Türkiye Klima Sektörünün Dünü Bugünü Yarını Paneli 26 Mayıs 1993'de Gerçekleştirildi

Termodinamik Dergisi, İSKİD ve MMO İstanbul Şubesi tarafından ortaklaşa düzenlenen panel, ilgisi yüksek izleyici kitlesi karşısında oldukça başarılı geçti. Kısa sürede organize edilen panelin katılımcıları yerinde ve açılımlı değerlendirmeleri ile panele nitelik kazandırdılar. Panel, dergimiz Genel Yayın Yönetmeni Dr. Müh. Sedat ÖZKOL tarafından yönetildi. Açış konuşmasını yapan Sedat Özkol'dan sonra İSKİD adına Kim.Müh.Mustafa BAYGAN söz aldı.
BAYGAN : 1968 yılından beri klima sektörünün içinde biri olarak baktığımda o günlerden bugünlere nasıl geldiğimizi çok iyi izledim.Kaldı ki Türkiye'de bizden eski şirketler vardı. Tokar, Selnikel gibi. Biz bir 10 yıl sonra başladık. Klima ilk günlerden bu günlere baktığımda çok yoğun mesafe katetti. Türkiye'de ilk katıldığım fuar yıllarını hatırlarım. 7-8 sene önce katılımcı firma bulmak dahi zordu. Ziyaretçi makina mühendisi ve klima ile ilgili insanı bulmayı biryana bırakın, firma yoktu. Bugün ise fuarlar birden fazla, Türkiye'yi bırakın yurtdışından bir çok firmanın ya direkt yada yerli ortağı ile fuarlarımıza katılıyorlar. Biz 83 yıllarından bu yana Almanya'daki ISH Fuarı'na davamlı katılıyoruz. Hatırlıyorum, ilk seneler hiç kimse Türkiye'den o fuarı ziyaret etmezdi. Son iki senede ISH'yı Türkiye'den yüzlerce mühendis,resmi görevlinin ziyaret ettiğini görüyoruz. Ayrıca katılımcı firma sayısı da artıyor. Klimanın tarifinde insanın doğasında olan bir olay var. İnsan geliştikçe klimanın faydalarına ihtiyaç duyuyor. Bu gelişmenin seviyesi ile milli hasıla ile ve ülkenin gelişmişliği ile doğru orantılı. Batı ülkelerine bakıyorum, bir Amerika, Japonya ve gelişmiş Avrupa ülkelerine ve oradaki klima ortamlarını izliyoruz, bir de Türkiye'nin geçmişine bakıyoruz. Türkiye'de klima yok. Bugün başladı. Var diyemiyoruz ama yarın biz de o ülkelerle boy ölçüştüğümüzde klima bütün kapalı hacimlerde ihtiyaç olarak ortaya çıkacak.Klima olayında ilk günden bugüne gelişmede izlediğim bir çizgi var. Projeci, üretici, montaj, işletme ve servis safhaları tüm bunların sağlıklı bir netice alabilmesi aralarındaki uyuma bağlıdır. Tabii ki Türkiye'de kötü örnekler de yaşandı. Geçenlerde bir
arkadaşımızın 'ben bu işi 20 yıldır yapıyorum. Ama şimdi bu işi bilmediğimi anladım. Fakat işi bana yaptıranlar, henüz benim bilmediğimi bilmiyor' dediğine şahit oldum. Arıza ve servis konusunda çağrıldığımızda birçok örnek yaşadık. Ancak bu örnekler giderek azalıyor. Ülkemizde klima sektörü hızla irtifa kazanmaktadır. Son günlerde Türkiye'de artık ihtiyaçlar ortaya çıkıyor. İşte bu aşamada size İSKİD'i anlatmak istiyorum. 91'in sonunda geleneksel 4 firma biraraya geldik. Form, Alarko, Selnikel ve Teba. Dedik ki Türkiye'de birbirinden kopuk birçok üretici firma var ve hiç yardımlaşılmıyor. Birçok ortak sorunumuz var. Kesinlikle bugüne kadar biraraya gelmedik. Rekabet ayrı konu. O her zaman devam eder. Ama mesleki tecrübelerimizi biraraya getirmedik. O zaman bir dernek kuralım dedik. Klima üreticilerini bu çatı altında toplayalım, ortak yapacak bir şeyler herhalde buluruz. İşte o gün çalışmaya başladık. Tüzüğümüzü hazırladık. Türkiye Cumhuriyeti bürokrasisini de yenerek derneğimizi kurduk. Bugün katılan diğer firmalarla üye sayımız hızla arttı. Şu an 14 firmaya çıktık. Geçen hafta ilk genel kurulumuzu yaptık. Klima sektöründe önemli yerlere gelebilmek için derneğimizin önemli fonksiyonları olduğunu gördük. Şöyle ki Türkiye'de henüz bir envanterimiz yok. Kaç tane ne üretiliyor? Kim ne yapıyor? Ne ithal eder? Hangi kuruluşlarda neler kullanılır? Hiçbir envanter yok. Tüm sanayide bunlar bilinmelidir. Otomobil ne kadar üretiliyor deseniz, hemen söylerler size. Bu bilinir. Ama bizde bilinmiyor. Tüm bunları biraraya getirmek zorundayız. Devletle olan ilişkilerimiz kopuk. Büyük bir ithalat baskısı var üzerimizde. Bizler hepimiz
