İtibar kaybının telafisi mümkün değildir. İtibar, en önemli servetimizdir.
Ömer Cihad Vardan, bu yıl meslekte 40.yılını dolduruyor. Kurucularından olduğu Çukurova Isı, sektöre; kurumsallaşmayı başaran ve aile şirketi kimliğini de koruyabilen iyi bir örnek sunuyor. “Etik; tektir. Bu anlayış, bir kişide, hayatın her alanında ya vardır, ya da yok” diye düşünen Ömer Cihad Vardan, daha yolunun en başında hayat felsefesini şu sözleri çok iyi betimliyor: “Ben bir insanım ve her insan gibi bir gün öleceğim, bana bahşedilen ömür süresince elimden gelenin en iyisini yapmalı ve iyi bir insan olmalıyım, o şekilde de ölmeli ve anılmalıyım.”
Ömer Cihad Vardan, 40 yıllık mesleki yolculuğunu içten bir dille anlatırken, iklimlendirme sektörünün geçmişine de ışık tutuyor.
Ailem, tam bir Türkiye mozaiği…
2 Kasım 1962 Hendek doğumluyum. Zamanında babam, iş sebebiyle Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde bulunmuş. Hendek'teyken ben doğmuşum. Düzce’deyken kız kardeşim, Adana’dayken erkek kardeşim… Nüfusumuz ise babamın doğum yeri olan Amasya'ya kayıtlı. Özetle, ailecek Türkiye mozaiği gibiyiz diyebilirim.
Kız kardeşimin doğumunun ardından bir süre sonra babam Ankara’da YSE’de Bölge Müdür Muavini olarak işe başlayınca, biz de Ankara'ya yerleştik. Ben de ilkokula, orada Ulubatlı Hasan ilkokulunda başladım. Fakat yine babamın işi dolayısıyla Adana’ya taşınınca ilkokulu Adana Cebesoy İlkokulunda bitirdim. Ortaokula da Adana’da başladım ama ortaokul ve liseyi Mersin'de bitirdim. Daha sonra üniversite için tüm aile İstanbul’a taşındık.
Babamın babası 93 Harbi'nde Kafkaslardan göçen gruplar içinde yer alıyor. Amasya'ya yerleşiyor. Onlara “Şirvanlı” diyorlarmış. Tabii ki hiçbir şeyleri yok. Dedem başkalarının bahçelerinde rençberlik yapıyormuş. Amasya’da evleniyor, beş çocukları oluyor. Babam ailenin en küçüğü. İmkânsızlıklar nedeniyle sadece babamı okutabilmişler. Onu da zar zor Edirne'deki meslek okuluna, o zamanki adıyla sanat enstitüsüne göndermişler. Daha sonra babam üniversiteye gitmek istemiş, fakat nereye gönderecekler? Babam endüstri meslek lisesi çıkışlı olduğu için gidebileceği üniversiteler sınırlıymış. Mühendislik olarak Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Fakültesi ile Zonguldak’ta Maden Fakültesi’ni kazanmış. Ayrıca teknik öğretmenlik olarak da Ankara ve İzmir Teknik Öğretmen Okullarının sınavlarını…. Edirne Meslek Lisesindeki hocası, babamın katiyetle kendisi gibi teknik öğretmen değil, mühendis olması konusunda teşvik etmiş. O dönemde Zonguldak’taki Maden Fakültesi, yatılı okuma imkânı sunuyormuş ve babam okulu ikinci olarak kazandığı için burs da veriyormuş. Ailesinin maddi olanakları Yıldız’a yetmediği ve Zonguldak’taki imkanlar babam için daha uygun olduğundan, Zonguldak’ta Maden Fakültesi’ne girmiş ve oradan 1958-59 döneminde mezun olmuş.
Mühendis bir ailede haliyle benim gönlümdeki meslek de; mühendislik oldu
Babam mühendis, dayılarım da mühendis olunca haliyle benim gönlümde yatan meslek mühendislikti. Dayılarımdan biri inşaat, diğeri elektrik mühendisiydi. Babam ise maden mühendisi. 1979 senesinde girdiğim üniversite sınavı neticesinde İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Makina Fakültesi Sanayi Mühendisliği bölümünü kazandım; böylece farklı bir disiplinde yer alarak, ailenin eksik kısmını tamamlamış oldum. Daha önce kız kardeşim de Üsküdar Amerikan Koleji’ni kazanarak İstanbul'a gelmişti. Annemin ailesi zaten İstanbul'da yaşıyordu. Ben 1979’da İTÜ’yü kazanınca ailecek İstanbul’a göçtük ve İstanbul nüfusuna katıldık.
Nerede başladım, nerede bitirdim?
Tabii o günler Türkiye için sağ-sol çatışmalarının yaşandığı zorlu zamanlardı. Bu tür olaylardan dolayı İTÜ, bizden önce bir süre kapatılmıştı. Hatta bu kapanmadan dolayı bizden önce üniversiteye girenlerden bazıları, gecikmeli mezun oldular. Üniversiteye girdiğimiz yıl, bu sıkıntılardan biz de nasibimizi aldık. Olaylar çıkınca ortam karışıyordu, dersler duruyor, okul da ara sıra tatil oluyordu. Okula askerlerin kontrolünde giriyorduk. İlk seneyi öyle ya da böyle tamamladık. Tam biz 2. sınıfa başlayacakken, 12 Eylül 1980’de ihtilal gerçekleşti. Ülkenin genelinde hemen her şey duruldu ve okullardaki çatışmalar da bitmiş oldu. Bu sayede bizler de herhangi bir gecikme olmaksızın 1983 yılının başında mezun olabildik.
O döneme ait ilginç bir anım var, bu noktada onu da sizinle paylaşayım. 1981 yılının sonlarında, Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) kuruldu. İyi de bunun bizimle alakası ne? Alakası şu; YÖK’ün kurulmasının akabinde, okullarda bazı değişiklikler oldu. İTÜ’de de yeni fakülteler, yeni bölümler oluşturuldu. Bunlardan biri de içinde iki bölümü ihtiva eden işletme fakültesiydi. Bu iki bölümden biri İşletme Mühendisliği, diğeri ise Endüstri Mühendisliği idi. Biz Makine Fakültesi Sanayi Mühendisliği öğrencilerini de bu yeni fakültedeki Endüstri Mühendisliği bölümüne naklettiler. Sonuç itibariyle ben ve arkadaşlarım, Makine Fakültesi Sanayi Mühendisliği bölümüne girip İşletme Fakültesi Endüstri Mühendisliği bölümünden mezun olduk… Bu da kaderin bir cilvesi olsa gerek.
