğrenen, öğrendiğini unutmayan ama kesintisiz olarak güncelleyen bir şirket olmaya çalıştık.
Tükiye’nin öylesine kıymetli potansiyelleri var ki; çok rahat Avrupa’ya, tüm dünyaya açılabiliriz. O kaliteye, azme sahibiz ama yolumuzun açılması, destek görmemiz lazım.