üreticiyiz. Ama aynı zamanda ithalatçıyız. Birbirimizden çok kopuğuz. Biraraya geldiğimizde konuşulacak çok konu olduğunu sevinerek gördük. Bu arada Ankara'da kurulan Tesisat Mühendisleri Derneği klima sektörü içerisinde çok güzel bir oluşum. Ben, başta Celal bey olmak üzere oradaki tüm arkadaşları kutlamak istiyorum. Bu tip biraraya gelmeler, Avrupa'da, Amerika'da yurt dışında diyeyim bunlar bizim batı ile entegrasyonumuzu, bir de sektörde adımlarımızı atarken daha güvenli olmamızı sağlayacaktır. İSKİD'de gelecekteki arzularımızdan biri de inşallah üreticiler arasında yarı mamul ve ana mallar konusunda da bir işbirliği, koordinasyon sağlayabilmektir. Böylece Avrupa'ya karşı verimliliğimizi arttırabilmektir. Türkiye'de bütün firmalar bütün ürettikleri malları kendileri a dan z'ye yapıyor. Bir soğutma grubu, bir klima santrali en basit örnek. Firmalar arasında parça alışverişi yok. Dünyaya bakıyoruz. Yüzlerce marka var. Artık bu markalar birer montaj markası haline gelmiş. Birçok firma . bir çok parçanın yapımında ihtisaslaşmış. Bu tabii ki maliyetleri de ucuzlatmış. Biz bu noktadan oldukça uzağız. Sözümü tamamlarken İSKİD'in bütün firmaları çatısı altına alarak genişleyeceğini sizlere vaadediyorum. Derneğimizin gelişmeleri klima seklatörüne periyodik olarak yayınlanacaktır. Burada dergilerimizin, bu tip panellerin, düzenli fuarların bize çok faydası olacağına inanıyorum.
ÖZKOL : Teşekkürler Sn. Baygan. Şimdi sözü MMO İstanbul Şubesi eski başkanı Mustafa Erhan'a veriyorum.
ERHAN : Sayın başkan, değerli arkadaşlar ben Makina Mühendisleri Odası adına katılıyorum. Bazı önerilerim olacak. Şu anda bu konunun ülkemizdeki ve dünyadaki uygulamalarına şöyle kısaca bakmak istiyorum. Şimdi bir kere insanın günlük yaşamında var. Kapalı her ortamda bu olay var. Endüstriyel tesislerde var. Yani üretim içinde kaliteyi yükseltmek açısından yine önemi var. Canlı üretmede yine önemi var. Bitki ve hayvan üretmede kullanmak zorundasınız. Bilgi işlem gibi günümüzün gelişmiş teknolojilerin biri de bu olmadan olmuyor. Yani bunu kullanmazsanız hiç birşey yapamıyorsunuz. Kurutma yapmak başka bir biçimiyle olmuyor. Tabii uygulama içinde bir çok üretim var. Üretim olarak seri üretimleri olan, artı siparişe bağlı üretimleri olan çok değişik ürünlerin bir araya geldiği mühendislik uygulamaları diye baktığımızda, önceki yıllara baktığımızda bu olayın çok zayıf olduğunu görüyoruz. 60'lı yıllarda bu olay izlenmeye başlanmış, hatta daha; önceki yıllara baktığımızda, örneğin 50'li yıllara baktığımızda benim bildiğim kadarıyla Tokar gibi bazı kuruluşların uygulamaları var. Carrier aracılığıyla yaptıkları, bundan öte çok ciddi uygulamalar yok. Bu tür uygulamaların ciddi olarak kullanıldıkları yerler; genellikle devlet teşekülleri, radyo evi gibi zorunlu olarak kullanılan yerler dışında uygulaması yok. Özellikle Türkiye özeline baktığımızda, 80'li yılların sonlarında uygulama politikaları bu
gelişmeye hız veriyor. Özellikle turizm sektöründeki canlanma o dönemlere dayanıyor. Verilen teşviklerin yönelmesi bu sektörü canlandıran bir olay olarak ortaya çıkıyor. Tabii uluslararası işbirliği de özellikle tercihleri değiştiriyor politikalar anlamında. O dönemdeki yönetimler yerli üretimin teşviğini bir yana bırakıp, uluslararası ilişkilere denk düşen biçimde olayı biraz daha özellikle dış satıma dönük uygulamayı teşvik etmek anlamıyla yeni politikaları gündeme getiriyor. Bu bir boyutuyla tabii sanayi içinde olumsuzluklar yaratmasına rağmen