ABD’deki yıllarım…
Ortaokul ve lisede olduğu gibi üniversitede de okulumu dereceyle bitirdim. İlkokula küçük başladığım için üniversiteyi bitirdiğimde daha 21 yaşında bile değildim. Daha sonra sınava girerek Milli Eğitim Bakanlığı’nın yurt dışı bursunu kazanıp Amerika’da yüksek lisans yapma imkânı elde ettim. Öncesinde kısa bir lisan eğitimi alıp arkasından 1984’te Ohio State Üniversitesi'ne girdim ve orada imalat mühendisliği alanında yüksek lisansımı tamamladım. Güzel bir dönem geçirdim. Sadece orada değil, çevre okullarda da güzel arkadaşlarım, arkadaşlıklarım oldu. Bugün bu arkadaşlarımızdan önemli bir kısmını ülkemizin en nadide kuruluşlarının başında ülkemize çok kıymetli hizmetler yaparken görüyoruz. Bu da bana ziyadesiyle mutluluk veriyor.
Ohio State Üniversitesindeyken AutoCAD'in, IBM’in CADAM, CATIA adlı programlarının ilk versiyonlarıyla çalıştım; bunları kullanmayı öğrendim. Okuldayken görevlerimden biri de bu yazılımların “user friendly” kullanım kılavuzlarını hazırlamaktı. O senelerde özellikle imalat mühendisliği alanında ürün tasarımı ve imalatıyla ilgili, nihai şekilli imalatlarla ilgili bilgisayar destekli tasarım ve imalat yazılımlarını çok yoğun kullandım. 1984-85’lerde bilgisayarda tasarım yapabiliyor, bu tasarımları üniversitedeki CNC tezgahlarında işleyerek ürün geliştirebiliyordum. Otomatik takım değiştirebilen 4 eksenli CNC tezgahlarla daha o günlerde tanışmıştım.
Öte yandan, yüksek lisans tezimin konusu da dövmecilikte kalıp aşınmasını etkileyen faktörleri incelemek ve aralarındaki bağı bulmaktı. Bunun için de Battelle Araştırma Merkezinin geliştirdiği ALPID adlı özel bir yazılım kullandım. Nihayetinde 1986 yılında yüksek lisans eğitimimi tamamladım. Hemen Türkiye’ye dönmek istedim, fakat okul, bana doktora için tam burs vererek, kalmam yönünde baskı yapmaya başladı. Zaten ben Türkiye’den Amerika’ya gider gitmez kabul aldığım Ohio State Üniversitesinden yüksek lisans için de burs almış ve hemen T.C. Milli Eğitim Bakanlığı’nın bana ABD’ye gitmek üzere verdiği bursu kestirmiştim; devletimiz fazladan para harcamasın diye… Neyse, master bitince de birlikte çalıştığım hocalarım, Türkiye’ye dönmeyip okulda kalmam için çok ısrar ettiler, ama ben akademisyen olmak istemediğimi, fiilen iş hayatında yer alacağımı söyledim. O dönemde orada kısa adı ERC/NSM olan bir mühendislik araştırma merkezi (Engineering Research Center for Net Shape Manufacturing) kurulmuştu. Ben de kuruluşunda yer almıştım. Bu merkez, nihai şekilli imalat alanında yani döküm, dövmecilik, plastik şekil verme gibi uygulamalar üzerine çalışacaktı, sanayi-üniversite işbirliği içinde sanayinin sorunlarını çözecek araştırmaları yapacaktı. Doktoraya devam etmek istemediğimi, mühendis olarak hayatımı sürdürmek istediğimi anlayınca bana ERC’de mühendis statüsünde çalışmamı teklif ettiler. Bir buçuk yıl kadar orada çalıştım. 1987 Ağustos’unda, Türkiye’ye döndüm, Eylül’de evlendim ve Kalekalıp’ta çalışmaya başladım.
Stinger füzelerinin komponent imalatında çalışmaya başladım
Kalekalıp, o dönem Alman Dornier firmasıyla Stinger füzelerinin bazı parçalarının imalatı için birtakım sözleşmeler yapmıştı. Bu proje için yeni bir ekip oluşturuluyordu. Eleman ilanlarını İngilizce dilinde vermişlerdi. Ben de başvurumu yaptım ve elemelerden sonra orada imalat mühendisi olarak işe başladım. Kalekalıp bünyesindeki bu bölüm, bugün Kale Havacılık Sanayi A.Ş. olarak bilinen havacılık ve savunma sanayii anlamında ülkemize ciddi katma değer sağlayan, çok kıymetli yurtdışı ortaklıkları olan firmalarından biri haline geldi. Ben de bu firmanın ilk yıllarında orada çalışma şerefine nail oldum.
Daha sonra bilgisayar sektöründe çalışmalarım oldu. Hatta kendi firmamı da kurdum ama ondan önce UTE Bilgisayar adlı firmada Amerikan McDonnell Douglas CAD/CAM programlarını pazarlamaya başladım. Dönemin Türkiye’sinde bu programlar çok fazla bilinen, kullanılan programlar değildi. Sadece Türk Hava Kuvvetlerinin Kayseri ve Eskişehir Hava İkmal Merkezleri ile Şişe Cam’da bu programları uygulama imkânı bulabilmiştik. Ben de satışla beraber, satış sonrası uygulamalar ve eğitimler konusunda da çalıştım. Sanırım o dönem, ülkede CAD/CAM konusunu bilen ve uygulayan birkaç kişiden biriydim.
Çukurova Isı’nın doğuşu…
1990’lı yıllarda aile şirketimizde yenilik arayışlarımız oldu. Üç ana başlık üzerine odaklanmıştık. Bunlardan biri havuz tesisatı ve kimyasallarıydı. Bugün oldukça gelişmiş bir iş alanı olmakla beraber 1990’larda bu alan oldukça yeni sayılabilirdi. İkincisi araçlarda LPG kullanımıydı. Bu konuda da ciddi araştırmalar yaptık, mümessillik aldık fakat mevzuata takıldık. Daha sonra o sektör de müthiş bir hızla ilerledi biliyorsunuz.
