Header Reklam
Header Reklam

ENİS BURKUT’un Mühendislikte 20. Başarı Yılı

05 Aralık 2003 Dergi: Aralık-2003
ENİS BURKUT’un Mühendislikte 20. Başarı Yılı Yaptığı işten, 20 yıldır merakını yitirmeksizin keyif almayı sürdüren Enis Burkut, çalışma arkadaşlarıyla birlikte ‘Burkut Mühendislik’ firmasının 20. yaşını kutladığı şu günlerde, neredeyse 100 sayıdır ev sahiplerinden biri olduğu dergimize, bu kez, ‘röportaj konuğu’ oldu. Dile kolay, 100 sayıdır ‘H2O’ Köşesinde sizlere, suyun doğasını, kimyasını, biçimlendirilmesini anlattı. Ama Burkut Mühendisliği anlatmadı. Onu da, bu sayıda sizlere, bizler anlatmaya çalıştık. Dileriz; Enis Bey’in 100 sayıdır sizlere SU’yu anlatabildiği sadelikle, bizler de Burkut Mühendisliği anlatabilmiş olalım...


Serbest meslek hayatımın miladı; 1969. Ankara’da Erol Baysal adında bir meslektaşımla birlikte, iki mühendis, bir büro kurduk. O zaman su konusu, gündemlerde hiç yoktu. O zaman da, o zamanlar için ‘spesifik’ sayılabilecek işler yaptık. Örneğin Kırıkkale’de dökümhanelerin radyasyonlu ısıtılması projesini gerçekleştirdik. O yıllarda, radyasyonun ismi bile yoktu Türkiye’de. Dökümhanelerin toz topraktan, dumandan arındırılması gibi projelere giriştik. Yaptığımız işler, O günlerin Türkiye’sinde yeniydi, farklıydı, sıra dışıydı.

Serbest meslek hayatımın birinci dönemi 1971 yılı siyasi krizine kadar sürdü. Bir çoklarınca ‘Anarşi yılları’ diye anılan bu dönemde, hükümet düştü, bütçeler çıkmadı, siyasi krizin yanında ekonomik bir kriz yaşandı. Biz Ankara bürosuyduk. Yani, ağırlıklı olarak devlet ile ilgili işlere hizmet veren Ankara firmalarından biriydik. Bu nedenle işlerimizdeki krize paralel daralma, Erol Baysal’la yol ayrımımız oldu. Erol, orada devam etti. Genç yaşında rahmetli olan yol arkadaşım Erol’u daima sevgiyle anarım. Sonrasında İzmir yılları başlıyor...

1971’in sonunda, Alarko, İzmir’de tanınırlığını artırmak, Ege Bölgesinde etkin olabilmek için, İzmir Şubesi’ni açmak istedi. Bu şubenin kuruluşunda görev aldım. O yıllarda teknik malzemelerin pazarlanması, bugünkü gibi bilinen ve kanıksanmış bir süreç değildi. Dolayısıyla, o yıllar için teknik malzemelerde ‘pazarlama’ bile, yeni bir yaklaşımdı. Bu süreçte etkin bir pazarlama anlayışı ortaya koyabilmiş olduğumu düşünüyorum. Çok kısa bir süre içinde, Alarko, bölgede hem iyi tanınan, hem de talep gören bir isim oldu. O dönemde, bürodan ayrılamaz hale gelmiştim.