olumlulukları da taşıyor. Yani, kısmen şöyle tanımlamak daha doğru gibi geliyor; Bazı sektörleri, bu sektör içinde yer alan yapıları, küçültürken veya yok ederken, birilerini biraz daha güçlü hale getirebiliyor. Fakat güçlü olmanın bana göre önemli bir tarafı var. Teknoloji ile birlikte yaşanacağı için, bu sektör teknolojik gelişmeyi içeren, hatta uluslararası entegrasyona dönük, bir gelişine taşıyor içinde. Şimdi 80'li yılları da ben kısaca özetlemek istiyorum. Az önce söylediğim şeyin ötesinde, bu politikalar sonucunda pazara bir çok ürün giriyor, ucuz ürün giriyor. Yani yerli üretimden daha ucuz. Gümrüklenmiş vaziyetiyle dahi daha ucuz, ürün giriyor. Çünkü koruma kalkmış, entegrasyon başlamış, hatta bazı mamullerde gümrükler sıfırlanıyor. Giren kaliteli ürün bizim yerli üretimi zorluyor. Sonuçta birçok ürün piyasadan çekiliyor. Şu anda bizim aramızda geçmişte yer alan bazı markalan bulmak mümkün olmuyor. Ve bu boyutuyla piyasa içinde var olan üreticileri kaliteli ürün üretmeye teşvik ediyor. Bunun sonucunda şu anda ayakta kalabilen, ürün kalitesini yükseltebilen firmalar pazarda pay elde etmeye başlıyor. Gerçekten pazar içinde gelişme olmasına rağmen, üretici firma anlamında bir daralma oluyor. Fakat bunun yanında mümessillik firmaları sektörde ağırlık kazanıyor. Diğer boyutuyla bayilik teşkilatları, yani daha önce hiçbir kuruluşa bağlı olamadan çalışan firmalar bir başka ana kuruluşun bayisi olma konumuna geliyor. Bu aslında, zorunluluktan kaynaklanan bir olay. Şimdi bugün dünyaya baktığımızda aslında teknolojiye dayalı yeni bir ürkütücü yarışın daha belki başında bile değiliz. Çünkü gelişmişlik ve az
gelişmişliğin ayrımında teknoloji üretiminin düzeyi belirleyici ölçüt oluyor. Şu anda yaşadığımız dünyada durum bu. Durum böyleyken alanımıza baktığımızda, yani bizim memleketimizde,
teknoloji yarışına katıldığımızda uluslararası boyuttan sözedemiyoruz. Ulusların yakınlaşması sürecinde kendilerini yenileyip üretim tekniklerini geliştirmeye yönelik, araştırma, geliştirme faaliyetlerine önem vermeyen yöneticilerin uzun vadede pazarda yeri olamayacaktır. Aslında diğer bir boyutu var. Alanda nitelikli işgücü var. Ancak bu işgücünün verimli kullanılması ve bu işgücünün üretim süreçlerine beyin gücüyle katılması yollarının açılması, bu alandaki gelişmenin vazgeçilmez öğeleri durumunda. Bunun sağlanması da teknolojinin yerli üretime öncelik verilmesine doğrudan bağlı. Bu alanda, gerçekten her konuya soyunamayabilirsiniz. Ölçek önemli, yani benim bildiğim kadarıyla bir fan coil üretiminin, herhalde 10.000 gibi bir rakamda olması uluslararası pazarda sizin rekabet şansınızı yok ediyor. Belki 50.000'li, 100.000'li rakamlara çıkmak zorundasınız. Bunlar gözardı edilmemesi gereken konular bence. Kısaca bazı önerilerde bulunmak istiyorum. Bu süreçte sektörümüzde faaliyet gösteren üretici firmalar, odalar, meslek odaları, üniversiteler, araştırma ve geliştirme kurumlarına, bilim adamlarına önemli görevler düşmektedir. Bu kesimler, araştırma, geliştirme, yaratıcılık prosesini başlatmak zorundadırlar. Şartlar ve standartlar oluşturulmalıdır. Kalite güvencesi sağlanmalıdır. Her düzeyde eğitim çalışmaları yapılmalıdır. Bunlar yapıldığı sürece üretici firmaların gelişimi sözkonusu olabilecektir. Pazardaki yerlerini sağlamlaşlırabileceklerdir.Teşekkür ederim.
