Header Reklam
Header Reklam

Bizim Mesleğimizi Hakkıyla İcra Edebilmenin Yolu; Emek ve Gönül Vermekten Geçer

19 Ocak 2022 Dergi: Ocak-2022
Bizim Mesleğimizi Hakkıyla İcra Edebilmenin Yolu; Emek ve Gönül Vermekten Geçer
Dergimizin 30. yılı vesilesiyle hazırladığımız “Sektörün Hafızası” dosyamız için her sayıda sektörün duayen isimleriyle hafızaları tazelemeye çalışacağız. Bu kapsamda, ilk ilk konuğumuz, sektörümüzün yakından tanıdığı bir isim: Hüseyin Erdem.  Erdem ile sektörde okul olarak nitelendirilen Tokar’ı ve sektörün dünden bugüne yolculuğunu konuştuk.  Fotoğraflar için tıklayın

İlk iş yerim: İstanbul Yıldız Sarayı Müzesi
1955 yılında, Tokat Reşadiye ilçesinin Karlıyayla, eski adıyla Tavara köyünde doğdum. İlkokul, ortaokul ve liseyi Reşadiye’de tamamladım. Ardından Ankara Devlet  Mühendislik Mimarlık Akademisi’ne (ADMMA), bugünkü adıyla Gazi Üniversitesi’ne 1973 yılında ön kayıt yaptırdım. O dönemde merkezi sınav yoktu, her bir üniversiteye ön kayıt yaptırılıyordu. Ben hem ADMMA hem de İTÜ’ye ön kayıt yaptırmıştım, Yıldız Teknik Üniversitesi’ni bilmiyordum. O zaman puanlar açıklandığında, aynı gün kayıt yaptırmak gerekiyordu. İstanbul Teknik Üniversitesi’ni kazandığımı öğrendim ama ancak uçakla yetişebilmem mümkün olabilirdi, o dönemde para bulup İstanbul’a gidemedim. 
Böylece makine mühendisliği eğitimimi ADMMA’da, özellikle 1975 senesinde ülkedeki siyasi karışıklık nedeniyle 1977 yılının Kasım ayında tamamladım. Ne yazık ki mezun olduktan sonra iş bulamadım. Köyüme döndüm. Annem babam çiftçi; hayvancılık da yapıyorlar. Ben de onlara destek olmak için çobanlık yapmaya başladım. Sonra bir akşam baktım ki annem ağlıyor. Dedim ki “Ana ne oldu, niye ağlıyorsun?”, cevap vermedi. Ertesi gün babama sordum, “Annemin nesi var, neden ağlıyor?” diye, babam dedi ki köyde bana “diplomalı çoban” diyorlarmış, annem bunu duymuş ve çok ağırına gitmiş. Bu yüzden üzülmüş. Yaylaya çıktık, etraf çam ormanı, ortada bir mera var, koyunları otlatıyorum. O sırada düşündüm, dedim ki köylü de haklı, anam da haklı… Ben makine mühendisiyim, diplomalıyım ve çobanlık yapıyorum… Aradan bir hafta geçti, babama “para lazım” dedim, o da borç harç buldu. Ankara’ya gittim. O zaman kamuda işe girmek zordu ama özel sektörde işe girmek daha da zordu. Tecrübe istiyorlar, yabancı dil istiyorlar… Daha evvel Ankara Makine Mühendisleri Odası’na kayıt yaptırmıştım. Şube başkanı ile konuştum, dedi ki “devlet bir sınav açacak, orada şansını dene.” Kültür Bakanlığı Yapı Dairesi sınavı açtı. Girdim o sınava, kazandım. İstanbul Yıldız Sarayı Müzesi’ne atandım. O zaman da müze, üniversiteden alınmıştı. Biz de ilk tesisat projelerine orada başladık. İhaleler başladı. Yıldız Sarayı Müzesi’nde çok sayıda işçi, bahçıvan, çalışan kadrosu vardı ama yemekhane yoktu. Ben söz verdim, ilk ihaleden sonra oraya bir yemekhane yaptırdım, orada çalışanlar oldukça memnun kaldılar. 

1978-79 yıllarında 657’ye tabi memur olarak çalıştım. Bu dönemde Soğanlık İl Müdürlüğü’ne bağlı Köy Hizmetlerinde de 5-6 ay kadar görev aldım. Sonra askere gittim. Ben giderken 2 kişiydik, döndüğümde 7-8 kişilik bir kadro vardı. Samsun’a tayinimi istedim. Ama evliydim ve çocuklarımın annesi olan eski eşim, İstanbul’dan ayrılmak istemedi. Ben de özel sektörde iş aramaya başladım.
 