80’li yıllara, ‘Özal’lı yıllara gelindiğinde, turizme ciddi teşvikler verildi. Oteller, yüzme havuzları istemeye başladı. Ege’de yüzme havuzlarının yaygınlaşmaya başladığı bu dönemde, yine ‘öncü hizmet lokomotifinde’ydim. O zaman Ege’li yatırımcı, sanayi kuruluşları, beni şahsen tanıyorlardı. Yabancı dil biliyor oluşum, çok yararlı oldu.Zira o dönemler gerek duyulacak tüm malzeme ve ekipmanları Türkiye’de bulmak kolay değildi. Fransa’ya gittim. Gereken bütün cihazları aldım. O zaman ithalat da pek yok. Proformo fatura ile, yatırım teşviki ile gümrüksüz getiriyorduk. Havuzculuk, suyun ne kadar önemli olduğu konusunda gözümü açtı. Bir de Dardanel Donmuş Gıda Şirketindeki çalışmalarım süresince, gıda konusunda tüm süreç girdilerinin, hijyenin önemi bir araya gelerek, su konusuna yönelmemin zeminini oluşturdu. Bu dönemde sanayi de, ihracat da ilerledi. İhracat kalite gerektiriyor. Bizde bir şey arızalı çıkıp, problem yarattığında ‘kısmet’ deyip geçilirken, Avrupa’ya ihracatta, daha sınırda kontrol edilip, ‘kısmet’e pirim verilmeyerek bir Tır dolusu mal geri gönderiliyor. O zaman faturası ağır bir ders alınıyor. Sanayici de, ticari kaygı neticesinde bize geliyor. Suyun girmediği sanayi dalı yok. Su, üretimin kalitesini çok fazla ilgilendiren bir şey. Örneğin araba boyuyorsunuz, kaynak-kaporta işleminden sonra arabayı yıkıyorsunuz. Sonra boyayacaksınız. Su kireçli ise, buharlaşınca sacın üzerinde kireçler kalıyor. Böylece kısa bir süre sonra dökülüyor. Yabancı araba, mesela VW, 10 sene boya garantisi verirken, bizimki dökülüyordu. Biz sacı değil, kireci boyuyorduk. Yıkama-durulama suyu saf olması lazım ki, sacı boyayabilesiniz. Bir başka örnek; enerji santralında gaz türbinleri, jet motorları kullanılıyor. Motor içine petrolle birlikte su püskürtülüyor. Yakıt, ısıyla birlikte buharlaşacak, ama içinde hiç mineral bulunmayacak. Aksi takdirde randımanı düşer. Öyle bir su olmalı ki, H2O molekülünden başka, içinde hiçbir şey olmayacak. Böyle örnekler üzerinde çalıştık. Enerji santrallerine tamamen saf su üretecek sistemler yaptık. Ozon kullanımı, Avrupa’da çok yaygın olmasına karşın, Türkiye’de pek yoktu. Ancak pet veya cam şişelerde sunulan çok kaliteli içme suyu yapanlar kullanıyorlardı. İzmir Turyağ’da, proseste kullanılan su, kuyu suyu idi. Kuyu suyundan istenmeyen maddeler geliyordu. Zorunlu olarak şehir suyu kullanıyorlardı. Bu ise, büyük maliyet getiriyordu. Biz, kuyu suyunu ozonla terbiye ettik. Sistem, kurulduğundan üç-dört ay sonra kendini amorte etmiş. Penguen Gıda’da, bütün sebze meyve yıkama sularını ozonla dezenfeksiyon projesini yaptık, uyguladık. Enerji santrallarının saf su gereksinimleri için, dünyada pek çok yeni teknoloji geliştirildi. Şimdi onları getiriyoruz; Elektro deionizasyon cihazları... Bugün İzmir Ataer Enerji Santralı’nda bu cihazlar çalışıyor. İnsan başına gitmiyor, bakım istemiyor, çevre kirliliği yaratmıyor.

Yenilikleri çok yakından takip edip Türkiye’ye kazandırmak, işin yanı sıra, bir tür hobi gibi. Çok büyük keyif alıyoruz. Türkiye neden en yeni teknolojilerle çalışmasın? Herkes cep telefonu almayı biliyor, niye sanayide de ekonomik, randımanlı olan şeyi kullanmayalım ki? Tabii ki bu, araştırmak gerektiriyor. Alıp müşteride denemek doğru değil. Türk sanayicisini kobay gibi kullanamayız. Araştırmak, dış ülkelerde nasıl kullanıldığını incelemek gerekiyor önce. Yurt dışındaki ciddi araştırmalardan sonra getirdik, yenilik adına ne varsa her şeyi.