ÖZKOL : Biz de Sn. Erhan'a teşekkür ederiz Şimdi TÜBİTAK'tan Makina Yüksek Mühendisi Sn. İbrahim Dinçer'e söz veriyorum.
DİNÇER : Böyle önemli bir konuda paneli düzenleyen Termodinamik Dergisi. MMO İstanbul Şubesi ve İSKİD ilgililerine teşekkürlerimi sunarım. Öncelikle bu önemli konuyu tek başına değil de soğutma ve klima endüstrisi olarak ele alıp değerlendirmek gerekmektedir. Dünyada oldukça hızlı gelişen soğutma ve klima sektöründe makina ve teçhizata yapılan yıllık yatırım 200 milyar Amerikan dolarının üzerindeyken bu değer soğutma ve klima ihtiyaçlarını gidermede 10 kat daha fazla olabilmektedir. Bu sektördeki büyük kuruluşlar ortalama olarak gelirlerinin % 2-5'ini araştırma ve geliştirme faaliyetleri için ayırmakladırlar. Genel olarak bu sektör ile ilgili araştırma ve geliştirme faaliyetleri aşağıdaki konular üzerine yoğunlaşmıştır:
-Yenilenebilir enerji kaynakları ile proses atık ısıların enerji kaynağı olarak soğutma ve klima sistemlerinde kullanımı.
-Klima sistemlerinde yüksek kullanımı olan R11. R12. R114, R500 vs. gibi ozon tabakasına karşı aşındırıcı etki yapan soğutucu akışkanlar yerine alternatif akışkanların kullanımı.Bunlar içersinde en çok kullanılan R12 yerine, R134a'nın alternatif olarak kullanımı öncelik kazanmış bulunmaktadır. R134a'nın ozon tabakasına ve çevreye karşı hiçbir olumsuz etkisi bulunmamaktadır. Yalnız R134a, R12 ile karşılaştırıldığında % 5'lik bir verim düşüklüğü sözkonusu olmaktadır.
-Sistemlerde enerji ekonomikliği ve optimizasyona gidilmesi.
-Soğutma ve klima amaçları için absorpsiyonlu sistemlerin kullanımının geliştirilmesi gibi.
