Header Reklam
Header Reklam

Hırant Kalataş: “Artık İnsanlar Metaverse’te Avatarları ile İletişim Kuruyor”

08 Şubat 2022 Dergi: Şubat-2022
Hırant Kalataş: “Artık İnsanlar Metaverse’te Avatarları ile İletişim Kuruyor”
30. yılımızda başlattığımız “Sektörün Hafızası” yazı dizimizin bu ayki konuğu, sektörümüzün yakından tanıdığı Hırant Kalataş. 1984’ten beri sektörde aktif olarak çalışma yaşamına başlayan Kalataş, dünden bugüne hem Türkiye’nin hem de sektörün yolculuğuna anılarıyla ışık tuttu… Fotoğraflar için tıklayın

1984 Nisan ayında ALMÜT Klima Bölümünde Satış Mühendisi olarak ALARKO Topluluğuna katıldım
1959 İstanbul doğumluyum. Orta öğrenimi Pangaltı Lisesi’nde tamamladım. 1976 yılında İTÜ Makina Fakültesi’ni kazandım. O dönemde siyasi olaylar sebebiyle okullar sık sık kapanırdı bu yüzden bir yıl kadar gecikme ile 1981 yılında mezun oldum. Sonra İstanbul Üniversitesi İşletme İhtisadı Enstitüsünü bitirdim. Ardından, isimlerini anmaktan mutluluk duyacağım Tesan firmasında Haçik Eram ile çalışmaya başladım. Ama maalesef oradaki çalışma hayatım çok kısa sürdü çünkü sadece 2 gün sonra askerlik görevim için çağrı geldi. 1982’de askere gittim, o zaman kısa dönem askerlik yoktu. Yedek subay olarak askerlik görevimi yaptım. Askerden sonra kurumsal bir şirkette çalışmak istedim. Birkaç yere iş başvurusu yaptım. Sonra Alarko’dan çağırdılar ve böylece meslek hayatıma Alarko’da başlamış oldum. 

Alarko uzun yıllar Trane firmasının distribütörlüğünü yapmış. Sanıyorum 1982 yılında İzzet Nasi, Alarko’dan ayrılıp kendi şirketini kurmuş ve Trane mümessilliğini alarak o devam ettirmiş. Alarko o dönemde pek çok firmanın mümessilliğini sürdürmekteydi. O zamanki mümessillik firmasının adı ALMÜT idi. Klima bölümünde McQuay firması ile distribütörlük anlaşması vardı. O bölümde çalışan sadece bir arkadaşımız vardı. Ben enerji bölümünden mezun olmuştum. Bitirme tezimi de yine rahmetli Prof. Dr. Osman Genceli’den soğutma kuleleri üzerine yapmıştım. Soğutma kulelerini biliyordum. Dolayısıyla ALMÜT’te klima bölümünde satış mühendisi olarak 1984 Nisan ayı itibarıyla çalışmaya başladım. O zamanlar, Alarko’nun merkezinin de bulunduğu Ayazağa’da böyle yüksek binalar yoktu. Dönemin yüksek yapısı sayılan 10 katlı binalarından biri de Alarko’nun Holding binasıydı. Ulaşım sadece minibüslerle sağlanıyordu. Kar yağdığında iş yerine ulaşmak bir hayli zor oluyordu. 

“Telefon santrali operatörüyle aranızı iyi tutmalıydınız”
Yine bir Danimarka firması olan Sabroe kompresörler vardı ürün grubumuzda, daha sonra YORK satın aldı o firmayı. Orada çalışmak çok keyifliydi, çünkü çok sayıda yabancı firma ile çalıştığımızdan, çok farklı kültürleri tanıma, farklı ürün gruplarını görüp tanıma ve dünyanın her yerinden insanlarla iletişim kurma şansına sahiptik. Böylelikle, hem uluslararası iş yapış şekillerini öğreniyor, hem de yabancı dilimizi geliştirebiliyorduk. O zamanlar iletişim, teleks aracılığıyla yapılırdı. Teleks kağıtlarına el yazısıyla mesajımızı yazar bir teleks operatörüne gider, öyle iletirdik mesajlarımızı. Ben şanslı bir dönemdeydim ki elektronik hesap makinalarının kullanıldığı döneme denk geldim. Bizden önceki nesiller kaymalı cetvel kullanıyorlarmış. Biz onu kullanmayı bilmezdik. Hatta iş hayatımızda da eskiler bize hep “siz şanslısınız, elektronik makineler ile hesap yapabiliyorsunuz, biz kollu Facit ile çalışırdık” derlerdi. 