Üçüncüsü ise, şu an Çukurova Isı’nın temelini oluşturan radyant ısıtma konusuydu. Malum o dönem doğalgazın ülkede daha yeni kullanılmaya başlandığı bir dönemdi. Bu alanda neler yapabiliriz diye araştırmalar yaparken, 1990’ın sonlarına doğru İstanbul’da yapılan Türkiye Kanada İş Forumu’nda Amerika menşeli Roberts Gordon (RG) firmasıyla tanıştık. Karşılıklı görüşmeler sonucunda, Roberts Gordon’un Türkiye ve çevre ülkeler mümessilliğini alarak, 1991 senesinin başı itibarıyla doğalgazla çalışan cihazlar alanına girmiş olduk.
Radyant ısıtma sistemleri, ABD’de yıllardır ısıtılması zor veya imkânsız gibi görülen; hangar, fabrika, depo gibi alanların ısıtılmasında kullanılan sistemlerdi; ancak bu cihazlar Türkiye’ye hiç gelmemişti. Ülkemizde bu radyant cihazları hemen hiç kimse tanımıyordu. Zaten ülke doğalgazla yeni tanışıyordu ve doğalgaz her yerde mevcut değildi. Bu nedenle cihazları tanıtabilmek, anlatabilmek için Türkiye genelinde dolaşmaya başladık. Çok ciddi yorucu bir süreçti diyebilirim. Doğalgazın olmadığı bölgelerde cihazları nasıl çalıştıracağız? LPG bir alternatif çözüm ama, LPG’yi kesintisiz nasıl kullanacaktık? 5-10-15 adet 45kg’luk sanayi tüplerinin bir araya getirildiği bir depolama kaynağı oluşturmak zorunda kaldık çoğu kere. Zira cihazlarda yakacağınız gaz miktarı çok fazla değil. O nedenle piyasada mevcut 115 m3’lük LPG tanklarından istifade edemiyorsunuz. Bize küçük 5 m³ tanklar yeterli ama onlar da yok. Bu ebattaki küçük tanklar için üreticilerle görüşüyoruz, doğal olarak adet soruyorlar. Düşük adetlerde imalat yapmıyorlar. Dolayısıyla çoğunlukla tüplerden oluşturduğumuz LPG kaynağı ile cihazlara gaz sağladık. Bu durumda bir yandan cihaz satmaya öte yandan da bu cihazlar için gaz temin etmeye çalışıyorduk.
Yeni yapılan fabrikaları bilinen yöntemlerin dışında bizim sistemlerimizle ısıtmaya ikna etmek de epeyce meşakkatli bir süreçti. Zira sistemler ülkede yeni. Hemen hiç kimse bu tür ısıtma sistemini görmemiş, istenen ısıtmayı yapıp yapmayacağını da kestiremiyor. Ben böyle koşturarak yılda 80-90 bin kilometre yol yaptığımı hatırlıyorum. Türkiye’yi geziyordum, projeleri topluyordum, gelip Halis dayıma veriyordum. Şirket içinde bir iş bölümümüz vardı. Halis dayım projelere bakardı. Harun dayım ise işin teknik kısmını ve cihazların montaj/bakım sürecini yönetirdi. Ben de satış, pazarlama ve finans konuları ile ilgiliydim. Bu iş bölümü içinde Halis dayım projeleri yaparken ben elle çizilen bu projeleri alıp, sunumlarını yapıyordum. Böylece uğraşıp didinerek ülkemizde hiç tanınmayan, bilinmeyen radyant ısıtma sistemlerini 1991’de Bursa, Eskişehir ve İstanbul’da beş müşteriye tatbik etme imkanını elde etmiştik. Bunlardan biri de Sarkuysan idi. Onlarla zaman içinde birçok kez çalışma imkânımız oldu. Bu şekilde 1991 yılında girdiğimiz doğalgaz sektöründe an itibariyle 32 senedir bilfiil faaliyet gösteriyoruz.
Farklı alanlara girerek gelişmeyi tercih etmedik
Biz Çukurova bünyesinde farklı alanlara girerek konsantrasyonumuzu bozmak istemedik; faaliyet alanımızda uzmanlaşmayı seçtik. Bu doğru bir karar olmalı ki, bugün geldiğimiz noktada alanımızdaki uzmanlığımız sektörümüzden takdir görüyor. Kurulduğumuz günden bugüne kafamızı yastığa koyduğumuz zaman gönül rahatlığıyla uyuyabiliyoruz. Çünkü kimseyi kandırmadan, hak ettiğimizden daha fazlasını talep etmeden, doğru ve dürüst bir şekilde çalışmayı şiar edindik. Bu da tabii zamanla bize büyük bir itibar ve güven kazandırdı.
Başka alanlara girmememizin iki önemli sebebi daha vardı; biri, bizim şirketteki yoğun çalışmamızın yanı sıra sosyal faaliyetlere de girmiş olmam ki, bu alanlar gerçekten zamanımın önemli bir kısmını alıyordu, diğeri de elimizden geldiği kadar öz sermayeyle iş yapmaya çalışmak ve kredi kullanmadan yolumuza devam etmekti. Biliyorsunuz, Türkiye, 1994’te, 1999 depreminin akabinde, 2001’de, 2008-2009 döneminde ciddi ekonomik krizler atlattı. Bu dönemlerde kredi ile iş yapan çok sayıda firma oldukça zor günler geçirdi. Hatta epeyce firma da ne yazık ki kapanmak zorunda kaldı.