Dünyada konu ile ilgili firma ve kuruluşlar bütün bu çalışmaları hızlı bir şekilde sürdürürken, ülkemizde bu konunun önemi henüz yeterince anlaşılamamış ve gerekli çalışmalar ortaya konulamamıştır. 20 sene önce buzdolabı bir lüks sayılırken yakın zamanda kullanımı bir ihtiyaç haline dönüşmüştür. Klimalar ise gelişmiş ülkelerde bir ihtiyaç konumundadır. Fakat ülkemizde şimdi olmazsa bir çok kısa bir süre içersinde bir ihtiyaç haline dönüşecektir. Bu durum özellikle konfor uygulamaları içindir. Halbuki ülkemizde çeşitli endüstri kollarında (özellikle tekstil endüstrisi) kullanımı oldukça yaygındır. Ülkemizde soğutma ve klima üniteleri üreten firma ve kuruluşlar öncelikle araştırma ve geliştirme çalışmalarına ait alt yapıları oluşturmamış durumdadır. Tabii bu durum ister istemez, dışa bağımlılığı ortaya koymaktadır. Bu nedenle önemi yüksek araştırma ve geliştirme faaliyetlerine öncelik tanımaları gerekmektedir. Ülkemizde TÜBİTAK, Marmara Araştırma Merkezi (MAM) bünyesinde, ülkemiz, enerji ihtiyacının, özellikle çevreyi kirletmeyen kaynaklarca sağlanabilmesi için araştırma-geliştirme (AR-GE) faaliyetlerinde bulunmaktadır. Enerji Sistemleri Bölümü'nün amacı, her geçen gün artan enerji ihtiyacı ile buna paralel olarak arlan çevre kirliliğine çözüm olarak önerilen yenilenebilir enerji teknolojileri ve çevreye etkisi en az olacak fosil yakıt temizleme ve yakma sistemleri üzerine araştırmalar yaparak, Türkiye'nin bilim ve tekonoljsinin yanısıra ekonomisine de katkıda bulunmaktır. Dünyada bu konular üzerine yürütülen çalışmalara paralel olarak Enerji Sistemleri Bölümü'nde ülkemiz koşullarına göre seçilen AR-GE faaliyetleri, başarıyla sürdürülmektedir. Türkiye, konutların, işyerlerinin ve depoların soğutulması ve klima uygulamalarında güneş enerjisinden yararlanma açısından oldukça avantajlı bir konumda bulunmaktadır. Türkiye'nin ortalama güneşlenme süresi 2640 saat/yıl ve toplam güneş ışınımı ortalaması ise 290 W/m2'dir. bu durum Türkiye için oldukça avantajlı bir konum ortaya koymaktadır. Klima ve soğutma ünitelerine ait enerji tüketiminin ısıtma sistemleri kadar yüksek olduğu çok iyi bilinmektedir. Ayrıca soğutma yükleri ile güneş ışınımı kullanılabilirliğinin yaklaşık olarak aynı fazda olduğu da açıkça görülmektedir. Türkiye yalnızca su ısıtma değil, aynı zamanda soğutmayı da güneş enerjisinden sağlamak açısından ideal bir konumda bulunmaktadır'. Güneş enerjili absorpsiyonlu soğutma sistemlerinin kullanımı özellikle yaz sezonu için bir enerji ekonomikliği sağlayacaktır. Bu sistemlerin geniş çapta kurulması Türkiye'nin enerji sektörüne ve sonuç olarak da ekonomiye etkin bir yarar sağlayacaktır. Bu çalışma çerçevesinde su ısıtma sistemi ile absorpsiyonlu soğutma esasına dayanan kombine bir soğulma sistemi tasarlanarak yapımı gerçekleştirildi. Güneş enerjisi ile soğutma ve klima uygulamalarında kulanılabilecek sistemler üzerinde yapılan çalışımasıda, absorpsiyonlu sistemin diğer yöntemlere göre üstünlük gösterdiği anlaşılmıştır. Sonuç olarak aşağıdaki önerileri ortaya koyabiliriz :
- Öncelikle klima ve soğutma ile ilgili olarak özel sektör, üniversite ve araştırma kuruluşlarında çalışanların geniş ölçekli etkin bir dernek kurmalarıdır.
Dünyada buna ait iki örnek olarak; Amerikan Soğutma, Klima, Isıtma ve Havalandırma Mühendisleri Derneği (ASHRAE) ve Uluslararası Soğutma Enstitüsü (IIR) verilebilir. Bu çerçevede yeni kurulmuş olan İSKİD'in genişletilerek yukarıda açıklanan forma dönüştürülmesi faydalı olacaktır.
- Klima ve Soğulma alanlarında çalışan özel sektör kuruluşları, araştırma ve geliştirme faaliyetleri için alt yapılarını oluşturmalı ve konu ile ilgili olarak Üniversite ve Araştırma Merkezlerinde çalışanlar ile ortak proje ve çalışmalar yapılması yoluna gitmelidir.
- Yaygın olarak fuar, sempozyum, konferans ve eğitim seminerleri düzenlenerek konu ile ilgili kişi ve kuruluşların biraraya gelmesi sağlanmalıdır.
- Yurtdışı literatürün çok iyi takip edilerek ve yurtdışı ilişkileri geliştirilerek teknolojik adaptasyonu ve transfer çalışmalarını, dolayısıyla geliştirme çalışmalarını hızlı bir şekilde sürdürmek gerekmektedir.