3 Ocak 1984’te İzmir’de Enis Burkut Mühendislik olarak çalışmaya başladım. Çok küçük bir oluşumdu bu. Sadece Gül Hanım vardı o zamanlar, yardımcım. Hala var..Hala beraber çalışıyoruz. O telefonlara bakıyordu, ben dışarıda iş takip ediyordum. Şu an 19 kişiyiz. Türkiye’nin gelişimine paralel bir gelişme sayılır. Tüm sanayi bölgelerine hizmet verir duruma geldik. Yani bölgesel çalışmıyoruz. Çorlu’dan Adana’ya, Gaziantep’e kadar, tüm bölgelerde, başta gıda sanayi, tekstil ve otomotiv, kimya gibi sektörleri olmak üzere, iyi su, üretim prosesine uygun vasıflarda ‘dizayn edilmiş su’ isteyen tüm endüstri kollarında suyu projelendiriyoruz, uyguluyoruz. Menba suları ile meşrubat sanayi de önemli ölçekte gelişiyor. Eskiden herkes musluk suyunu içerdi. Türkiye’de çevre kirliliği de pek yoktu. Şehirler, nüfuslarına hizmet verebilecek ölçeklerdeydi. Yaklaşık 7-8 yıl önce, İstanbul’da bir sorun yaşandı. İçme suyu temin eden barajların, gecekondulaşma ile kirlenmesi, su havzalarının kullanılamaz hale gelmesi gibi nedenlerden kaynaklanan ‘su sorunu’ üzerine, -hatırlarsınız- her mahallede su satış istasyonları oluştu. Bu su istasyonları sayısı, kontrolsüz şekilde gelişti. Benim hatırladığım, 5 binlere çıkmıştı İstanbul’da. Üstelik kontrol eksikliği vardı ve bir çoğu, iyi, sağlıklı su değildi. Sonra Sağlık Bakanlığı, yönetmelikler çıkardı. Bunu bir kurala bağladılar, düzene soktular. Bu sefer suların şişeye konması gerekti. Aksi halde, nereden geliyordu, nerede depolanıyordu gibi önemli soruların yanıtları denetimsiz kalıyordu. Şişeye konduğunda üzerinde mühür, sorumluluğu belgeleyebilecekti. Bu süreçte, insanlar suya para vermeye başladı. Bu sayede menba suları gelişti. Şişelemesi, nakliyesi, satışı ile bir sektör, bir sanayi doğdu. Hele 19 litreliklerin gelişi ile, evlerin içine bir servis başladı. Türkiye’de 3 menba suyu yatırımcısına, Amerika’da rehberlik ettim. Amerika’da bu iş oturmuştu. Onlarla beraber dolaştık, yapımını, şişeleme, satış süreçlerini inceledik. Bunlardan birisi Erikli’dir. Diğeri Kardelen Sularıdır. Tüp Su denilen suyun Türkiye’ye gelişinde de yine ‘öncü hizmet lokomotifinde’ idim. Menba suları ile birlikte, meşrubat sanayi de hızla gelişti. Mesela Çamlıca Gazozu, Sun Pride meyve suları gibi, bir hayli ses getiren Cola Turka’nın kullandığı sularının hazırlanmasında da rol aldım. Meşrubata öylesine çok para harcanıyor ki, Türkiye’de insanların artık daha iyi para kazandığını düşünüyorum.

Su konusu üzerine Türkiye’de nedense fazla gidilmemiş. Bu konuda üniversiteler de eksik. Gıda mühendisi, kimya mühendisi, su ile, piyasada karşılaşıyor. Teorik olarak, su, kimyanın ilgi alanında gibi görülüyor ama, su, her yerde, sayısız amaçla kullanılıyor ve kullanıldığı her bir durum örneği, bir başka disiplinin kapsamına girebiliyor. Su mühendisliği diye bir şey de olmadığına göre ortaya bir boşluk çıkıyor. Eğer su mühendisliği diye bir şey olsaydı, bakınız içine neler giriyor; bir kere suyu önce bir yerden çıkarıp bir yere taşıyorsunuz, yani boru lazım, pompa lazım.. Bu makine mühendisliği alanına girer. Daha sonra suyun iyileştirilmesi gerekiyor ki, burada kimya giriyor, bakteriyoloji giriyor, mikrobiyoloji giriyor. Suyu saflaştırdığınızda su korozif hale geliyor. Bu noktada korozyon bilgileri gerekiyor. Korozyon o kadar ilginçtir ki, çoğu kez kimyayı bile aşar. Gelişmiş dünyada, bu alanda uzmanlaşmış korozyon mühendisleri var. Sonra fizik bilgisine ihtiyaç var. Yani olabildiğince komplike, bileşik bir bilgi birikimi gerektiriyor su. Bu gün piyasaya bakıyorum; bu alanda faaliyet gösteren çok az kimya mühendisi, çok az makine mühendisi var. Türkiye’de bu konuya en çok Çevre Mühendisleri sahip çıktılar. Tabii bir yetki kargaşası doğuyor.

