İrfan Çelimli: “Çalışma hayatım ve çalıştığım şirketler bana hep iyi anılar kazandırdı”

Bu yıl makine mühendisliğinde ve Türkiye Mekanik Tesisat Sektöründe 42. yılının geride bırakan İrfan Çelimli, 1957 yılında Aydın-Bozdoğan’da doğdu. İlk ve ortaokulu “memleketinde” tamamladı. Kuleli Askeri Lisesinde okumak için 1971 yılında geldiği İstanbul’dan Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) Makine Mühendisliği tahsili için ayrıldı. 1980 yılının Nisan ayında mezuniyetinin ardından kasım ayında Türkiye’de iş dünyasının başkenti İstanbul’a geri döndü. Çelimli, “benim için gerçekten bir okul oldu, firma ortakları da öğretmenlerim” dediği Demta Isı Endüstriyel firmasında işe başladı, tam 42 yıl önce…
“Mühendis” deyince, makina ilk akla gelen bir alan idi
Ankara’daki ODTÜ’lü üniversite yıllarım, çok çalkantılı ve kısmen kaoslu zamanlar olarak geçmesine rağmen, yine de çok güzel gençlik anıları gözümün önüne gelir. Askeri öğrenci olarak uzun süre devam üniversite eğitiminin, 1978 yılı sonuna doğru askeri öğrencilikten atılmam nedeniyle sivil olarak öğrenimimi tamamladım. Boykotlarla geçen uzun süreçlerde Ankara ‘da gençlik ateşiyle boş ve verimsiz geçen yıllar beni hüzünlendirir. Ayrıca sosyal ve siyasi hayata bakış açım, hep sol ve toplumcu bir çizgide devam etmiş ve etmektedir. Meslek seçimi konusunda benim için mühendis kelimesi her halde sihirli bir kelimeydi, küçük yaşlarda aile içi sohbetlerden aklımda kalmış olmalı. Anadolu’da büyüyen birisi olarak sonraki süreçte, yüksek öğrenim için planlarım tabii büyükşehir üzerineydi. “İyi eğitim” alma gayesiyle tercihimi askeri liseden yana kullandım ve Kuleli Askeri Lisesi’ni bitirdim. O dönemde Kuleli’yi bitiren ve isteyen herkese, üniversite seçme sınavlarına girme hakkı verildi, bu benim için bir şanstı ve değerlendirdim. Sınav sonuçlarında aldığımız puan ve Silahlı Kuvvetlerinin gereksinimlerine uygun olmak kaydıyla meslek seçimini yapmak zorunda kaldım. Dolayısıyla makina mühendisliği çok bilinçli bir tercih olmasa da, “Mühendis” deyince, makina ilk akla gelen bir alan idi. Ayrıca abim de o zaman elektrik mühendisliği okuyordu ve meslek seçiminde o da etkili olmuştur.
Lisans sonrası eğitim Demta’da devam etti

Çalışma hayatım, çalıştığım şirketler bende hep iyi anılar bıraktı. Bunun için çok mutluyum. Çalışma hayatınızdaki olumlu ortam sizin mesleki anlamda daha ileriye gitmenizi sağlıyor. Özellikle Demta dönemimdeki işverenlerim benim için çok değerlidir. Ahmet Yüksel Büyükemre, Ersin Gökbudak ve Tahsin Demircioğlu benim için çok değerli üç insandır. Hepsi derin bilgi sahibi, mesleğinde oldukça uzman kişilerdi. Bunlarla birlikte meslek yaşantımın ilk yıllarında yurt dışına açılımın olması da çok değerli deneyimler kazandırdı. O yıllarda Libya coğrafyasında ülke inşaat sektörü olarak çok etkindik. Demta’nın 80’li yıllarda o coğrafyada yaptığı projeler, benim meslek hayatımda da “ilk”lere karşılık geliyor. Bazı kırsal tipteki küçük hastane hastane projelerinde görevler almıştım. Benim için çok kıymetli zamanlardı. İlk işverenlerim Ersin Bey ve Ahmet Bey detaycılık konusuna fazlaca titizlenirlerdi. Ben detayın ne kadar önemli olduğunu onlardan öğrendim. Ahmet Bey’in bir sözü vardı, unutamam: “Bir elektron fazla olduğunda altın, az olduğunda cıva oluyor”. Detay işte böyle bir şey. Dolayısıyla şantiyelerde tüm detaylar ciddiye alınmalı ve ona göre davranılmalıdır. Bu anlamda sahada bulacağınız anlık çözüm, çoğu zaman hatalı olur. Hep bir planla ilerlemek, detaylara kafa yormak gerekir.