Peki, Çukurova Isı hiç mi zorluk yaşamadı ya da hiç mi etkilenmedi bu ekonomik çalkantılardan? Elbette biz de zorlu dönemler geçirdik. Malum, bir yerde ekonomik kriz olduğu zaman ilk önce yatırım malları alım-satımında acı bir fren söz konusu olur. Hele mahdut imkanlarla çalışıyorsanız, kriz dönemlerinde öncelikler değişir. Biz de yatırım malı satıyoruz. Hatta belki bazı bölgelerde yatırımların olmazsa olmazı da değiliz. Dolayısıyla imkanlar dahilinde imalata başlamak için alet-edevat, makine yatırımını mı düşünürsünüz, yoksa ısıtmayı mı? İşte böylesi durumlarda bizim ısıtma işlerimiz, ülkemizin içinde bulunduğu yatırım ortamına paralel olarak durma noktasına geldi. Geçmişe dönük bu yaşadıklarımız, bize öz kaynaklarımızı doğru değerlendirmek, ayağımızı yorganımıza göre uzatmak, tedbirli davranmak konularında ders oldu. Sonuçta kurulduğumuz günden bugüne inandığımız yolda yürümek suretiyle sağlıklı bir büyüme gerçekleştirmeyi başardık. Büyüme oranlarımız abartılacak boyutlarda olmadı belki ama hiçbir zaman zarar etmedik, zorlu koşullarda ayakta kalmayı, yolumuza devam etmeyi başardık.
Farklı alanlara girmedik ama tamamlayıcı ürünleri de atlamadık
Roberts Gordon ile borulu radyant ısıtma sistemlerini sunmaya başlamıştık. Piyasada etkin bir şekilde yer almaya başladıkça aynı alanda tamamlayıcı ürün ihtiyaçları ortaya çıktı. Bu bağlamda borulu radyant sistemlerin yanı sıra seramik plakalı radyant ısıtma sistemleri ve sıcak hava üreteçleri konularında da çalışmaya başladık. Isıtmak üzere girdiğimiz yerlerde artık alternatif üretebiliyorduk. Aynı binada 3 değişik sistemi de tatbik edebiliyorduk. Ama bunların hepsi, alışılmış konvansiyonel merkezi sistemlerden farklı olarak, üniter olarak çalışabilen, genel ısıtmanın yanında bölgesel veya noktasal ısıtma yapabilen sistemlerdi. Ve ciddi anlamda işletme tasarrufu sağlıyordu. Dolayısıyla biz de işlerimizi genişletme imkanını bulmuş olduk.
Biz bütün bu çalışmaları yaparken Türkiye genelinde doğalgaz yaygınlaşmaya başladı. Malum bugün 81 vilayette ve 600’ü aşkın ilçede doğalgaz var ama o dönemlerde doğalgazın kullanılmasının yaygınlaşmaya başlaması, ülke genelinde tedarikle ilgili sıkıntıları da beraberinde getiriyordu. Biz de özellikle imalatın durmasının büyük maddi kayıplara yol açacağı fabrikalarda bu durumun olumsuz sonuçlar doğurmaması için doğalgaz yedekleme sistemlerini getirmeye başladık ki bu ürünler de pazardaki ciddi bir boşluğu dolduruyordu.
Aynı dönemlerde yine ihtiyaca binaen, proses brülörleri işine de girdik. Bunlar fabrikalardaki direkt ateşlemeli seramik fırınlarında, bisküvi fırınlarında, cam fırınlarında kullanılan ürünlerdi. Böylece endüstriyel ısıtmanın; ısıtma, pişirme, tavlama, ergitme gibi alanlarında çok değişik ürünler takdim eden bir firma haline gelmiş olduk. Kısacası, farklı alanlara girmedik ama tamamlayıcı ürünleri de atlamadık. Sonuçta Çukurova Isı, bu ürün gamı ve hizmet ağıyla, endüstriyel ısıtma yapan firma olarak anılmaya başlandı.
Daha sonraları biliyorsunuz ülkemizde kapalı alanlarda sigara içme yasağı başladı. Böylece açık alanlarda ısıtma konusu gündeme geldi. Bizim ürün gruplarımız içinde bu ihtiyacı karşılayacak sistemler zaten mevcuttu. Biz de faaliyetlerimizi bu alana yaymaya başladık. Geçmişe yönelik tecrübelerimiz ve piyasadaki güvenilirliğimiz sayesinde sanırım bu alanda da haklı bir yaygınlığımız oluştu. Cihazlar bu şekilde göz önüne gelmeye başlayınca hemen birçok firma bu alana girdi, dolayısıyla sektördeki rakip firma sayısı da arttı. İthalatın yanı sıra yerli üretim de ciddi anlamda artış gösterdi. Bizlerin de ithalatçı kimliği bu dönemde imalatçılığa ve ihracatçılığa evrilmeye başladı.
İmalatçı kimliğimiz öne çıktı, Roberts Gordon’un Avrupa üretim üssü olduk
20 yılı aşkın süredir imalat ile uğraşıyoruz. Başlangıçta oldukça küçük adetlerle başladık, ama zaman içinde bu anlamda da büyüdük. Temsilci olarak işe başlamıştık, dışarıdan ürün alıp iç pazarda satışını yapıyorduk. Ama imalat gündeme gelince anlaşmalarımızda da haliyle değişiklikler oldu. Bu durumda ya anlaşmayı bozup “biz artık sizden ürün almayacağız; kendimiz üreteceğiz” demeniz lazım ya da anlaşmayı söz konusu ürün grubuyla beraber bir hizmet imkânı da doğuracak şekilde güncellemeniz gerek. Biz Roberts Gordon ile birlikte yol almak istedik. Aslında RG ile daha önceleri de birkaç kere ortak imalat yapma teşebbüsümüz olmuştu, ancak ülke ekonomisinin yaşadığı krizler, 90’lı yıllarda imalata geçmemize engel oldu. O zamanlardan birinde başlayabilseydik, belki bugün çok daha ileride olabilirdik. Ama her şeyin bir zamanı varmış demek ki… Neticede bugün Roberts Gordon'un Avrupa üretim merkezi haline geldik. Onların CE işaretli borulu radyant ürünlerinin tamamını Türkiye’de üretmeye ve ihracatını yapmaya başladık. İlgili ürün grubunda firmanın kendisine ürün satar hale geldik.