Eskiden sanayi nereye kuruluyordu? Şehrin yanı başına. Yani suyun kolayca bulunduğu yerlere. Suyun, şehir şebekesinin tedarik alanı içindeki bu yerlerde, bu günkü kadar iyileştirilmesi gerekmiyordu. İhracat bu boyutta değildi. Malın iyileştirilmesi, kalite standardı diye bir sorun yoktu. İthalat da çok kolay olmadığı için, Türkiye’ye mal getirip satma imkanı da pek yoktu. Dolayısıyla ne olsa satılıyordu. Tesisat mühendisinin de işi kolaydı. Borulama, vana, pompa seçerken, standart bir kum filtresi, bir de su yumuşatma koydular mı, sanayinin işini görüyordu. Şu anki şartlar 20 sene öncekinden çok farklı. Birinci fark; sanayi çoğaldı. İyi suların yanı başında değil artık sanayi. Dağ başında bir yerde kuruluyor. İzmir’de Çiğli Organize Sanayi gibi bir yerde, kazıyorsun, altından deniz suyu çıkıyor, kaç sene önce çürümüş yaprakların amonyakları çıkıyor. Sanayi bununla uğraşıyor. Tesisat mühendisi bunu bilmiyor. Eskiden oldu bittiye getirilip mal satılıyordu. Şimdi adam ihracat yapıyor. Daha gümrük kapısından kontrol ediliyor. Üçüncüsü, Türkiye’nin iş hayatındaki insan gücünün değeri değişti. Eskiden bakım için, fabrikayı durduruyordunuz. Haftada bir gün bakım yapılabiliyordu. Sanayicimiz global rekabete giriyor. Durmaya zamanı yok. Durmak, çok pahalı artık. Her şey otomatik çalışacak, fıskiyeler tıkanmayacak. Demek ki suyu çok iyi hazırlayacaksınız ki, sanayicinin başına bakım onarım ve bunun yüzünden iş kaybı sorunlarını getirmeyeceksiniz. Bu üç açıdan baktığınızda görüyorsunuz ki, suyun, daha profesyonel ellere geçmesi lazım. Fakat alışkanlıklar var. Tesisat mühendisine gidiliyor. Tesisat Mühendisi iyi niyetle, bir proje çiziyor. Boruları, pompaları, vanaları, otomasyonu çok iyi seçiyor. Ama suyun fiziğini, biyolojisini, kimyasını, korozyonunu çok iyi bilmediği için, hatalar yapıyor. Kim çekiyor bunun sıkıntısını? Sanayici. Sanayi kurulduktan hemen sonra, durma kalkmalarla karşılaşıyor. Her şeyi projeye göre yapıyorlar. Klasik olarak bir su yumuşatma cihazı da var. Ama o cihaz orada işe yaramıyor. Çünkü kullanılan su tuzlu ve bu yüzden birkaç ay içinde bakıyorlar, buhar kazanları, filtreler çürümüş gitmiş. Çözüm; ya bizler gibi, uzmanlığı bu alanda bulunan danışmanla çalışmasında, veya her proje bürosunun, kendi bünyesinde ihtisas alanı su olan, ‘su mühendisi’ yetiştirmesi. Aksi takdirde sanayici çok eziyet çekiyor, büyük bedeller ödüyor. Tekstil yatırımcısı kumaşı, kağıt sanayicisi kağıdı biliyor. Suyun özellikleri ise bilinmiyor. Günümüz, ‘ihtisaslaşma’yı gerektiriyor. Tıp mesela, kaç bölüme bölündü ve hala da bölünüyor. Eskiden dahiliyeci dedin mi, tüm iç organlarla ilgili hastalıklara bakıyordu. Şimdi gastroentolog, ürolog, kardiolog, ve daha da bölünüyor. Bence tesisat mühendisliğinde de suyun yeri yok. Bizler de, ihtisaslaşma sürecinde yol almak zorundayız.

Bu konuda Ğve ne yazık ki hala- öyle bir yerdeyiz ki, telefon açıyorlar şirketimize; ‘sizde filtre var mı? diye soruyorlar. ‘Var’ desen hemen ‘kaç para’diyor. Oysa o kadar çok çeşitli ‘filtre’ var ki... Ne filtreleyeceksin, ne kadar filtreleyeceksin? Sorun tespiti, du-

ENİS BURKUT KİMDİR?

İzmir doğumlu olan Enis Burkut, İstanbul Galatarasay Litesesi’ni bitirdikten sonra, 1967’de Fransa-Lyon’da bulunan I.N.S.A. Politekniği Makina Mühendisliği Bölümünden mezun oldu. 1969-1971 yılları arasında Ankara’da serbest çalıştı ve Sanayide Havalandırma ve Radyasyon ile ısıtma konularında projeler yaptı. 1971 yılında Alarko A.Ş.’Nin İzmir Şubesi kuruluşunda görev aldı. Enis Murkut 1984 yılından bu yana serbest çalışıyor. Halen Burkut Su Tekniği Ltd. Şti.’nin yöneticisi ve başmühendisidir. Enis Burkut 1986 yılından bu yana yalnızca SU’yun iyileştirilmesi konusunda çalışıyor ve Türkiye’de bu konunun öncüsü olarak tanınıyor. Ege’de ilk yüzme havuzculuk işini başlatan kişidir. Burkut Ltd. Şti halen içecek, gıda, tekstil ve çok su kullanan sanayi sektörüne hizmet vermektedir. Enis Burkut’un SU konusunda yayınlanmış doksanı aşkın makalesi bulunmaktadır. Enis Burkut merkezi A.B.D.’de bulunan Uluslararası AWWA - Su Derneği’nin de üyesidir. Çok iyi İngilizce ve Fransızca bilir. Evli ve üç çocuk babasıdır.

İzmir Göztepe Rotary Derneği’nin kurucularından olan Enis Burkut 1992-93 yılında bu derneğin başkanlığını yaptı. Ayrıca, İzmir Galatasaraylılar Derneği ve Galatasaray Spor Kulübü’nün üyesidir...


Etiketler