1998…Kipaş yılları başlıyor
1998 yılı ortalarında Kipaş Klima Isıtma Sanayi firmasına katılımcı ortak olarak dahil oldum. Daha önce Demta’da birlikte çalıştığım Levent Kuzay Bey ile yaptığım görüşme sonrasında üç ortaklı yapısı olan Kipaş’a dördüncü ortak olmam kararını verdik ve şirket müdürlüğü görevini üstlendim. Sektörün tedarik bölümündeydim artık. Amerika’dan klima ithalatı yapıyorduk. Servis, uygulama, özellikle kanallı split uygulaması, faaliyetlerimizin ana konularıydı. Kanallı split uygulaması o yıllarda Türkiye için bir yenilikti.
Zaman içinde ortağım Levent Bey ile taahhüt işinin daha verimli sonuçlar doğuracağına karar verdik. Zaten sadece ithalatını değil beraberinde uygulamasını da yapıyorduk. 2000’li yılların başından itibaren hem ithalat yapan hem de mekanik tesisat ağırlıklı olmak üzere -zaman içinde elektriği de kattık- yurtiçi ve yurtdışı uygulama yapan bir firma olduk.
Çok önem verdiğim proje; Sümerbank Gemlik Sunğipek ve Viskos Mamulleri Sanayi Müessesesi
Yurt içinde 1980/81 yılında görev aldığım, benim için en önemli proje; Sümerbank Gemlik Sunğipek projesiydi. Sümerbank’ın kurulu 10-15 tesisin rehabilitasyon projelerinde görevler aldım. Sümerbank Gemlik Sunğipek ve Viskos Mamulleri Sanayi Müessesesi, açılışı Atatürk tarafından yapılan Türkiye’nin ilk yapay ipek ve yün üretim tesisidir. Sümerbank Sunğipek, Demta’da çalışmaya başladığım ilk dönemlerde alınan ülkemizde ilk olarak kurulan bir yatırımdı. Sümerbank ile yapılan sözleşmenin bir önemli içeriği olarak Demta, Sümerbank teknik müdürlerine Bursa’da 3 haftalık bir eğitim verdi. Sümerbank’ın deneyimli müessese müdürleriyle yan yana olup Türkiye çapında tüm Sümerbank kuruluşunun “makine enerji müdürleri” ile orada tesisattan basınçlı havaya, havalandırmaya ve endüstriyel tekstil klimalarının teorik eğitimlerine uzanan kapsamlı bir eğitimi, benim de dahil olduğum Demta mühendisleri ve üniversitelerden gelen akademisyenler tarafından verildi.
Sümerbank’ta enerji tarafında çalışan mühendislerin gelişmesi için bu eğitimin çok önemli olduğunu düşünüyorum. 1980’lerde Sümerbank’ın ısıtma soğutma tarafındaki ihalelerde ana kriteri enerji idi. İhale değerlendirme kriterlerinde kurulacak olan klima sisteminin 10 yıl boyunca tüketeceği enerji, bir maliyet kriteri olarak ele alınırdı. 1970’lerde petrol krizi oldu ama ülkemizde enerji konusunda yeterli bilinç seviyesi yakalanmamıştı. Ama o dönemde Sümerbank’ın çok değerli yöneticileri bu konuya çok önem verirlerdi. Biz Demta olarak enerji verimliliği konusundaki artımız sayesinde ihale kazanıyorduk. İş tamamlandıktan sonra kesin kabul esnasında tüketilen enerji ölçülerek söz verilen enerji değerinin altında kaldığı ispatlanınca kesin kabul yapılırdı. Vadettiğinizden fazla tüketirseniz o miktar tazminat olarak sizden alınırdı. 80’li yıllarda Sümerbank tesislerinde enerji verimliliğine verilen önem işte bu düzeydeydi. Maalesef günümüzde Sümerbank yok.