Aslında, sadece borulu radyant ürünlerde değil, aynı zamanda diğer ürün gruplarında da gazlı ve elektrikli cihaz imalatımız var. Ve bu ürünlerin tamamı baştan sona kendi tasarımlarımız. Bunları da temelde iki markayla piyasaya sürüyoruz; “Goldsun” ve “Silversun”. Her bir markanın özel bir anlamı var ve anlamına yönelik alt ürün grupları oluşmuş vaziyette. İmalatını yapmakta olduğumuz tüm ürünler, endüstriyel ısıtma alanında kullanılabilecek ürünlerdir. Domestik cihazlar alanlarına hiç girmedik. Soğutma grupları ise tamamen kapsam dışı kaldı. Şu an için girmeyi de planlamıyoruz. Ürün gruplarımızı kendi içinde geliştirerek kendi alanımızda ihtiyaç duyulan tüm ürün yelpazesini, hatta fazlasını, sağlamış vaziyetteyiz.
Özgün bir çalışma modelimiz var
Biz kurulduğumuz günlerde radyant sistemlerin ölü doğmaması için çok çaba sarf ettik. Zira ürünleri pek çok kimse tanımıyordu. Ürünler, her yere tatbik edilemiyordu. Zaten doğalgaz da her yerde mevcut değildi. Sonuçta iklimlendirme sektörü içinde çok küçük bir alanda hizmet verebiliyorduk. Dolayısıyla tatbik edilebilen yerlerde de yanlış uygulamalara müsaade edemezdik. O dönemlerde konumuzla ilgili TSE standartlarının oluşturulmasına katkı sağlarken, pazarlamadan satışa, satıştan uygulamaya ve satış sonrası hizmetlere kadar hemen her detayı kendi bünyemizde çözdük ve uygulamaları hatasız gerçekleştirmeye gayret ettik. Ne pahasına olursa olsun malı satıp, parayı kapalım gibi bir düşüncede olmadık. Bizim için ilk etapta işin teknik olarak doğru yapılması ve yapılan işten de müşterinin memnun olması önemliydi ve hala da öyledir.
Bilahare, yavaş yavaş bayileşme dönemimiz başladı. Biz birlikte çalıştığımız çözüm ortaklarımızı “YSS” yani “Yetkili Satıcı ve Servis” diye tanımladık, onlara “bayi” demedik. Çukurova Isı olarak bu ürünlerin piyasaya sunulmasıyla ilgili nasıl bir yol izlediysek, onlardan da aynısını yapmalarını bekledik. Yani, müşterinin sorununu kendi sorunu gibi görmek, soruna azami hassasiyet içinde yaklaşmak, çözüm odaklı olmak ve katiyetle dürüstlüğü elden bırakmamak. İşte bu şekilde bir dağıtım ağı oluşturmaya çalıştık. Zaten her yerde de YSS oluşturamıyorsunuz. Zira o bölgede ilk olarak sanayinin olması gerek, sonrasında doğal gaz bulunması lazım. Bir de bu YSS’leri oluştururken kendi bünyemizde birlikte çalıştığımız arkadaşlara da öncelik tanıdık. Çünkü bu arkadaşlar bizim çalışma sistemimizi, müşteriye yaklaşımımızı, ürün gruplarını ve hangi ürünün nereye sunulacağını çok iyi biliyorlardı. Dolayısıyla onlara şirketler kurdurarak, bölge tahsis ettik ve bugün hepsi oldukça başarılı oldular. Bugün ülke genelinde hizmet veren ulusal hesap dediğimiz, birkaç kurumsal müşterimiz haricinde diğer tüm müşterilerimizle YSS’lerimiz ilgileniyorlar ve biz de onlara diğer tüm desteği veriyoruz. Aslında biz, tüm arkadaşlarımızla beraber paylaşmayı bilen bir aileyiz. Ne biz onlardan vazgeçeriz ne de onlar bizlerden. Özetle özgün bir çalışma modelimiz var. Sektörümüzde bunun benzeri de pek yok.
Türkiye’de sanayi önemli ölçüde gelişiyor
Bugün ülkemizde nereye giderseniz gidin, sanayinin son yıllarda hızlı bir şekilde geliştiğini görebiliyorsunuz. Hatta “alaylı” olarak başlamış, torna-tesviyecilikten yola çıkıp kendini geliştirmiş, iki-üç nesildir varlığını sürdürmeyi başarmış ve ihracatçı haline gelmiş firmalarımız var. Bu firmalarda şimdi ikinci veya üçüncü nesiller en az bir yabancı lisan bilir halde üst düzeyde eğitimlerini tamamlamış vaziyette ülkemize hizmet vermekteler. Sadece İstanbul ve Marmara Bölgesi’nden bahsetmiyorum, genelde memur kenti diye bilinen Ankara’da sanayinin nasıl geliştiğinden bahsetmiyorum. Bugün Gaziantep’te 6. Organize Sanayi Bölgesinde yer kalmadı, fabrikalar yapılıyor, hatta 7. OSB arsaları satılmaya başlandı. Konya’da da benzer bir durum söz konusu, orada da 6.OSB’den parseller tahsis ediliyor. Kayseri ve Eskişehir’de de yeni OSB’lerde fabrikalar hızla yükseliyor. Nereyi anlatsam, bilmem ki, kısaca ülkemizde sanayinin hızla büyüdüğünü, geliştiğini söyleyebilirim. Tabi ki, bu durum, bizi de geliştiriyor. Biz derken sadece Çukurova Isı’yı kastetmiyorum. İnşaatından makine sektörüne, iklimlendirme sektörünün tüm alt bölümlerinde soğutma sistemleri, klima ve havalandırma sistemi üreten, satan firmaları da bu gelişime dahil ederek söylüyorum. Sonuçta yatırımların artması, sanayinin gelişmesi, paralelinde pek çok sektörü de büyütüp geliştiriyor. Sektörümüzde yer alan pek çok firma ne mutlu ki sadece yurtiçinde değil, aynı zamanda yurtdışına açılarak Avrupa, Amerika, Afrika ve diğer Türkî Cumhuriyetlerde de ciddi anlamda mal satma potansiyellerine eriştiler ve sektörümüzü besliyorlar. Bugün sadece iklimlendirme sektörü ihracatı yedi milyar dolar civarında. Biz de geldiğimiz nokta itibariyle yine aynı alanda ilk kurulduğumuz günkü şevkle çalışmaya gayret ediyoruz.
