COVID-19 Pandemisinin Öğrettiklerini Fırsata Çevirebilir miyiz?
Yazan: Nuriye Gümrükcüler, İmbat İklimlendirme ve Soğutma Sistemleri Genel Müdürü
Tüm dünyanın etkisi altında olduğu COVID-19 pandemisinin etkisiyle zor ve riskli süreç hâlâ devam ediyor. Bazı ülkeler virüsün hızlı yayılmasını engellemek için çok hızlı ve sert önlemler alıyor, sıkı kontrol ve uzun süreli sokağa çıkma yasakları uyguluyor veya çok sayıda test kiti kullanarak virüsün bulaştığı kişileri ve çevresini hızla karantinaya almaya çalışıyor. Birçok ülke ise tedbirleri adım adım alıyor ve gelişmelere bağlantılı olarak kısıtlamaları ağırlaştırarak, tamamen bireylere yönelik tavsiyelerle bu süreci yönetiyor. İkinci bir dalga olup olmayacağı, aşının bulunup bulunmayacağı ve ne kadar süreceği belirsiz olan bir dönemde ve beraberinde bir kriz yönetimi süreci içindeyiz. Bir yandan da insanlık yönetimsel, sistemsel, sağlık, hijyen ve değerler açısından tarihi bir sınavdan geçiyor. COVID-19 pandemi sürecinin kuşkusuz en akılda kalıcı ve davranış kalıplarımızda kalıcı değişime uğrayacak konuları; kişisel hijyen, fiziksel mesafe, mümkün olan en az dokunuş, dijitalleşme, sağlıklı yaşam konuları ve bu konulardaki aydınlanmamız oldu.
Corona virüsünün yarattığı kriz, belli periyotlarla yaşadığımız dünyadaki veya ülkemizdeki finans kaynaklı ekonomik krizlere benzemiyor. Krizlere alışkın, krizlerden fırsat çıkarmayı bilen ve üstesinden gelecek esneklik ve mücadele yeteneğine sahip olma becerisi olan toplumlardan biri olduğumuzu düşünüyorum. Bünyemizin zorluğa, baskıya, strese, zorlukta çözüm bulmaya, idare etmeye ve dayanışmaya uygun olmasına rağmen bugünkü şartlarda Corona virüsünün yarattığı krizde bu becerinin işe yarayıp yaramayacağı belirsizliğini koruyor. Pandemi süreci, toplum sağlığı için yönetme becerisi ile birlikte sonrasında ülkenin içerisine gireceği finansal bir krize hazır olma becerisini de önemli hale getiriyor.
Yaşadığımız pandemi, küresel anlamda ülkelerin sağlık, eğitim ve lojistik gibi önemli konulardaki yeterlilik düzeyini göstermiş oldu. Bugünden sonra birçok devletin planları, stratejileri, öncelikli yatırım alanları, yönetim biçimleri değişecek. Dışa bağımlı olduğu konuları mümkün olduğunca yerelde çözmeye çalışacaklar. Ulus devleti olmanın, sosyal devlet olmanın ve en önemlisi kamusal hizmetlerin önemi ile devletlerin bu konuda başarısız oldukları ortaya çıktı. Sosyal devlet olmaya; devletin eğitim, sağlık ve üretim gibi ana yaşam fonksiyonlarına yatırım yapmasına ve bu alanlarda teknolojiyi kendi sınırları içerisinde dışa bağımlı olmadan tutmasına önem verileceğini düşünüyorum.
