“Başarı, kolektiftir, sürdürülebilir ve geleceğin hizmetinde olmalıdır”
Sektörün Hafızası Köşemizin bu ay konuğu 57 yılı ardında bırakmış Form A.Ş.’nin, bugün kaptan köşkündeki ismi Tunç Korun… Ama bu ilginç bir röportaj, zira arka planında sektörün mazisine ışık tutacak bir şirketin öyküsünü Tunç Korun seslendiriyor gibi… Okurken hem iklimlendirme sektörünün nereden nereye geldiğini görecek, hem de “insana dair” sıcacık öykülere dokunacaksınız.
Biz röportajımızı Tunç Korun’la yaptık ama neredeyse 70 yıllık makine mühendisi, iklimlendirme sektörü duayeni Bedi Korun, öğretim üyeliğinden vazgeçip şirketin finans yönetimini devralan Figen Korun ve şirketin bekası için kurumsallaşma yolunda çabalayan Özden Korun da sanki hep bizimleydi.
Bugünkü adıyla Form A.Ş., benden sadece üç gün daha büyük…
9 Kasım 1965’te doğdum. Yani bugünkü şirketimizin kuruluşundan sadece üç gün sonra.1965-70 yıllarının, bugünküne hiç benzemeyen Ankara’sında çok güzel sakin bir çocukluk geçirdim. Çok sade bir yaşamımız vardı. Sarı kız adını verdiğimiz Chevrolet bir kamyonetimiz vardı; hem iş hem piknik amaçlı kullandığımız. Ankara’da başladığım ilkokulu ABD’de bitirmemle birlikte, 1977’de ailem İstanbul’a taşınma kararı aldı. O zamanki adıyla Nişantaşı İngiliz Lisesi’nde orta öğrenimimi tamamladım. Yüksek tahsilim için ABD’ye gittim. Makine mühendisliği okuyacaktım. Kimse bana “makine mühendisi olsan da şirkete gelsen” demedi, böyle bir ısrar olmadı. Ama bazı şeyler alenen söylenmese de arzu edilir ya, öyle olduğunu düşündüm. Amerika’da 5 yıl süren makine mühendisliği tahsilim tamamlandığında, 1989 yılı Ocak ayı sonunda Şikago’da düzenlenen ASHRAE Fuarında annem ve babam ile bir araya geldik. Bu benim katıldığım ilk iklimlendirme sektör fuarı idi. Babam bir an önce Türkiye’ye dönmemi istedi. O hafta sonu Türkiye’ye döndüm, Pazartesi günü de Form’da satış mühendisi olarak işe başladım.
Aslında tahsilim boyunca yaz aylarında Türkiye’ye geldiğimde babam bana muhakkak bir iş bulurdu; serviste, şantiyede çalışırdım. ABD’de de kendime göre basit işler bulup çalışırdım. Kazandığım paralarla bir müzik seti almıştım. O zamanlar Türkiye’de müzik seti, anfisi gibi şeyler çok değerliydi. Güzel anılar ve kurduğum güzel arkadaşlarla Türkiye’ye dönmüştüm.
Form’da Türkiye ekonomisinin değişim sürecinde işe başladım
Ben birçok açıdan şanslı olduğuma inanırım. Gerçi insanın böyle düşünmesinde bakış açısı da belirleyici oluyor. Ben hep pozitif bakmaya çalışan birisi oldum. Sahip olmadıklarıma değil, sahip olduğum şeylerin “artıları”na odaklandım. Şirkette işe başladığım 1989 yılı, Türkiye için önemli bir yıldı, Türkiye ekonomisi için bir dönüm noktası sayılırdı. Serbest ekonomiye geçiş dönemi içindeydik. Turgut Özal dönemi ile yeniden şekillenen ekonomik düzende; para artık “konvertibl” olup, döviz taşımak yasak olmaktan çıkmıştı. Şirketlerin artık döviz satın alıp yurtdışından malzeme getirebilmeye başladığı bir dönemdi. Yani Türkiye ekonomisinde köklü bir değişim başlamıştı. Proje ofisi olarak başladığı çalışma hayatında Form, ben işe başladığımda genellikle taahhüt ve imalat yapan bir firmaydı. 1980’lerin başından itibaren ağırlıklı olarak Suudi Arabistan’da taahhüt işleri bulunmaktaydı. Daha sonra yurtdışı taahhüt işlerimizin rotası Rusya ve Türki Cumhuriyetlere çevrilmişti. 1989, Suudi Arabistan’daki işlerin bittiği ve geri döndüğümüz yıldı.