Bu süreçte öyle çok şey değişti ki…
90’lı yıllardan günümüze müşteri profili, müşterilerin beklentileri, talepleri, davranışları da değişime uğradı tabii. 1992-93 yıllarında, Tofaş’ın 18.432 metrekare’lik bir binası için görüşüyorduk. Sunumlar yaptık, projeler gitti geldi, “biz bu parayı harcarsak ve burası ısınmazsa” gibi bazı endişeleri oldu. Bir gün Afyon üzerinden Eskişehir'e doğru gidiyorken araba telefonumdan (ki o zaman bu telefonlar da çok yeniydi) Tofaş'ın satın alma müdürü arayıp dedi ki; “Cihad Bey, projeyi onayladık, işi size verdik. Gelin bir yemek yiyelim, detayları konuşalım.” Telefonu kapatır kapatmaz o memnuniyeti Amerika’daki arkadaşlarımızla da paylaşmak istedim ve onları aradım. Dedim ki “biz bu projeyi aldık, işe başlıyoruz.” Telefonu kapattığımda “müthiş bir teknoloji” diye düşünmüştüm. Arabamla yol alırken buradan Amerika’yı arayabiliyordum. Bu nasıl bir lükstü? Ne internet diye bir şey vardı, ne de herkesin bugün cebinde olan telefonlar. Oysa bugün artık hemen herkes bulunduğu yerden elindeki cep telefonu veya tabletiyle iş görüyor.
Benim 1991 senesinde ilk işe başlarken hazırladığım sözleşme metinleri, sipariş formları detaylı ve özenle hazırlandığı için hâlâ kullanılır durumda. Tabii ki revize ediliyorlar ama ben o zaman bunları birkaç adet olarak çantamda taşırdım. Müşteriyle anlaştıktan sonra onun önünde mavi ve siyah karbon kağıtlarını kullanmak suretiyle projenin niteliğini, fiyatını, ödeme şeklini yazar, sözleşmeleri iki nüsha doldururdum. İmzalar işe başlardık. Şimdiki nesilde karbon kağıdını gören, bilen var mı? Hemen her şey internet üzerinden dijital olarak hallediliyor.
Eskiden fuarlar, yeni ürünlerin tanıtıldığı, insanların yeni irtibat kurmak, yeni kişilerle tanışmak üzere gitmeye can attıkları, yeni ürünlerin broşürlerini toplamak üzere ziyareti kendilerine vazife edindikleri yerlerdi. Hatta fuar dönüşlerinde valizler dolusu broşür toplanırdı. Şimdi ise internet vasıtasıyla herkes zaman ve coğrafyadan bağımsız olarak kendi tanıtımlarını yapabiliyorlar. Hemen hepimiz de herhangi bir ürün veya bir teknolojik bilgi almak üzere direk web sitelerine müracaat etmiyor muyuz? Ne eski fuarlar kaldı ne de eski pazarlama ve satış şekilleri….
Öngörülemez bir süreç içinde olmamıza rağmen yatırımlarımız devam ediyor
Çukurova Isı bünyesinde zaman içinde imalat kapasitemiz gelişince mevcut yerimiz de yetmemeye başladı. Biz işe ilk başladığımızda Kadıköy’de bir ofisimiz ve Ümraniye’de de bir depomuz vardı. Sonra bu ikisini birleştirerek 1998’de Cevizli’de daha büyük bir yere geçtik. Bu da yetmedi, 2007 yılında Gebze Plastikçiler OSB’de kendi fabrikamızda faaliyet göstermeye başladık. İmalat ve ihracat kapasitemizin artmasıyla beraber şimdi de mevcut yerimiz ihtiyacımıza cevap vermiyor. Dolayısıyla fabrikamızı büyütmemiz lazım. OSB’deki yerimiz, üretim hacmimizi iki buçuk kat kadar artırma imkânı tanıyor. Bununla ilgili projeleri yapıp, inşaat ruhsatlarını da aldık. Tabii öz kaynakla çalışmaya gayret ettiğimiz için bu konuda atacağımız adımları çok dikkatli atmak ve planlamak durumundayız. Malum şu an dünya, özellikle Rusya ve Ukrayna savaşından dolayı öngörülemez bir süreç içinde. Yani firmalar bütçe yaparken bir sonraki seneyi öngörmekte zorlanıyorlar. Bu bizim için de geçerli. Bu nedenle temkinli olmak durumundayız. Ama en kısa zamanda bu yatırıma başlayıp, tamamlamayı planlıyoruz.
Sivil toplum kuruluşlarında görev almayı, “fayda üretmeyi” ülkeme borcum olarak gördüm
Çukurova Isı’nın yeni kurulduğu dönemlerde MÜSİAD’a üye oldum. Zaman içinde dernek bünyesindeki çalışmalarım neticesinde yönetim kuruluna seçildim. Bu yolculuk, Yönetim Kurulu Başkanlığına kadar uzandı. MÜSİAD olarak ülkemizin kalkınmasına yönelik eksik, hatalı gördüğümüz noktaları ortaya çıkarmaya çalıştık, gelişme için çözüm önerileri sunduk. Ekonomik ve sektörel raporlar hazırladık, bunları hükümet yetkilileri ile paylaştık. MÜSİAD’da faal olarak bulunduğum süreçte hükümette; başbakanlar, bakanlar, cumhurbaşkanları değişti, ama biz hep yetkili kurum ve kişilerle irtibat halinde olduk. Ülkemizin menfaati için çalışmalarımıza kesintisiz devam ettik. Hiçbir zaman, hiçbir şahsi menfaat gütmediğimizi, daima memleketimiz için faydalı olacak çalışmalar yaptığımızı gönül rahatlığı ile söyleyebilirim; hem kendi adıma hem de MÜSİAD’da birlikte çalıştığım arkadaşlarım adına… Sonuçta ciddi bir katkı ve katma değer oluşturduğumuzu düşünüyorum.