Tokar bugünün profesyonellerinin yetiştiği bir okul gibiydi
O dönem Necatibey Caddesi’nde Alarko’da, Mahmut Erdem Bey vardı. Bana yardımcı olacağını söyledi. Soyadımız aynı idi, gide gele epeyce samimi de olduk. Ben bir ay kadar Alarko’ya gittim, geldim. O sırada bana dediler ki “Tokar’da Sunday Bakırcı var, sen git onunla bir görüş. O senin dedenin tanıdığıdır.” Ben bir akşam tesadüfen Tokar’ın önünden geçerken girdim içeri, dedim ki “Ben Sunday Bey ile görüşeceğim.” Aldılar beni içeri. İçeride iki bey sohbet ediyor, hangisi Sunday Bey, bilmiyordum. Sordular; “Kimsin?” Dedim ki “Ben Halil Efendi’nin torunuyum.” Oturup konuştuk. Anlattım: “Torpil istiyorlar, dil istiyorlar, tecrübem sadece iki yıllık devletteki çalışmamdan ibaret…” 

Bedros Kazan’ı çağırdı Sunday Bey. Bedros Ağabey beni sınava tabi tuttu. Sonra dedi ki “Bir sürü iş var, bu adam çalışır. Alalım işe.” Böylece 2 Şubat 1980 akşamı Tokar’da işe başlamış oldum. Benim hayatımda üç iş yeri var: 2 yıl devlet, 32 yıl Tokar, sonra da yaklaşık 11 yıl aile firmamız Erdemler. Ben Tokar’daki 32 yıllık yolculuğumu Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı olarak tamamladım. Ardından kardeşim ve yeğenimin kurdukları Erdemler Elektromekanik’e geçtim. 

Tokar’ın ne kadar önemli bir şirket olduğunu, kendi konusunda lider firma olduğunu orada çalışmaya başlayınca öğrendim. Tokar adeta bir okul gibiydi. Rahmetli Todori Karakaş 1948 yılında başlamıştı mesleğe. Tokar, piyasanın en önemli iş adamlarını, başta Rüknettin Ağabey (Küçükçalı) olmak üzere sektörün önde gelen duayen isimlerini yetiştirmiştir. Ben de İlhan Kefeli, Ramazan Çoban, Bedros Kazan, Samim Arduman, Kamil Öztop, Fikret Uray, Yılmaz Aksu, Saim Evizi, Talat Dökümcü gibi çok kıymetli arkadaşlarla, büyüklerimle çalıştım ve onların tedrisatından geçtim. Şahsen 500 kadar mühendis yetiştirip sektöre kazandırdığımı söyleyebilirim. Her biri bugün mesleğinde başarılı olmuş, kariyerinde önemli basamaklarda bulunan arkadaşlarımız. Bununla çok gurur duyuyorum.

Todori Karakaş ile 3 yıl çalıştım. Yazları İstanbul’a gelirdi, o zaman Niko Amca ile Yani, Todori Karakaş’ı adaya götürüp getirirlerdi. Özel bir kişilikti Todori Karakaş. Çok kıymetli bir mühendisti. Çok detaycıydı. İyi anlatır, öğretirdi. Ayrıca çok adaletli, konusunda çok otoriter değerli bir iş insanı olduğunu gözlemlemiştim.

Ben başladığımda Tokar merkez ofiste 50-60 kişiydik. Ama enerji santralleri işlerinin devam ettiği, tesisat işlerinin de yoğunlaştığı dönemlerde bu sayı 4000 kişiye kadar çıkardı. Bir dönem 40 şantiyemiz vardı. O 40 şantiyeye yetişebilmek için üç valizi hazır tutuyordum: Haftalık, üç günlük ve günlük olmak üzere… Bir uçaktan inip ötekine binerek çok koşturduğumu bilirim. Şimdi bu kadar koşturmak doğru mu, kendime zmaan ayırmadan geçen yıllarımı bazen sorguluyorum. 

Ancak bizim hamurumuz ve hayat anlayışımız çalışmak, çalışmak ve en iyi mükemmeli yapabilmek üzerine kurulmuş. 