İthalat kolaylaştı, imalat cazibesini kaybetti
İmalatta da hava kanalları, soğutma kuleleri, nemlendiriciler gibi üretimlerimiz devam ediyordu. Yurtdışı temsilciliklerimiz vardı ama çok büyük ölçekli işler yapamamıştık. Nedeni, 1989 öncesi ithalatın zorluklarından kaynaklanıyordu. Ama bu süreç tersine dönmüştü. İthalatın kolaylaştırılmasıyla birlikte bu kez imalat sıkıntıya düşmüştü. Zira, yüksek nitelikte soğutma grupları, üstelik cazip fiyatlarla Türkiye’ye getirilebiliyordu. Dolayısıyla bu süreçte imalat programımızı sadeleştirdik ve hava kanalları üretimine devam ettik. Zaten Alman Westaflex firmasıyla yapılan lisans anlaşması doğrultusunda Türkiye’nin ilk esnek hava kanalı üreticisiydik.
Makine mühendisliğini işin içine girince çok sevdim
Form’a geldiğimde; beni 1986’dan beri temsilcisi olduğumuz Munters Gruba verdiler. Bu noktada bir şeyi belirtmek isterim: Makine mühendisliği eğitimimin son sınıfında bile “acaba ekonomi mi okusaydım” sorusunu aklından geçirmiş biriyim. Yani okurken özel bir düşkünlüğümün olmadığı makine mühendisliğini icra etmeye başlayınca çok sevdim. Cihaz kapasitesi belirlerken, bir uygulamayı gerçekleştirirken bu işi çok sevdim, heves ve ömür boyu öğrenme arzusuyla yaptım. Üniversitede görmüş olmamıza rağmen psikrometriyi işte bu Munters Grubundaki çalışma sürecimde çok iyi öğrendim. Munters’te bir eğitim dönemim de oldu. Bilgi ve deneyim alt yapım gelişirken Munters tarafı da gelişti, güçlendi. O dönemde büyük ilaç firmalarının büyük yatırımları vardı.
Askerlik, evlilik ve işletme eğitimi
1993’te kısa dönem askerlik yaptım. İki kere izin alıp gelmiştim. Babam her seferinde bir toplantı ayarlayıp gitmemi istiyordu. İlkinde Ankara’ya gittim, hatta askerlik görev yerime dönebilmek üzere otobüse güçlükle yetiştim. Askerlik devam ederken yılbaşında, Amerika’dan arkadaşlarımın geleceğini söyledim ve komutandan izin istedim. Aldığım izinle, arkadaşlarımla birlikte bir yılbaşı partisine gittik. O yılbaşı partisinde, bu yıl sonunda 34 yıllık mutlu bir evliliğe imza atmış olduğum Özden Değer’le, eşimle tanıştım. Aynı yıl evlendik.
Askerlikten önce İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi Gece Bölümüne başladım. Sabah Balmumcu’daki ofisimizde tüm gün çalışıyordum. Boğaziçi Üniversitesi’nin yakınlarında İstanbul Üniversitesi Kuzey kampüsüne gittiğim ilk gün dediler ki “bu bölümü Avcılar kampüsüne taşıdık”. Elimi kaldırıp “Avcılar nerede” diye sormuştum. O zaman Avcılar, İstanbul’un çok dışında bir lokasyondu ve çok fazla kişi de bilmezdi. İşten akşam altıda çıkıp bir buçuk saat araba kullandıktan sonra geldiğim okulda üç buçuk saat ders izleyip ertesi sabah 7.30’da iş başı yapmak hiç de kolay değildi. Verilen ödevleri de ancak öğle paydosunda yapabiliyordum.