MÜSİAD üyelerinin ekonomiye katkı yapmaları için gelişmelerini sağladık. Yurt içinde gelişmelerinin yanı sıra yurt dışına açılmalarını, yurt dışındaki firmalarla irtibat sağlamalarını, hem ihracatlarını geliştirmelerini, aynı zamanda kaliteli ithalat yapmalarını hedefledik. Yurt dışında ofisler açmalarını teşvik ettik. MÜSİAD’dan ayrılışımla ilgili söylemek istediklerimi, “Cihad ve MÜSİAD” adlı kitabımda da yazmıştım: “MÜSİAD’ın emeklisi olmaz, olsa olsa rahmetlisi olur” diye. Çünkü dernek ile fiili bir bağlantınız olmasa da gönül bağınız, aidiyet duygunuz devam eder.
MÜSİAD’dan sonra İktisadi Kalkınma Vakfı’nın başkanı oldum
MÜSİAD’dan sonra da birçok sivil toplum kuruluşunda faaliyetlerim oldu. Mesela İktisadi Kalkınma Vakfı’nın başkanı oldum. İktisadi Kalkınma Vakfı, ülkemizin Avrupa Birliği'ne giriş sürecinde iş dünyasını ilgilendiren bütün konularda faaliyette bulunan, hem hükümete hem kamuoyuna hem de iş dünyasına raporlar hazırlayan, bu çalışmaları Türkiye ve Avrupa Birliği nezdinde yürüten bir kuruluş. Vakıftaki görevim sürerken Türkiye'de İnsan Hakları Kurulu oluşturuldu. O dönem orada iş dünyasını temsilen yer aldım.
DEİK dönüşümü
İKV’de Başkanlık görevini sürdürürken, DEİK’in Denetim Kurulu Üyelerinden biriydim. Daha önceleri de MÜSİAD Başkanı sıfatıyla DEİK’te Yönetim Kurulu ve İcra Kurulu üyeliklerim olmuştu. 2014 yılı Eylül ayında Hükümet, DEİK’in formasyonunun değiştirilmesi ve yeni bir kimlik kazandırılması yönünde bir karar aldı. Bu çerçevede DEİK, TOBB-Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği bünyesinden çıkarılarak, o dönemki adıyla Ekonomi Bakanlığı, şimdiki adıyla Ticaret Bakanlığıyla birlikte ülkenin dış ekonomik ilişkilerini yürütmek üzere çalışacak yeni bir kurum haline geldi. DEİK’in yeni formasyonunda ;TOBB, TİM, MÜSİAD, TÜSİAD ve Türkiye Müteahhitler Birliği kurucu kuruluş olarak yer aldı. Aynı zamanda ülkemizin nadide iş insanları da Yönetim Kurulu üyeleri oldular. Ben de naçizane, DEİK’in Başkanı olarak seçildim. Bu şekilde göreve başladığımız DEİK’te, Yönetim Kurulunda birlikte çalıştığım kıymetli arkadaşlarımla, iki sene gibi kısa bir süre zarfında DEİK’in yeni yapıya dönüşümünü gerçekleştirdik. DEİK’e yeni bir vizyon kazandırmaya çalıştık ve başarılı da olduk. Bu dönüşümün ardından 2016 yılında DEİK’ten müsaade almaya çalışırken 15 Temmuz darbe girişimiyle karşılaştık. Bu olayın hemen ardından karar alarak, bir seferberlik ilan ettik. Bu seferberlik kapsamda ben ve arkadaşlarım DEİK’in irtibatta bulunduğu ülkelere direk ziyarette bulunduk. Orası burası derken, bir sene zarfında 104 ülkeye gitmişiz. Gittiğimiz ülkelerin Cumhurbaşkanlarına, Bakanlarına ve iş dünyası temsilcilerine ülkemizdeki olayları anlatmaya çalıştık ve onlara şu mesajı vermeye gayret ettik: “Business As Usual”. Yani biz, ülkemizde işlerimize eskisi gibi devam ediyoruz, sizinle de ilişkilerimiz aynı minvalde devam edecek. Bu çalışma çok etkili oldu. Hatta bununla ilgili bir de kitap hazırladık, “15 Temmuz DEİK Seferberliği”. 2017 yılının sonunda da DEİK’teki görevimden ayrılarak tekrar kendi işime yoğunlaşmaya başladım.
Tabii bunlar bütün iş dünyasını ilgilendiren sivil toplum kuruluşları olarak içinde yer aldığım yerlerdi. Bunun yanında bir de sektörel bazlı çalışmalarım da oldu. Hem İstanbul Ticaret Odası'nda hem İstanbul Sanayi Odası'nda sektörümüzü temsilen uzun seneler hizmet etme imkânı elde ettim. Bunlar arasında, tabii ki, “DOSİDER – Doğal Gaz Cihazları Sanayici ve İşadamları Derneği” bizim için çok önemli. Çünkü ana faaliyet alanımızı doğrudan ilgilendiriyor. Çok kıymetli büyüklerimiz, abilerimiz, kardeşlerimizle beraber ve sektörümüzün en önemli kişileriyle ve kurumlarıyla DOSİDER çatısı altında beraberiz. 2013 yılından bu yana Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürütüyorum. Arkadaşlarımız bize teveccüh gösteriyorlar ve devam etmemizi arzu ediyorlar ama önümüzdeki Genel Kurulda görevi artık genç bir kardeşimize devrediyorum. Çünkü tecrübelerime göre, değişimler, ilgili kuruma ciddi bir dinamizm getirir ve dolayısıyla yapılması gerekli olan olmazsa olmazlardandır.
DOSİDER ülkemizin doğalgaz sektörü için çok önemli bir STK…
Doğalgazın ülkemizde sıhhatli bir şekilde yayılması ve insanların güvenli bir şekilde kullanması için her türlü çalışmanın içinde olduk. Kamu nezdinde regülasyonların, kuralların, kanun ve yönetmeliklerin oluşturulmasına katkı sağladık. Satıcısından, montörüne, bakımcısından tüketicisine kadar her alanda ve kademede eğitim çalışmalarımız oldu. Özellikle meslek okullarında teknik eleman yetişmesine ciddi desteğimiz oldu ve halen devam ediyor. Malum dünyada da piyasa koşullarına bağlı olarak, ürünler sürekli değişiyor, yenileniyor. Mesela ülkemizde üretim kapasitesi 2 milyonu aşan kombiler için bacalı, hermetik derken yoğuşmalı ürünleri konuşmaya başladık. Dünyanın en gelişmiş standartlarına yönelik üretimin aynısı ülkemizde de yapılıyor. Öte yandan artık, çevreci ve yüksek verimli yeni kazanlardan, çeşitli alanlarda tatbikat imkânı bulan radyant sistemlerden ve fırınlarda kullanılan yeni yakma sistemlerinden bahsediyoruz. Bu yeni ürünlerin pazara girebilmesi için gerekli eğitimlerin beraberinde mutlaka yasal düzenlemelerin de aynı hızla yapılması lazım. Biz bu noktada aktif olarak çalışıyoruz, devletin tüm resmî kurumlarıyla irtibat halinde insanlarımızın sağlıklı ve güvenilir bir şekilde doğalgazla çalışan cihazları kullanmaları yönünde regülasyonların geliştirilmesi yönünde çaba sarf ediyoruz. Bu alanda faaliyet gösteren tüm kamu ve özel kurumlarla birlikte güzel bir çalışma atmosferimiz var. DOSİDER bünyesindeki herkes memleket için elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor.