Ülkemizde pandemi kontrol altına alınsa bile, toparlanma, talebin oluşması ve finansal açıdan devamlılığı gibi nedenlerle lokomotif sektörlerin bu yıl ekonomimize katkıda bulunması zor görünüyor. Uzun bir süre aktif olmayan işletmeler, talebin ve ihracatın azalmasıyla birlikte bazı sorunlar yaşayacak. Bunlardan en önemlisi; gelirin sabit, giderlerin ise yükselmesi ile piyasaların canlılığını sağlayan KOBİ’lerin çoğunun bu süreçte faaliyetlerine son vermek zorunda kalabilecek olmasıdır. Sabit giderlerin içinde en fazla oransal olarak yer alan gider, personel ve personele bağlı giderler (SSK, yemek, sağlık, yan haklar, araç/yakıt/haberleşme/seyahat giderleri gibi) olup şirketlerin küçülme ve eleman eksiltmeye gitmeleri kaçınılmaz görünüyor. Diğer büyük sorun, işletmelerin nakit akışının bozulacak olması. Zamanında ödenmeyen alacaklar ya da maalesef tahsil edilemeyen alacaklar bilançolara yansıyacak. Döviz kurlarındaki oynaklık hammadde fiyatından lojistik fiyatına, enerji fiyatlarından üretim maliyetine kadar birçok konuda olumsuz etkileyecek. İşletmelerimizin önceliklerinde nakit akışlarını dengeleme, stok yönetimi ve kârlılığa odaklanmanın olması gerekiyor.
Pandemi sonucunda oluşan ve gittikçe derinleşeceği öngörülen finansal kriz, zorluk yaşatacak olmakla birlikte beraberinde bir dizi fırsat da yaratacak. Zorluklar, şirketler için hem bu yıl hem de gelecek yıl bilançolarda ve satış fiyatı politikalarında ciddi hasarlar yaratırken, tüketicilere ise bir fırsat çeşitliliği ve en uygun şartlarda ürün ve hizmet alabilme imkânı sunacak.
Şirketlerimizin bu krizde yakalandığı durumun iyi analizini yaparak geleceği için eksikliklerine yönelik yenilikçi yöntem, proses ve stratejileri belirlemeleri, sağlıklı büyüme ve rekabette fark yaratmak için değişim ve yenilikçi metotların entegre edilmesi, kriz dönemlerinde en önemli fırsat durumunda.
Yönetim kadrolarının, yetenek ve becerileriyle şirketleri ileriye taşıyacak, liderlik yapacak, değişimi, teknoloji, dijitalleşme ve insan odaklı, analitik yapılı kişilerden oluşturulmasının önemi pandemi sürecinde bir kez daha ortaya çıkmış durumda.
Bugüne kadar alışkanlıklarımızı değiştiremediğimiz için ertelediğimiz dijital dönüşüme geçmenin kaçınılmaz olduğu anlaşıldı ve büyük bir fırsat olarak karşımızda durmaktadır.
Teknolojiye ve dijitalleşmeye yatırım yapmayan ve bunu kullanmayı içselleştiremeyen şirketlerimizin ihracat yapma ve işlerini geliştirme şansı dolayısıyla rekabet şansı, maliyetlerini azaltma, hızlı ve çevik olma, kârlı çalışma ve fark yaratma şansı olmayacağı görülmektedir.
Pandemi bizi birkaç ayda nasıl değiştirdiyse, bizler de yönetme şeklimizi, Y ve Z jenerasyonuna, değişen dünya düzenine ve verimliliği artırmaya yönelik iş yapış biçimimizi değiştireceğiz.
Online görüşme ve toplantılar, sanal iletişim ve uzaktan çalışma programları gibi operasyonel konular ile üretimden lojistiğe, satıştan finansa, entegrasyon, planlama ve yönetim sistemlerinin etkin kullanımına, çalışanların eğitimi gibi süreçlere zaman ve kaynak ayıracağız.
Küresel salgın kentleşmede salgın hastalık, sağlık ve hijyene dair düzenlemelerin de önemli olduğunu gösterdi. İnşaat sektörünün sağlıklı yaşam için yeni alanlara yöneleceği, ekolojik dengeyi korumak için yeşil bina ve sürdürülebilir malzemelerin kullanımına, inovatif ürünler geliştirmeye yöneleceği görülüyor.