50 bin dolardan 150 bin dolara yükselen ciro, ödül getirdi
Temsilcilik tarafında diğer markalarımız cephesinde de giderek ivmelenen bir büyüme trendi yakaladık. 1983’te başlayan Lennox temsilciliğimiz vardı. Yılda 50 bin dolarlık malzeme satıyorduk. İki yıl içinde 150 bin dolara çıkarmışız. Bu konuda hep anlattığımız hoş bir anekdotumuz var. 1993 yılında babam ve annem Ashrae toplantısına gidiyor. Bu dönem içinde yapılan Lennox temsilcilikler buluşmasında en hızlı büyüme başarısı gösteren kuruluşlara ödül veriliyor. “Türkiye’den Form A.Ş.” anons edildiğinde babam şaşırıyor, “herhalde bir yanlışlık var” diyor. “Yüzde olarak en büyük gelişimi gösteren firma sizsiniz” diyorlar. Öyle ya; 50 bin dolardan 150 bin dolara getirince %300 gelişme anlamına geliyor. Eminim o esnada milyon dolar ciro yapan firmalar bu işe çok bozulmuştur. Ama zaman, bunun yerinde verilen bir ödül olduğunu gösterdi. Sonraları bu ödülü art arda birçok kez aldık. Halen de Lennox’un paket klima üretim lisansı verdiği tek kuruluşuz.
Pek çok yabancı firma temsilcilik ilişkisi, pek çok deneyim ve bilgi demek
Dunham Bush temsilciliğimiz 40 yılı aştı ki bu kadar uzun süre devam eden başka bir temsilcilik daha var mı, bilmiyorum. Bu temsilciliğimiz aslında kendi imalatımız olan soğutma gruplarında kullanmak üzere kompresör satın almamızla başlıyor. Satın aldığımız kompresör miktarı Dunham Bush’un dikkatini çekince temsilcilik vermek istiyor. Ancak, 1989 sonrasında Dunham Bush’un vidalı soğutma gruplarının satışına başladık. Yine bu dönemde, 1990’da babamla gittiğimiz bir fuarda Almanya Wolf’ten klima santralı temsilciliği aldık. Türkiye’de Klima santrali alanında çok güzel işler yaptık… Biz Avrupa’nın hemen hemen bütün ülkelerinde, pek çok farklı firma ile temsilcilik anlaşması yaptık. Ülke ve firma kültürleri arasındaki farklılıkları bizzat yaşayarak öğrendik. Örneğin bizim için önemli bir proje olan Atatürk Barajı’nda hem Dunham Bush, hem de Wolf ürünleri için verdiğimiz teklif kabul edilmişti. Sadece DSİ şartnamesinde, santrallerin beyaz boyalı olması isteniyordu. Santral kısmı teklifin 1 milyon Mark’lık bir bölümünü oluşturuyordu ve o zaman için bu büyük bir meblağ idi. Wolf ise santrallerini kavuniçi renginde teslim ediyordu. Boyahaneleri olduğunu biliyoruz, beyaz boyalı teslimat istedik, “yapamayız” dediler ve teklifi onaylanan işi başkasına verdiler.