TUSAŞ’ta geliştirilen ürünlerin havadaki başarısını görmek gurur kaynağım olacak
Kendi içimizde çalışmalarımız son sürat devam ederken, bazı sivil toplum kuruluşlarından veya şirketlerden birlikte çalışmak için devamlı davetler alıyorum. Şimdiye kadar yoğunluk sebebi ile pek çoğunu geri çevirmek zorunda kaldım ama biri hariç; o da Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. (TUSAŞ). Mayıs ayında yapılan genel kurulda TUSAŞ’ın Yönetim Kuruluna seçildim. O günden bu yana da TUSAŞ'ın Yönetim Kurulu Başkan Vekili olarak hizmet veriyorum. Takip edenler bilir; TUSAŞ, uzay ve havacılık sektöründe çok değerli çalışmalar yapan ülkemizin en nadide kuruluşlarından. İlk kurulduğu yıllarda özellikle ambargoya karşı yerli ve milli bir sanayinin gelişmesi için kurulmuş, zaman içinde faaliyetleri çok çeşitli alanlara genişlemiş. Özellikle Sayın Cumhurbaşkanımızın da vizyonuyla beraber bugün ülkemizin bekası ve bağımsızlığı adına inanılmaz bir değere sahip kuruluş haline gelmiş durumda.
Bugün TUSAŞ, ülkemizin ilk süpersonik jet uçağı Hürjet’i, eğitim uçağımız Hürkuş’u, milli muharebe uçağımız MMU’yu, Atak, Atak2, Gökbey, genel amaçlı helikopterlerimizi, Anka, Aksungur insansız hava araçlarını ve uydu sistemlerini üretiyor, Boeing, AirBus vb. sivil havacılıktaki dünya firmalarına parça ve ekipman yapıyor. Genel Müdürümüz Temel Kotil Bey TUSAŞ’ta 2016 yılında göreve geldikten itibaren TUSAŞ, 2.5 kat büyümüş vaziyette. Bugün 6 bini mühendis olmak üzere 13 bin beş yüz civarında çalışanı var.
Aslında bu gelişmeyi sadece TUSAŞ’da görmüyoruz. TUSAŞ, Aselsan, Roketsan, Havelsan, Aspilsan gibi Savunma Sanayi Başkanlığı ile Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı şirketlerine bağlı şirketlerin gelişmesiyle beraber, bu firmalarla birlikte çalışan binlerce firma da bu alanda hizmet vermeye başladı.
Özellikle İHA ve sonrasında geliştirilen türevleri sayesinde SİHA, TİHA, Akıncı ve Kızılelma gibi ürünlerle sadece ülkemizde değil, yurtdışında da başarıdan başarıya koşan BAYKAR firması, ülkemiz adına ulaşılmaz gibi görünen birçok hedefi aşmış ve dünyanın bir numarası haline gelmiş durumda.
Sonuçta, ülkemizde artık savunma sanayiinde bir eko-sistem oluşmuş vaziyette. Bu dönemde TUSAŞ’ta görev yapıyor olmak, benim açımdan şöyle de bir tatmin sağlıyor; ben yıllardır ısıtma sektörünün içindeyim ama aslında bir imalat mühendisiyim. Dolayısıyla benim için yeni ve teknolojik ürünler üreten bir ekibin içinde olmak çok keyifli ve heyecan verici. Hele bu ekip büyük hedeflere koşuyor, ülkemizin bağımsızlık ve bekası için ürünler geliştiriyorsa, bu ekibin parça olabilmek ne büyük bir mutluluk. 2023 yılı içinde bu ürünlerin önemli bir kısmını gün yüzüne çıkardığımızda benim için çok büyük bir gurur kaynağı da olacak. Bu sistem içinde, bu projelerde yer alarak bugüne kadar görev yaptığım STK’lardaki hizmetlerimin ardından ahir ömrümde memleketime bir katkı daha sağlayabilirsem ne mutlu bana; artık huzur içinde gözlerimi kaparım…
Dürüstlükle çalışma hayatımızı sürdürmek, gelecek kuşağımıza aktardığımız ilkemizdir
Şirketimiz bir aile şirketi olarak kuruldu ve öyle de devam ediyor. Birlikte çalıştığımız, dayılarıma sonsuz teşekkür borçluyum. Her zaman beni desteklediler. Ne yaptıysak, hep beraber yaptık. Şimdi de kuzenlerimiz ve çocuklarımla birlikte devam ediyoruz. Bu şirkette herkes birbirini destekler ve işin bir tarafından tutar. Eskiden beri oluşturduğumuz bir iş bölümü var. Herkesin sorumluluğu bellidir. Şimdi gençlerimizin de katılmaları ile daha da güçlüyüz. Yılların verdiği tecrübemiz, işimizdeki profesyonelliğimiz bize sektörümüzün güveni olarak geri döndü. Bugün elde ettiğimiz itibarı, güveni, dürüst çalışma ilkemizi daima sürdürme gayreti içindeyiz. İş hayatında para kazanılır, kaybedilir, sonrasında yine kazanılır ama itibar öyle değil. İtibarınızı bir kez kaybederseniz telafisi mümkün değildir. Hepimiz bir gün göçüp gideceğiz dünyadan. Önemli olan arkanızda hoş bir seda, temiz bir ad bırakmaktır…