Telefon, merkezi bir santralden yönetilirdi. Telefon operatörleri şirkette en önemli kişiydi. Onunla aranızın daima iyi olması gerekidi ki telefonunuz hızlıca bağlansın, sıraya yazılıp beklemek zorunda kalmayasınız. Bu nedenle çok kolay zamanlar değildi. Aslında, 40 yıl uzun bir zaman dilimi değil, ama teknolojinin ilerleme hızı, zamanın çok ötesinde. 40 yıl önce yaşadıklarımız, bugün masal gibi… Çok hızlı ve çok büyük bir değişim yaşandı.

Bilgisayara kavuştuk, ama sıkça elektrik kesiliyordu
Aradan yıllar geçti, bir bilgisayar getirildi, şirketin ortasına konuldu. Bizim de o zamanlar santrifüj makinelerin seçim programı gelmişti Amerika’dan. Verileri girdiğinizde doğru cihazı seçebiliyordunuz. Bizim için muhteşem bir şeydi. Biz çünkü, bilgisayar dendiğinde, üniversitede kart deldirip, birkaç gün sonra sonuçlarını almaya alışmış bir nesildik. Bu nedenle şirkete gelen bilgisayar, bizim için çok ilgi çekiciydi. Tabii hesaplamalar saatler aldığından insanlar beklemeye tahammül edemiyordu. Bu yüzden verileri akşam çıkarken giriyorduk ki, sabaha hazır olsun, tabi elektrikler kesilmezse. O dönemde sık sık elektrik kesintileri olduğundan bu yöntem de çok verimli değildi ama yine de eski usullere göre daha iyiydi. 

O yıllarda iklimlendirme sektöründe Alarko, Teba, HSK gibi belli sayıda imalatçı mevcuttu. Diğerleri genellikle yurtdışından belli markaların mümessili olarak devam ediyordu. O zamanlarda bilgiye ulaşmak da şimdiki kadar kolay değildi. Sektörde kitap sayıları çok azdı. ASHRAE çok önemli bir kaynaktı. ASHRAE’ye üye olmak onun dergilerini, yayınlarını almak, çok önemliydi.  
90’lı yıllara gelindiğinde sektörel dernekler kurulmaya başladı. 90’lı yılların ikinci yarısında, sanıyorum ilk olarak bizimle başlayan; yabancı şirketlerin şirket satın almaları ya da şirket evlilikleri dediğimiz kavram karşımıza çıktı. Bugün yerli imalatçı sayısı çok arttı. Yabancı şirketler ise şirket evlenmeleri, ortaklıklar yolu ile Türkiye’ye geldiler. Bilgiye ulaşmak internet sayesinde müthiş kolaylaştı. İletişim teknolojileri inanılmaz bir hızla gelişti. 

Pazarın yapısını devlet teşvikleri yönetti
1984-85’lerde Türkiye’de soğuk zincir ve soğuk depo yatırımlarına teşvik veriliyordu. Sabroe temsilciliğimiz kapsamında soğutma alanında da çalışıyorduk. Anadolu’da bir et tesisine bir sistem kuracağız. Yatırımcıya soruyorum: “Kapasite nedir?” Cevap: “Günlük 1000 tane küçükbaş, 500 de büyükbaş kesim kapasitemiz var”… 

Cihazı satmak istiyorsak, kompresörün kapasitesini hesaplamak zorunda bile kalabiliyorduk. Bahsettiğim yatırım teşvikleri çıkınca Anadolu’yu bir hayli gezdim. 80’lerin sonu ya da 90’ların başında da Turizm teşvikleri başladı. Türkiyenin yatak kapasitesi çok düşüktü, yeni oteller yapılması gerekiyordu. Ege ve Akdeniz’de işler yoğunlaştı böylece. 

Bizim sektörümüzün hareketlenmesi de bu dönemlere denk geliyor. Öncesinde çok fazla yatırım yoktu. Süreç içinde yavaş yavaş AVM yatırımları başladı. Hatırladığım kadarıyla ilk Galleria yapılmıştı. Serper Giray’ın yaptığı bir proje idi. O zaman biz Trox’un mallarını satıyorduk. Sanıyorum Carrier VAV cihazlar Türkiye’de ilk kez orada kullanılmıştır ki o dönemde Carrier’ı biz satmıyorduk. Ondan sonra Akmerkez yapıldı. Rahmetli Kevork Çilingiroğlu da oranın mekanik projelerini yapmıştı. Orada da Trox ekipmanları kullanılmıştı. Yangın damperleri yeni yeni kullanılıyordu. Elektrikler kesilince damper kapanıyor, enerji geldiğinde de açılıyordu. Kevork Bey otomatik yangın damperi kullanmak istemiş. Ama satın almaya bakan bey, “buna gerek yok; bunun mıknatıslısı varmış, daha ucuza” diye Kevork Bey’in kuracağı sistemi kabul etmemiş. Kevork Bey her ne kadar “Yüzlerce damperin manuel olarak açılıp kapanması gerekecek” diye ikaz etmişse de beyefendiyi ikna edememiş. Sonradan Akmerkez’in İşletme Müdürlüğünü uzun yıllar sürdüren Zeynep Akdilli, kurulan sistemden ötürü  -elektrik kesintilerinin sıkça olması sebebiyle de- epeyce zor durumda kalındığından, tekrar Kevork Bey’in ilk önerdiği sisteme geçilmesini sağladı. 