Bir zamanlar ürün katalogları bilgi kaynağı ve ürün geliştirmenin rehberiydi
Babam her zaman yeniliklere, yenilikçi yaklaşımlara çok meraklı oldu. Bu günkü “girişimcilik” tanımının o dönemdeki haliydi. Sürekli yurtdışı fuarlara giderdi. Yabancı dil avantajım dolayısıyla ben geldikten sonra yurtdışı işleri daha çok benim sorumluluğuma aktardı. Yurtdışı fuarlara birlikte giderdik. Onun bir standardı vardır; bir fuara girmeden önce fuarın planını alır bakar, rotayı belirler, fuarın bir ucundan gireriz, tüm koridorları atlamadan gezerek fuarın diğer ucundan çıkarız. Avrupa’da Amerika’daki devasa fuarları düşünecek olursak, bunun ne denli efor gerektirdiğini de anlamak kolaylaşır. Ama o dönem internet yok, bilgiye ulaşım için kaynak; kataloglardı. Bir firmaya posta yoluyla yazışma yaparak katalog talep ederdiniz. 15 günde bu yazışma Almanya’ya gider, onlar 15 günde gönderiyi hazırlar, bir 15 gün de bize ulaşması sürerdi. Eğer PTT’de kaybolmazsa 45 güne kadar size ulaşırdı. Oradan bir cihaz seçip, yine aynı posta süreci ile yazışarak teklif almak isterseniz, 30 gün sonra teklif size ulaşmış olurdu. Fiyatı beğenmeme şansınız yok zaten. İndirim isteseniz bir 45 gün daha kaybederdiniz. Bu nedenle fuarlara gitmenin bir önemli amacı da katalog toplamaktı. Bu nedenle mutlaka boş bir bavulla gidilir ve tıka basa doldurulurdu. THY’ye fazla kilogram ücretleri ödenirdi. Ofiste bir oda, sadece katalog odasıydı. Tüm kataloglar, tasnifli bir şekilde sıralanırdı. İmalat yapacaksanız o ürün grubundaki kataloglara, çizimlere bakar “esinlenirdiniz”. Türkiye’de iklimlendirme sektörünün gerçek anlamda hareketlendiği 1990’lı yılların başlarında, tüm imalatlar böyleydi. Hiçbir firmanın Ar-Ge Grubu yoktu, o zamanlar sertifikasyon diye bir konsept de yoktu. Ar-Ge çalışmalarının esin kaynağı; kataloglardı.
Türkiye’de iş yapmak ve başarılı olmak kimsenin küçümseyemeyeceği bir başarı
Türkiye belki de iş yapılacak en zor ülkelerden biri. Krizlerle sınandığımız, krizlerle öğrendiğimiz, ayakta kalma mücadelesinin yaşandığı bir ülkedir vatanımız. Dolar aslında çok enteresan bir gösterge. Türkiye’de 1977 yılında Dolar (USD) 17.8 liraydı. Bugün de buna yakın. “Çok iyi, 1977’den beri hiç ilerlememiş, aynı kalmış gözüküyor” diyebilir miyiz? Aradaki tek ve devasa fark; 2000’li yıllarda Türkiye para biriminden altı sıfır attı. Yani bu 17.8 lira o zaman için 17 milyon 800 bin lira demek. Yani Türkiye 1977’den bu güne dolar bazında bir milyon kat kötüye gitmiş. Böyle söyleyince akla mantığa sığmıyor.
Bilgi; nereden, nereye…
Babam çok sosyal bir insan olmasına rağmen topluluk önünde konuşmayı sevmezdi. 1991’de Adana’da Çukurova Üniversitesi’nde iklimlendirme, soğutma alanında belki de ilk olan bir sempozyum düzenlendi. Babam, iki konuda seminer vermeye karar verdi. Konulardan biri vidalı soğutma grupları, diğeri ısı geri kazanım. Isı ve nem alma potansiyelinin atık ısı anlamında kullanımı, halen de güncel konular… Babam “bu seminerleri sen ver” dedi. Ben daha önce topluluk önünde konuşmamıştım. Konuşmacıların yarısı üniversite öğretim üyesi, diğer yarısı ise öğrenci. Hocalar işin kuramsal tarafından zor sorular sorar, öğrenciler de o kadar beklenmedik sorular sorar ki zorlanırım diye düşünmüştüm. Ama o gün için öğretim üyeleri, ne vidalı soğutma grubu ne ısı geri kazanım tekeri görmüştü. Seminer sonrasında bir soru bile gelmedi. Bundan sonra, çok uzun bir süre şirketteki seminerleri ben verdim, şimdi ekip arkadaşlarım bu görevi benden aldı.
Yine aynı dönemde katıldığımız bir fuarda gelen bir ziyaretçi, klima santraline bakıp “Bu nedir” dedi, “klima santrali” dedim. “Üniversitede hocayım, bu sistemleri anlatıyorum” dedi. O zamanlar üniversiteler sektördeki reel faaliyetlerden o kadar kopuktu ki… Termodinamik konusunda Türkiye’nin yurtdışında da üne sahip müthiş hocaları vardı tabii ki. Ama klima santralini ilk kez görenler de vardı. Elbette ki şimdi çok farklı bir yapı söz konusu. Yine 90’lı yıllarda başlayan meslek örgütlerinin çalışmalarının yanı sıra Üniversite-Sanayi İşbirliği girişimleri neticesinde bambaşka bir noktaya geldik.