Türkiye’nin ilk AVM’si olan Galleria’yı yapmıştık. Yapı Kredi binaları ve Sabancı Center binaları gibi ilk çok katlı ofis yapıları da dönemin çok önemli projeleriydi ve onları yapmak bize nasip oldu. Peşinden çok sayıda hastane projesi tamamladık. Anadolu Grubu’nun John Hopkins Hastanesi, Düzce SSK hastanesi gibi projeleri tamamladık. Sonra Tokar’ın toplam 8.000 MW’ kapasiteli kömür ve gaz enerji santrali işleri vardı. O işlerin çoğunda yer aldım. Otel olarak da çok sayıda proje bitirdik. Mesela Taksim’deki Ritz Carlton Oteli, en iyi ve en hızlı yapılan mekanik tesisat, çok önemli enerji verimliliğinin ön planda olduğu çok önemli bir projeydi.

İyi bir iş yapabilmek için işverenin bakış açısı çok önemli. İşveren doğru bir tasarım ekibi seçtiyse, iyi iş çıkarmak istiyorsa, sistemi enerji verimli ve doğru bir mekanik sistemler yaptıracaksa doğru bir uygulama ekibi seçmelidir. Detaylı proje çalışması yaparak doğru malzeme, ekipman seçilirse iş de iyi oluyor. Sonuç olarak tekniğine uygun işler yapmalıdır. Biz Tokar’da hep işimizi çok iyi yapmaya çalıştık, bu düsturu Erdemler’de de sürdürmeye çalışıyorum. 

Mesela Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’ni Habitat etkinliğine yetiştirmeye çalışıyorduk. HABITAT, o dönem, ülkemizin yaptığı en önemli uluslararası etkinliklerden biriydi. Lütfü Kırdar’da mekanik sistemlerin iyi çalışmaması söz konusu olamazdı. Gece gündüz çalışıp projeyi tamamladık; hatta açılıştan bir gün önce havalandırma klima sistemlerini devreye aldık. Çok kritik zaman olmasına rağmen, günlerce özellikle menfez seçimlerinde similasyon çalışması yapılarak doğru malzeme seçildi. Çünkü bu konu bu tür salonlarda çok önemlidir. Bizim tasarım grubunda çok kıymetli mühendis arkadaşımız Şahin Şahin vardı. Onun olağanüstü çabası vardır. Emo olarak o dönemde Numan Şahin ve Mustafa Değirmenci birlikte çalışıyorlardı. Onlar da projenin çok önemli olduğunu bildiklerinden ve Schako firmasının Türkiye mümessili olarak ürünlerini getirdiler. Tüm menfezler doğru seçildi. O dönemde Sabancı Center projesini de yaptığımız için Tuzla’daki Tokar fabrikasında fabrikasyon kanal imalatı yapıyorduk. Makineleri ikiye çıkardık. Lütfi Kırdar’dan sonra Sütlüce Kongre Binasını yaptık. Orada inşaatın çok uzaması yüzünden proje 11 yıl sürdü. Ancak biz sonuna kadar kaldık ve işi bitirdik.

2007 yılında Rusya’da o dönemin en önemli projelerden birini tamamladık; 72 katlı iki kuleden oluşan ve toplamda 480-500 metrekare bir proje idi. Sonra Azerbaycan’daki meşhur Alev Kuleleri’ni yaptık. Yine Ürdün, Polonya gibi ülkelerde de bazı büyük projeleri tamamladık. 

ve Erdemler Elektromekanik…
2012 yılında Erdemler Elektromekanik’te çalışmaya başladım. Kardeşim, 2010 yılında makine mühendisi olarak mezun olan, kendisinin çok istediği meslektaşım oğlumla birlikte, burada da aynı zihniyetle, TAD çalışmalarına; proje, doğru malzeme, çözüm ortağı paydaşlar, işveren memnuniyeti, zamanında işin bitirilmesine çok önem vererek, odak noktamıza iyi mühendisliği alarak çalışıyoruz. Ankara’da büyük bir hastane projesini tamamladık. Sonra LC Waikiki Merkez binasını yaptık.  Sabiha Gökçen’in ilave binasını yaptık. Şu anda Basra’da bir otel bitirdik. Trabzon’da Radisson’u, Polat Yeşilköy’ü, Swiss Beşiktaş’ı renöve ettik. Doğuş Grubu, Yalçın Sabancı Grubu, Hilton Otel projeleri, Polat Holding Mariot Otel İzmir gibi önemli müşterilere hizmet verdik, veriyoruz. Şu anda Manisa Vestel’in yeni fabrikasının mekanik işlerini, Düzce’de Ferrero fındık işleme ile ilgili bir fabrika yapıyoruz. Adana’da yangın ağırlıklı birkaç proje yaptık. Hitachi Makyol’un yaptığı İBB çöpten enerji üretimi yapan tesiste de çok önemli çalışmalarımız var. Hatta Hitachi tüm dünyadaki birimlerine “Erdemler ile çalıştıklarını ve çok memnun kaldıklarını” yazdılar. Bu da bizi çok mutlu etti. 