Moskova, 1990: Spiral kenetli dairesel kanalı nasıl keseriz?
Meslek yaşantımın diğer bir bölümünü de yurt dışı projeler oluşturuyor. 80’li yıllarda, bir kısmına bizzat gitmemiş olsam da yurt dışındaki pek çok projenin tasarımında, uygulama projelerinin hazırlanmasında imzam vardı.
1990 yılında Nokia’nın hammadde ihtiyacını karşılayan bir bakır tel çekme fabrikası için 1 yıl süreyle Moskova’da kaldım. Mesleki ve sosyal anlamda hareketli zamanlarımdı. Bu dönem Türkiye de dinamik bir yapıya sahipti. Şu anki ortağım Levent Kuzay ile orada hem ticari hem de teknik anlamda son derece başarılı bir proje gerçekleştirdik. Bu projede çok yeni teknolojiler kullanıldı. Bana katkısı, Finlandiya, İsveç ve Danimarka gibi Kuzey Avrupa ülkelerinin iş yapış şartnameleriyle tanışmak oldu. Her şey tanımlı ve derli toplu yapılıyordu. Finlandiya ‘ dan İthal ettiğimiz Spiral kenetli dairesel kanalın uygulamasını ve paslanmaz borulardan imal edilen teknolojik hava kanal imalatını ilk olarak orada yaptık. Bu uygulama benim meslek hayatımın mihenk taşıdır. Baktığınızda kapladığı alan bakımından büyük bir proje değildi ama teknolojik tarafta yapılan uygulamalar son derece önemliydi. Rus-Fin ortaklığında hayata geçirilen bir projeydi. Biz de dairesel kanalları Finlandiya’dan getirtmiştik. “Dairesel kanalı nasıl keseriz?” sorusuna cevaplar aradık durduk. Zira bu konuda bir tecrübemiz yoktu. Dairesel kanalın nakliyesi dahi bizim için yeni bir işti. Dairesel kanalları kesmek için özel aparatlar yaptırdım. Halbuki buna hiç gerek yokmuş. Normal kesme taşıyla rahat bir şekilde kesilebiliyormuş. Ama bizim için “ilk” olunca istedim ki bütün önlemlerimizi detaylı bir şekilde alalım. Fazlaca kafa yorarak ortaya bir makine çıkarmıştık. Gel gör ki 1-2 denemeden sonra kendisine gerek olmadığını anladık.
Türkiye’de de 1985/86 yıllarında Tümosan’ın Konya’daki Traktör Fabrikasının yapımında dairesel kanal kullanılmıştı. Tümosan yönetimi böyle bir tercihte bulunmuştu. Bunun için bazı İtalyan firmalardan örnekler alındı. Demta’nın da destek verdiği bir oluşum sayesinde İstanbul’da bir firma ilk yerli dairesel kanal makinasını ve kanal üretimi yapıldı. Yine 1986 yılında Mercedes’in Aksaray tesislerinde de aynı kanal sistemi kullanıldı. Contalama sistemi tamamen farklıydı. Moskova’daki şantiyede uygulanan contalama tarzı ülkemize sonradan gelecek bir teknolojiydi. Türkiye’de o dönem farklı bir birleştirme sistemi kullanılıyordu. Mesleki açıdan benim için çok kıymetli bir deneyimdi.
Teknolojik borular nasıl yıkanır?
Tesisat boruları için elzem olmasa da teknolojik borular için yıkama çok önemli bir detaydır. Ben Moskova’daki şantiyede ilk defa teknolojik boruların yıkandığını gördüm. Norveç’ten getirilen uzman bir ekip, 3 tır dolusu ekipmanla tam 1 ay boyunca teknolojik boruları yıkadılar. Biz bunu ilk etapta pek de ciddiye almamıştık. “Boruları şantiyedeki olanaklara yıkarız” demiştik. Fakat yönetim bunu kabul etmedi. Norveç’ten gelen uzman ekip o boruları yıkadı.