Evet, hastanelerde de çok şey değişti…
90’lı yılların ortalarıydı… Bizi aradılar; “ameliyathanelerimizde bir sorun var, hastalarımızı kaybediyoruz, gelir misiniz” dediler. İki teknik personelle birlikte santralin yanına gittik. “Filtrelerini hangi sıklıkla temizliyorsunuz, değiştiriyorsunuz” sorumuza “hangi filtreler” dediler. Baktık ki on seneden beri santral hiç açılmamış. Açtık, “işte bu filtreleri atın, yenilerini koyun ve vakumlu bir süpürge ile içini iyice temizleyin” dedik. Kötü bir koku algıladık, “havayı nereden alıyor” diye baktık, dışarıdan hava emişin altında çöpler duruyor. Yani çöplükten hava alıyorlar. O dönemde hastanelerde birçok problem yaşanıyordu.
Bir başka hastaneden çağırdılar, orada da santral içindeki ses izolasyon malzemelerinin içi toz doluydu. “Geçenlerde de santralin içinde ölü fare bulduk” dediler. “Santralin içini iyice yıkayın, temizleyin, önüne de tel filtre gibi haşere önleyici bir düzenek yapın” dedik. Bunu, nereden nereye geldiğimizi anımsayarak paylaşıyorum.
55 senede hiç mi hata yapmadık?
93’te ilk defa split klima getirdik. O zamana kadar nihai tüketiciye yönelik bir ürün satmamıştık. Bir konteyner split klimanın yarısı sattık. Ama, insanlar split klimalarına servis talepleriyle telefonlarımızı kilitleyince, diğer yarısını toplu olarak birine sattık. Bizim endüstriyelden daha küçük ticari ölçekli cihazlara geçmemiz ve daha sonra buraya geri dönmemiz lazım dedik.
İzolasyon da doğal felaketlerle çıktığımız bir alan
Form A.Ş., benden önceki dönemde başlamak üzere izolasyon konusuna birkaç kez girdi ve çıktı. 1996’da Hollandalı Thermaflex ile birlikteliği doğrultusunda yol alıyordu. Fabrika iki kez yangın geçirdi, bir defa depremde komple yıkıldı. Bu kadar bahtsızlık bir işaret olmalı dedik ve bu alanı tamamıyla terk ettik.
Form A.Ş. küresel pazarlara entegre olacak tüm işbirliklerine açık
Bu süreçte sadece temsilcilik değil, birçok firmayla ortaklık da yaptık. İzolasyon konusunda Hollandalılarla, sonra Munters ile ortaklık kurduk. Sonrasında Munters Form isimli şirketteki çoğunluk hisselerimizi Munters’e sattık. Halen yönetimdeyiz ve bir miktar hissemiz bulunuyor. Mitsubishi Heavy ile 2019’da ortaklık yaptık. Bu oluşumun üçte biri onlara gerisi bize ait. Lennox ile lisans anlaşmamız var ama ortak gibi çalışıyoruz. İş yaptığımız mevcut firmalarla bizleri geliştirecek ortaklıklara hep hazırız. Bu arada gelişen üretim kabiliyetimiz, Avrupalıların da dikkatini çekti. İmalatta ortak bir şeyler yapmak için birçok firma ile görüşüyoruz. Gelecek yıl bu konuda sizlere verebileceğimiz haberlerimiz olabilir. Kendi Ar-Ge Grubumuzun geliştirdiği; su kaynaklı ısı pompaları, fan coil, klima santralleri gibi yeni imalatlarımız da var. Önümüzdeki ay ısı geri kazanım cihazlarını pazara sunacağız. Sonra yeni ve farklı bazı üniteler çıkaracağız. İhracata biraz daha fazla ağırlık vermeye çalışıyoruz. Mitsubishi Heavy’nin bize yetki verdiği; İsrail’den Türki Cumhuriyetlere kadar oldukça geniş bir bölge var. Buralara da çok güzel satışlar yapıyoruz. Bu cihazları Türkiye’ye getirip sattığımız için ihracat kapsamında oluyor. Burada da ciro bazında iyi bir hacim yakaladık.