COVID-19 pandemi süreci kapalı mekânlarda soluduğumuz havayı şartlandıran, bize sağlıklı yaşam olanağı sunan havalandırma klima sistemlerinin daha hijyenik ve daha fazla taze havalı sistemler olması ve sağlıklı işletilmesi gerektiğini gösterdi. Daha fazla havalandırma ve taze hava demek daha fazla enerji ihtiyacı demek… Bu da enerji verimli iklimlendirme sistemleri, yenilenebilir enerji kaynaklarının en üst seviyede kullanılması demek.
Dışa bağımlı durumda olduğumuz enerji kaynaklarımızın akılcı ve etkin kullanılması COVID-19 pandemi sürecinde daha önemli hale geldi. Toplam enerji tüketiminin sadece %25’i yerli kaynaklardan, %75’i doğalgaz, petrol gibi ithalata dayalı fosil yakıtlardan karşılanıyor ve tüketilen toplam enerjinin yaklaşık %31’i binalarda kullanılıyor. Binalarda enerji verimliliği ile enerji ithalatında en az %20 tasarruf sağlayabilmemiz mümkün aslında. Enerji verimliliği sadece enerji maliyetini düşürmekle, cari açığımızı azaltmakla kalmayacak, insanlık için büyük tehdit olan sera gazı emisyonlarını da düşürecek. Alternatif enerji kaynaklarının kullanımı ile sağlanan her bir kw/h enerji tasarrufu sayesinde 0,43 kg CO2 salımı daha az olmaktadır.
Yenilenebilir enerji kaynaklı iklimlendirme sistemlerinin kullanıldığı çevre dostu yapılar ile hem doğayı korumak hem de bulundukları alanlarda enerji tasarrufu sağlamak mümkün. Bu süreçte, enerji verimli sistemlerin, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının, yeni ürün geliştirme ve üretimde teknolojiye ve Ar-Ge’ye yatırım yapmanın önemi de daha iyi anlaşıldı.
Çin’in dünyanın en büyük tedarikçisi konumundayken COVID-19 sürecinde ürün, hammadde ve lojistik hizmetlerinde sıkıntı yaşaması, bizlere tedarik zincirinde dışa bağımlı olmanın riskini tekrar gösterdi. Tüm dünyaya olduğu gibi bize de satın alma, üretim ve Ar-Ge departmanlarının alternatif yerli veya birçok farklı tedarikçiden hizmet alma stratejilerini oluşturması gerektiğini gösterdi. Pandemi ile birlikte küreselleşmeden bölgeselleşmeye giden bir dünyada tedarikçi ülke sayılarının artacağı ve bölgesel tedarik ağlarının daha çok değer kazanacağı görülmekte. Bu durum ülkemiz için büyük bir fırsat durumunda.
Ülkemiz üretim ve ürün kalitesi yüksek, özellikle sektörümüzün kalitesi artık tüm dünyada bilinmekte, Türk markaları dünya piyasalarında saygı görmekte iken iç pazarda özellikle kamu yatırımlarında ithal markaların tercih edilmesinin zararının yine yeniden tüm ülkenin derin finansal krizler yaşamasının sebeplerinden olduğu da pandemi sürecinde bir kez daha anlaşılmış oldu.
Eskiden olduğu kadar iç talebin canlı olmayacağı, ihracatın önceleneceği bir ekonomiye geçmemiz gerektiği de ihracatın artmasının önündeki tüm engellerin doğru devlet politikaları ile kaldırılması gerektiği, sektörümüzün, şirketlerimizin teknolojiye, Ar-Ge’ye ve insan odaklı hizmete yatırım yapması gerektiğini gösterdi.
Özetle COVID-19 pandemisi tüm dünyaya yapılması gereken ama yapılmayanları göstererek birkaç ayda yanlış giden birçok konuda çıkarım yapma imkânını sundu. Bu çıkarımlardan ülkemizin, sektörümüzün ve şirketlerimizin en üst seviyede faydalanmasını dilerim.