1995 yılında ise bu sefer İngilizlerin Semerkant’ta yaptığı projenin şartnamesinde boruların nasıl yıkanacağı, kullanılacak kimyasallara kadar belliydi. 5 yıl önce edindiğim tecrübeyle o süreci çok iyi yürüttüğümü hatırlıyorum. Üstelik tesisat borularıydı. Kimlerle çalışacağımızı ve işi nasıl yapacağımızı önceden yönetime sunduk. Ayarlamaları yaptık. İngilizlerden onayı alınca da yıkama işlemini gerçekleştirdik. Çok başarılı bir uygulama oldu.
İzmir, 1992: Test Ayar Dengeleme ve disiplinlerin koordineli çalışması
1992 yılında İzmir Torbalı’da hayata geçirilen Raymond Sigara Fabrikası’ndaki uygulama da benim için çok önemlidir. Proje Amerikalı bir firmanındı ve dolayısıyla şartnamesi çok derece net bir şekilde oluşturulmuştu. Sigara üretme fabrikası olacağından nem, kritik bir başlıktı. Makineleri Amerika’dan getirttiler. Amerika’da uygulanan bir takım teknik bilgiler bu proje sayesinde bize gelmiş oldu. Gelen klimalar son derece özeldi. Onların montajını yaptık. Tasarım firması Amerikalıydı. Bir şantiyenin nasıl olması gerektiğini o firma ile gördüm. Malzeme seçimi, izometrik çizimler, eksiksiz ve net uygulanan şartnameler, malzeme temini, onay alınma süreçleri, uygulama projelerinin bütünleşik tasarım haline gelmesi için mekanik, elektrik, mimari ve endüstriyel projelerin kontrollü sirkülasyonu gibi çok farklı ve kaliteli bir sistemle projeyi hayata geçirdiler. Bir disiplin projeyi yaptığı zaman diğerlerine birer kopya dağıtıyor, diğerleri de kendi uzmanlık alanında yorumlar getiriyordu. En sonunda karar verici pozisyonundaki proje koordinatörüne de ortak karar verilmiş son hali onaylamak kalıyordu.
Bir akış şemasıyla ben bunu TTMD etkinliklerinde anlatmıştım. Amerikalılardan gördüğüm bu sistem, bizim iş yapış süreçlerinde ne kadar kopuk çalıştığımızı yüzüme vurdu. Herkes kendi meslek alanında yaptığı çizimleri süperpoze etmede sıkıntı yaşıyordu. Sahadaki uygulamada sıkıntılar oluşuyordu. Onlarda ise disiplinler birbirlerinin çizimlerini alıp üzerine kendi görüşlerini, yorumlarını yapıyorlardı.
Bunlarla birlikte projenin bitiminde test ayar dengeleme dedikleri bir sisteme sahiptiler. Test ayar sisteminde işin performansını ölçmüş oluyorsunuz. “Ne hedefledin, ne ürettin?” sorusuna cevap bulmaya çalışıyorsunuz. Proje koordinatörü bize “Test Ayar Dengeleme işini nasıl yapacaksınız?” diye sorduğunda çok şaşırmıştık. Ustalarımız var ve onlar ellerindeki aletlerle belirli bir ölçüm yapıyorlar. Ama test ayar dengeleme nedir, bilmiyoruz. Unutmuyorum bir cumartesi günüydü. Uçağa atlayıp İzmir’e gittim. Proje koordinatörü ile konuşunca ne istediklerini hemen anladım. Ekibimizdeki arkadaşların özgeçmişlerini, kullandıkları ekipmanları, bu ekipmanları nerede ve nasıl kullanacaklarını içeren 15-16 sayfalık bir rapor hazırladım, üstelik el yazısıyla... Sonuçta onayı aldım, test ayar dengeleme işini bu şekilde halletmiş olduk.