Benim hep topluma faydalı olmayı seven bir yapım var. 46 yıllık meslek yaşamımda köy derneklerinden, Reşadiyeliler Vakfı ve Galatasaray İş Adamları Derneği’ne, TTMD, MTMD gibi sektör derneklerine kadar çok sayıda sivil toplum örgütünde aktif olarak rol almışlığım var. Şu anda MTMD Yönetim Kurulu Başkanı olarak faaliyetimi sürdürüyorum.

80’li yıllar… 
O dönem pik boru vardı ama kalafat yapılırdı. İzolasyon, alçı hışır yapılırdı. Orhan (Turan) Kaimannflex kauçuğu getirdiğinde, biz nasıl uygulanacağını bilmiyorduk. Bir şantiyede mesela uygulama hatası yüzünden yoğuşmadan kaynaklı, biriken sular her tarafa aktı. Tabii malzemeler hep yurtdışından binbir güçlükle gelirdi. Tokar, Carrier’in mümessili olduğundan daha iyi şartlarda malzeme temin edebiliyordu. Biz o dönemde yerli ürünlere çok önem verirdik. Müşterilerine yerli üretim yapan “Vantilatör Sanayii” adında vantilatör ve fan üreten bir fabrikamız vardı. 
Standart Pompa vardı kullandığımız, gayet de iyi ürünlerdi. Ben ilk pompalar hakkında detaylı bilgiyi, pompa seçim kriterlerini Rahmetli Emin Çelebi Bey’den öğrenmişimdir. Sonra 1980’lerin sonu ya da 1990’ların başında ilk olarak ISH Frankfurt fuarına gittik ve orada dünyadaki tüm teknolojileri bir arada görme fırsatını yakaladık. Bunun ne kadar önemli olduğunu fark ettik ve Türkiye’de de öylesi güçlü sektörel fuarların düzenlenmesi için çalışmaları başlattık. Ülkemizde düzenlenen sektör fuarımızı güçlendirmek için, başta Ağabeyimiz Metin Duruk olmak üzere tüm sektörel STK’larımızın, sektörüzün ileri gelenlerinin destekleriyle fuar organizatörü ile işbirliği kurduk. 

Borusan ve Mannessmann (o zaman bu iki şirket ayrıydı), Burçelik, Klinger, AS Teknik gibi yerli üreticiler çok ciddi üretimler yapıyorlardı. İzocam ve ODE, sektörde izolasyon ürünlerini Türkiye’de üretmeye başladılar. Bu süreçleri yaşamış biri olarak diyebilirim ki o zaman sektör daha iyiydi. Yani kıyasıya bir rekabet yine vardı ama hepimiz para kazanabiliyorduk. Biz bilgiyi elde etmek için için çok çaba sarf ediyorduk. Şimdi gençler, internet üzerinden bilgiye çok hızlı erişebiliyorlar.Ancak eskiden çalıştığınız müesseselerde bir mevkiye gelebilmek çok büyük çaba gerektiriyordu. Ve bilgi, liyakat, şirket sahiplenme, sadakat çok önemliydi.
Mesela Carrier’de uzun yıllar çalışmış Kamil Öztop, Samim Arduman, Sunday Bakırcı, Fikret Turay, Yılmaz Aksu, Saim Evizi, Talat Dökümcü gibi isimler, sektörde yukardan gelme değildir. Hepsi çalışarak, büyük emek vererek bulundukları yere geldi. Bizler de bu büyüklerimizden çok şey öğrendik. Yaşayan Saim Evizi Bey’e sağlıklı uzun ömür, diğer büyüklerimize rahmet diliyorum. Ruhları şad olsun.