AVM’lerin artmasıyla ofis binaları, ticari binalar, iş merkezleri yatırımları da artmaya başladı. Yanlış hatırlamıyorsam IBM binaları, Sabancı Center gibi projeler yapıldı.  Alarko Türkiye’de ilk sirkülatör, ilk brülör imalatını yapmaktaydı. 1970’li yıllarda insanlar brülör almak için sıraya yazılırlarmış, çünkü üretim olanakları çok fazla yoktu. 80’li yılların ikinci yarısından itibaren üretim arttı ve rekabet başladı. Pazara ürün arzedildikçe, fiyat öne çıkmaya başladı. Artık pazardaki her ürün işlevini görüyordu. Ardından ozon tabakasını tahrip eden gazların değişimleri, yeni bir pazar doğurdu. Farklı imalatçılar, farklı gazları savundu. Bu süreçten sonra Türkiye’ye doğalgaz geldi. Sektörün gündemine bu kez ‘çelik kazan-döküm kazan’ tartışmaları damgasını vurdu. Hatta Hürriyet Gazetesinin ekinde bir köşe vardı, burada ‘döküm kazan mı iyidir çelik kazan mı’ konusundaki yorumlar yer alırdı. 

Sonra sektörde yurtdışı gezileri popüler oldu. Özellikle distribütör firmalar mekanik projecilere yönelik, yurtdışında fabrika gezileri düzenlenmeye başladı. Biz de bir grup proje müellifini Trox’a götürmüştük. TTMD’nin temelleri de zannederğim bu toplantıların sonucu olarak atılmış oldu. 

Daha sonra, Montreal Protokolü sonrası sektörün gündemine enerji verimiliği girdi. Herkes bu kez cihazlarının enerji verimliliği konusunda çalışmaya başladı. Ardından VRF’ler girdi pazara, sadece Daikin üretirdi. Eskiden Daikin’in distribütörü TEBA idi. VRF’nin gelişmesi soğutma gruplarının pazarını da etkiledi. 

Bütün bunlar olurken, sektör de  ihracatını büyük ölçüde artırdı. Özellikle hatırı sayılır miktarda rooftap ve klima santrali ihraç eder hale geldik. Eskiden ‘tersine mühendislik’ vardı sektörde. Kopyalama-taklit çok fazlaydı. Ama firmalar hem yabancı ortaklarının katkılarıyla hem de mühendislik gücünün artmasıyla Ar-Ge’ye yöneldi, Türkiye’de Ar-Ge faaliyetleri de artmaya başladı. 

Bir okul kabul ettiğimiz Alarko, sektörümüzün en önemli kuruluşlarından biridir
Kendi adıma yaptığın gözlemlerden, deneyimlerimden yola çıkarak çok net söyleyebilirim ki; Alarko sektörün çok önemli kuruluşlarından biridir. Bir okul niteliği taşır. Birlikte yol aldığımız insanların çok büyük kısmı sektör içinde kaldılar. Sektörde “eski Alarko’cu” birçok arkadaşımız aktif olarak faaliyetlerini sürdürüyor. Alarko’da 1987’de Alarko İstikbal Klübü kurulmuştu. Alarko’da yüksekokul mezunu gençlerin üye olduğu bir klüptü. Ben de Alarko İstikbal Klübü’nün 2. Dönem Başkanlığı yaptım. 32 yaşıma gelince, şimdiki tabirle “mentor” olarak gençlere destek vermek üzere klüpten ayrıldım. Geçen dönem TTMD mentorluk programlarına katıldım. Altyapısı çok iyi hazırlanmış bir program olduğunu düşünüyorum. 

1992-93’lerde dernekler kurulurken fuarlar da öne çıkmaya başladı. Benim aklımda kalan ilk fuar, Mecidiyeköy’de bir ticari binada yapılmıştı. (Meliha Avni ve kardeşi Avukat Ferit Avni Sözen’in 1986 yılında Mecidiyeköy'de, kültür ve sanata hizmet için açtığı Sergi Sarayı. FM Fuar ve Kültür Merkezi olarak biliniyor). ISOHA olabilir. Ondan sonrasında ise Tepebaşı Tüyap Sergi Sarayı’ndaki fuarı hatırlıyorum. Sonra SODEX başladı. 