Form A.Ş. bu sektörün asırlık çınarı olmaya aday
Sonuçta 1990 yılında yaklaşık 2 milyon dolar gibi bir ciromuz vardı. Bu yıl grup bazında 80-85 milyon dolar civarında grup bazında bir hacmimiz olacak. 1990’daki 20-30 kişilik kadromuz, bu yıl sonu itibarıyla 250 kişi olacak. Çok büyük veya çok küçük bir firma değiliz. Ama 55 yılı aşan geçmişi ile Form A.Ş.; sektör içinde belli bir kalite çizgisini koruyan, güvenilir kabul edilen, düzenli olarak gelişen, sektöre yenilikler katan bir firma olarak kendini kanıtladı.
Babanızla çalışmak zor ama en iyi bilgi kaynağı babanızsa, belki de en iyi şansınızdır
Kuşak çatışması babamla aramızda da vardı tabii ki. Ama babam, benim şansımdı. Teknik bir sorunun cevabını alabileceğim en yetkin ağızdı. Onun sayesinde benim kuşağımdan olmayan tüm sektör duayeni üstatlarla tanıştım. Babamla yönetimsel süreçlerde fikir ayrılığımız olduğunda ben kurucumuzun ve yöneticimizin kim olduğunu hiç unutmadım. Ta ki şirketteki tüm yetkilerin bana devredildiği zamana kadar… Şu önemli; kuşak farkı ile görüş ayrılıkları tabii ki olabilir ama görgü, dünyaya “değer”i göz ardı etmeyen bakış açısına sahip olmak, bu sorunları aşar ve hatta hayatınızın gurur anılarını oluşturur.
Form A.Ş., sadece aile fertleriyle değil, tüm yol arkadaşlarıyla bir aile
Takım çalışmasına inanan bir insanım. Hiçbir zaman benmerkezci olmadım. 90’dan bugüne hiçbir zaman gelişmelerin benim sayemde olduğunu düşünmedim. Biz kuruluşundan bugüne hep güçlü bir ekiptik. Hiçbir zaman patron kelimesini sevmedim, patron olduğumu da düşünmedim. Babamın da öyle bir yaklaşımı olmadı. Form, hep aile fertleriyle ve çalışanlarıyla bir aile olarak yaşadı. Herkes aldığı görevi en iyi şekilde yapmaya çalıştı. Kazancımızı da hakkaniyetli biçimde paylaşmaya çalıştık. Çalışanlarımızın ücretlerine her zaman enflasyonun altında kalmayan, mümkün mertebe üzerine çıkmasına gayret gösterdiğimiz artış oranları uyguladık.
“Ben” değil “Biz” olabildiğinizde başarı ve gurur paylaşılır ve hakkaniyet incinmez
Evet, bu işin kurucusu babam Bedi Korun’dur ama ilk günden beri annem Figen Korun, hep işin içindeydi. Her başarılı erkeğin ardında bir kadın vardır derler ya, bu bizim için tamamen geçerli. Ailemizin bütün kadınları güçlü ve bilgilidir. Babam çok güçlü mühendislik sevgisi ve işine duyduğu sevgi, sektörde gördüğü saygı ile bu işin duayenlerinden biri olma vasfıyla şirketi ileriye götürdü. Annem de şirketin finansal açıdan ayakta kalmasını ve gelişmesini sağladı. Çok iyi iş yapmak, çok satmak, her zaman başarılı bir şirketi getirmiyor. Çok daha fazla satıp çok daha hızlı batmak da mümkün. Eşim Özden de benim yanımdaki gücüm. Şirkete geldiğinden beri şirketin daha kurumsal hale gelmesi için var gücüyle çalıştı. Şirkete insan seçimi konusunda bilgisinin yanı sıra doğal bir yeteneği var. Yanıldığını görmedim diyebilirim.