O dönemler, inşaat müteahhitliğinde olduğu gibi mekanikte de bir karne sistemi vardı
Çok sayıda mekanik taahhüt firması yoktu. Daha birbirine denk firmalar vardı. Büyük ihalelere girebilen sadece 5-6 firma vardı. İrili ufaklı firma sayısı ise 15 firma kadardı. Şimdi ihalelerde projenin  büyüklüğüne bakmaksızın büyük küçük her firma teklif verebiliyor. Burada bir yanlışlık var. Firmanın teknik personeli, aktif çalıştığı yıllar, sahip olduğu tecrübeler, referans projeleri, banka referansları, elemanlarının teknik bilgileri gibi pek çok kriter değerlendirilirdi eskiden. Ama şimdi öyle bir durum yok. Herkes her projeye girebiliyor. Ama bence eski usul bir tür karne sistemi yine de olmalıdır. Tokar, Alarko, Sernikel gibi firmalar kendileri doğrudan ihalelere giriyorlardı. Şu anda elektromekanik olarak çalışan mekanik ve elektrik disiplinleri eskiden ayrı ayrı değerlendiriliyorlardı ve bana göre daha doğruydu. Mekanik ve elektrik sistemleri bu dönemde akıllı binalar olarak %40-45’idir ve yaşanabilirliği, enerji verimli olması, havalandırm klimanın önemi, hijyen, ses, gürültü, tüketici memnuniyeti bu sistemler sağlar, bu nedenle de doğru yapılması gerekir. Çünkü yaşayan ve çalışan sistemler bunlardır.

Türk milleti olarak çalışmayı çok seviyoruz 
Bizim için iş varsa, gece, gündüz, haftaiçi, haftasonu gibi bir ayrım yok. Mesela Polonyalılarla, Enka-Tokar’ın Yatağan ve Yeniköy santrallerini yaptığımız dönemde Polonyalı mühendis ile çok önemli bir konuyu konuşuyorduk. Bir anda saatine baktı, dosyayı kapattı ve dedi ki “Zaman doldu, yarın devam edeceğiz”. Ben çok şaşırdım. Bizim böyle bir çalışma şeklimiz yok. Bizim için o dosya, üzerinde yaptığımız çalışma tamamlanınca kapanır.

Hava durumunun da önemi yoktur; -22 °C’de şantiyeye santral indirdik mesela. Bursa Metro Gross Market’i 62 günde bitirdik. Almanlar şaşırdı…  Bu bize mahsus bir şey. Çalışmayı seviyoruz. Bugün inşaat sektörümüz dünyanın en üst sıralarındaysa sebebi bu. Doğrusu bu olabilir ancak belirli yaşa geldiğinizde bazen sorguluyorsunuz…

Son söz…
Ailemizde kıtlığı gördük ama samimiyet ve sevgiyi de gördük. Benim o şapkalı babam, yazmalı anam, bize bunu öğretti. Okula da gittik, ırgatlık, çobanlık da yaptık. İş hayatına geldiğimizde de büyüklerimiz bize çok şey öğrettiler. İşi doğru yapıp çalıştığın müessesenin haklarını savunmayı öğrettiler. Bir de bildiklerinizi aktarmak çok kıymetli, bunu öğrendik. Bir işi iyi bilen insan, arkasından geleni yetiştirmekten korkmaz. Korkan adam bilinçsizdir bence. 
Sahip olduklarını paylaşabilmek çok önemli, bir şeylere sahip olmaya değer kazandırıyor. Reşadiye’de bir devlet hastanesi vardı ama diyaliz ünitesi yoktu (1995-1996). Gidip devletin yetkililileri ve hastane sorumluları ile görüştük, maddi manevi her türlü desteği sağladık. Açılış günü anam gibi yazmalı bir teyze geldi, dedi ki “Oğlum şimdi benim kızım Almanya’dan buraya gelebilecek mi?” Kızı genç yaşta Almanya’ya gitmiş, bir süre sonra böbrek hastası olduğu anlaşılmış ve her gün diyalize girmesi gerekiyormuş. Reşadiye’de diyaliz cihazı olmadığından kızı annesini görmeye gelemiyormuş. Bu beni çok etkiledi. Bir çorbada tuzunuzun bulunması gerçekten haz veren bir şey…
Bizler mühendislik eğitimimiz, bilgi ve becerimiz, ülke sevdamız, aile bağlılığımız, STK anlayışımız, doğruları yaparak dostluktan şaşmadan mücadeleci ruhumuzla ülkemize ve toplumumuza hizmet etmeyi düstur edindik. Bizim mesleğimizi hakkıyla icra edebilmenin yolu; mesleğe emek ve gönül vermekten geçer…