2007 yılında, LEED AP oldum (2007 yılı ilgili haber için tıklayın)
Bütün bu dönemlerde, TTMD’nin İstanbul Komisyonunda yıllarca çalıştım. Sanıyorum 2007 yılında, LEED AP oldum. Yani Yeşil Bina Sertifikası LEED sistemine akredite Türkiye’deki ilk profesyonel oldum. Bu konu da Türkiye’de epeyce gelişti. 
1992’de Alarko San. Tic. A.Ş. adı altında, Alarko’nun bünyesindeki ALSAC, ALPOM, ALMÜT, ALFENAŞ gibi şirketler vardı, birleştirildi. Ben bu dönemde Alarko’nun pazarlama departmanının kurulmasında ciddi emek sarf ettim. Gerçi o zamanlar pazarlama algısı çok farklıydı. Mesela apartman kapılarında “pazarlamacılar ve dilenciler giremez” yazabiliyordu. 

Carrier ile ortaklık
1998’de Carrier ile ortaklık söz konusu oldu. Biz Alarko olarak ihracat yapmak istiyorduk. Yurtdışında markamız bilinirliğimiz çok güçlü değildi. Buna ayıracak zaman ve bütçemiz de yoktu. Bu yüzden OEM hep aklımızdaydı. Bu dönemde Carrier ile bir kontak oluştu. Carrier da, sahibi olmadığım şirkete neden ‘know how’ vereyim dedi. Süreç böyle başladı. Sonuçta şirketin %42’sini Carrier aldı, %42’si Alarko’da kaldı. %16’sı da halka açıktır. Biraz da bu yüzden Alarko’da bir denetlenme kültürü de olustu. Çünkü hem Carrier’ın, hem Alarko’nun, hem de borsanın denetçileri tarafından şirket denetleniyor. Bu ilk başta insana ürkütücü gibi gelse de öyle değil. Denetçilerden alınan bilgileri uyguladığınızda faydalı sonuçlar üretebiliyor, yanlışlarınızı düzeltebiliyorsunuz, sürdürülebilir bir şekilde gelişebiliyorsunuz. 

Alarko’dan “Hayata Dair” eğitimler…
Biz her sene Eylül ayında TÜSİDE’nin tesislerinde bir toplantı düzenlerdik. 60-70’i bayilerimiz, kalanını da Alarko çalışanlarının  oluşturduğu yaklaşık 100 kişiden oluşan eğitim toplantıları düzenlerdik. Bu toplantılar Cuma öğleden sonra başlayıp Pazar öğlene kadar sürerdi. Ama bu eğitimler mesleki ya da muhasebe eğitimleri değil, hayat ile ilgili eğitimlerdi. Sofra adabı, giyim kuşam, arkeoloji, müzik enstrümanları, gibi çok geniş bir yelpazede düzenlenirdi. O eğitimlerden birinde de internet eğitimi vedik. Üç arkadaş geldi, ortaya bir bilgisayar koyup internete girdiler. Bizim için büyük bir süprizdi.

Satın alma davranışlarında köklü değişim
Bizim dönemimizde öncelikler farklıydı. İnsanların kaygıları farklıydı. Biz buzdolabının olmadığı, çamaşır makinesi gibi cihazların bile olmadığı dönemlerde büyüdük. Bizim hedeflerimiz bir televizyon almak, bir telefon almak iken artık hedefler muazzam değişti. Bu, sektöre de yansıyor. İşin B2C kısmında da insanların satın alma tercihleri değişti… Merkezi sistemlerden bireysel sistemlere kayıldı, kazanla ilgilenmenin dışında dairelere ekmek ve gazete götüren apartman görevlileri yok oldu. Sanırım bu nedenle gazete tirajları bile etkilenmiştir. Artık internetten yoğun şekilde alışveriş yapılıyor. Kombi ve klimaları da artık internetten alıyorlar. Sektörümüzün bu konuya hızla adapte olması gerekiyor. 

Rekabet var ama dostluk her şeyden önce geliyor 
Bizim sektörümüz, gerçekten çok güzel bir sektör. Aynı konuda çalışan insanlar arasında rekabet var ama dostluk her şeyden önce geliyor. Bu çok kıymetli…
Erdoğan Atakar, Baycan Sunaç, İhsan Önen, Celal Okutan ,Abdurrahman Kılıç gibi  duayen dostlarımızı yitirdik. Bazı dostlarımız, abilerimiz artık aktif olarak sektörde değiller; kıymetli Serper Giray, Zeki Aksu gibi… Hepsini sevgi ve saygı ile anıyorum. 
Şimdi metaverse denen bir kavram var ki insanlar sanal ortamda kendileri bile değil, avatarları ile iletişim kuruyorlar. VR gözlüklü servis elemanlarının sistemlere uzaktan bağlanarak çalıştığını görebiliriz belki de… Bu süreç bizi nereye taşıyacak gerçekten merak ediyorum.