Biz bunu 1992 yılında yaptık. Aradan geçen 30 yılda maalesef şunu görüyorum; işler ileri gideceğine, geriye gidiyor. Günümüz şantiyelerinde pek çok sistem, belirli bir teste tabi tutulmadan faaliyete geçiriliyor. Sonra bir aksaklık, bir arıza ve sonuçta kapatılan sistemi tamir etme çabaları, maliyeti öngörülemez biçimde katbekat artırıyor. Benim İzmir’deki projeden çıkardığım iki ana ders; Test ayar dengeleme ve disiplinlerin koordineli çalışması olmuştur.
Geçmiş zaman…Şimdiki zaman…
O zamanlar rapido ile çalışıyorduk. Ressamlarımızla aynı ortamda yer alır, çizim masalarında onlara tariflerde bulunurdum. Yapılan yanlış bir çizim jiletle kazınırdı. Ozalitçilerle içli dışlı olmuştuk. Bu nostaljik rapido sistemi 1995-1996 yıllarına kadar hayatımızdaki varlığını korudu.
1992-1993 yıllarında artık daktilo yerine bilgisayara yönelme dönemi başladı. Windows yoktu, bilgisayarlarda DOS sistemi ile çalışırdık. 94-95 döneminden sonra artık çoğunlukla bilgisayar üzerinden çizimler yapılmaya başlandı. Tabi elle çizim yapmaya devam edenler de vardı. Ama 90’lı yılların ikinci yarısından sonra teknolojik gelişim hızı ivmelendi, mesleki aşamalar hız kazandı, bilgiye daha kolay ulaşılır oldu.
Artık kullandığımız teknolojiler de çok farklı. Ama gel gör ki şu anki hatalar için “daha basit” diyebiliriz. Eskiden piyasa daha dardı ve teknik personel de yeterli donanıma sahipti. Teknoloji gelişti ve sektör de iyice büyüdü. İnsana olan talep arttı. Fakat bu durum “yetersiz personel” sıkıntısını da beraberinde getirdi. Birçok belgelendirme zorunluluğuna rağmen alanında yetersiz teknik personel sayısının giderek artmasıyla “basit hata” sayısı da paralel gitti, gidiyor. Nitelikli teknik eğitim verme konusunda ciddi sıkıntılarımız var. Meslek liseleri olsun, meslek içi eğitimler olsun, dernekler olsun hepsi büyük bir çaba içindeler ama maalesef bunu sahaya yansıtamıyoruz. Eskiden var olan usta-çırak ilişkisi daha doğru işlerin yapılmasını sağlıyordu. Şu an ise ciddi bir karışıklık söz konusu.
Olumlu gelişme tarafında ise şunu söyleyebilirim: Eskiden fabrikasyon imalatlar yok denecek kadar azdı. Şimdi ise teknolojinin gelişmesiyle fabrikasyon imalatlar arttı. Bu da sektöre olumlu yansıyor. Bizde çok yanlış bir anlayış var: “Kervan yolda düzülür”. Bunu sahada uygularsanız “yolda düzülen kervan sahada üzülüyor”. Her şeyi işin yapılış anına bırakırsanız sorunları birikmiş halde önünüzde bulursunuz. Zaman ve maliyet baskısı yaşarsınız. Ben, planlama konusunda eğitimler verilmesi gerektiğini düşünen biriyim. Zira son yıllarda plansız pek çok iş karşıma çıktı. Bir plan yapılıyor belki ama hep sözde kalıyor. Sonunda yine günlük ilerleniyor. Bu da kalite ve maliyet konusunda pek çok sorunu beraberinde getiriyor. İş planlamasının tüm disiplinlere yansımadığı gerçeği gün gibi ortada. Eskiden bu süreçler çok daha planlı ilerliyordu.
O dönemin bir önemli eksikliği de dernekler var olmadığı için firmalar arası hissedilir bir iletişimsizlik vardı. Özellikle Türk Tesisat Mühendisleri Derneği’nin (TTMD) 1992 yılında kurulması ve peşi sıra diğer derneklerin kurulması bir araya gelinecek ortamlarının yaratılmasına vesile oldu. Bu durum sektörün daha da ileriye gitmesini sağladı. Zira kaliteli bir iletişim, bilgi, fikir alışverişi ortamı doğmuş oldu.