- Oldukça geniş bir potansiyele sahip TÜBlTAK
-Marmara Araştırma Merkezi, Enerji Sistemleri Bölümü ile ilgili konularda, kişi ve kuruluşların ortak çalışma ve projelere girmesi faydalı olacaktır.
ÖZKOL : Sn. Dinçer'e teşekkür ederek sözü Alarko Şirketler Grubu'ndan Makina Yüksek Mühendisi Sn. İsmet Gencer'e veriyorum.
GENCER : Sayın başkan, değerli konuklar ve sevgili meslektaşlarım, TÜBİTAK'dan Sn. Dinçer'in anlattıklarına ben de katılıyorum. Sanıyorum kurulan bu derneğin üyesi olarak, bilim kuruluşlarıyla, meslek kuruluşlarıyla, bu sektörde çalışan herkesle işbirliği kurmamız gerekecek. TÜBİTAK bu kuruluşların önde gelenlerinden biri olacak. Benim seçtiğim konu klima sektörü içerisinde, özellikle bu anda güncel olan soğutucu akışkanlar konusu. Soğutucu akışkanlar konusunda dününden bugüne ve yarınına bir yol çizmek istiyorum. 1928 yılına kadar soğutucu akışkan olarak kullanılan akışkanlar kükürt dioksit, amonyak -şu anda da kullanılıyor- karbondioksit, etilen, propan, bütan, metil formda akışkanlar mevcut. Bu akışkanların kendi içlerinde değişik özellikleri var. Zehirli oluyor, alev alıyor, patlama, kararlılık gibi temel özelliklerinin bir kısmını sağlayamıyorlar. Özellikle de Amerika'da bu konudaki bir araştırma sonucunda, 1928 yılında General Motors, şu anda bir taraftan insanları rahatlatan klima yani konfor ihtiyacını karşılıyor, bir taraftan ozon tabakasını delen soğutucu akışkanlar yüzünden de geleceği kirletiyor. Bu konuda bu soğutucu akışkan 1928'de keşfediliyor : Freon12. Freon 11, Freon 22 denilen akışkanlar. 1974'e kadar biz bu akışkanları kullandık. 1974'te bazı bilim adamları bu soğutucu akışkanların ozon tabakasını deldiğini iddia etti. 1978 yılında da Antartika ozon deliği ortaya çıktı. Aynı yıl ABD, özellikle floro chloro carbon denilen bu soğutucu akışkanların aerosol ve kozmetik sanayiinde kullanımı çok yaygındı, yasakladı 1979'dan itibaren araştırmalar yoğunlaştı. CFC'lerin ozon tahribatımdaki etkisini kanıtlayan bulgular ortaya çıktı. Sözkonusu riski önlemek amacıyla 1987'de Montreal Protokolü imzalandı. Bu protokol ozon tabakasını tahrip eden akışkanları özelikle dünya tüketiminin 3/2'sini teşkil eden ülkelerin protokolü kabulü şart koşuldu. 1989'da 86'daki seviyesinde dondurulması. 93'de ise 86'daki üretim seviyesinin % 80'ine düşürülmesi, 98'de ise 86'daki üretim seviyesinin % 50'ine düşürülmesi kararlaştırıldı. Ancak ozon tabakasındaki delik sürekli genişledi ve 1990'da bu karar yeniden düzenlendi. CFC'lerin üretim ve kullanımı için 2000 yıl son yıl olarak belirlendi. Ama olay yine devam ediyor. Çok hızlı deliniyor ozon tabakası. Birçok ülkede birbirinden farklı uygulamalar mevcut. Örneğin; Avrupa'da CFC'ler 1 Temmuz 97'de tamamen kaldırılıyor. 1992'de Kasım Kopenhag toplantısında, Montreal Protokolü yeniden revize edildi. Freon 22 için bir karar alınmamışken bu toplantıda Freon 22'nin 2030 yılında üretiminin durdurulması kararlaştırıldı. CFC ozon tabakasına ne yapıyor? Güneşten gelen ultraviole ışınları ozon sayesinde yeryüzüne çok az düşüyor. Dolaysıyla ultraviole ışınlarının yarattığı kötü etkiden tüm canlılar korunmuş oluyor. Ozon tabakasının delinmesi halinde; deri kanseri, bitkisel üretimin azalması, katarakt, okyanuslardaki yaşamın zorlanması sözkonusu olacaktır. Yani bir yandan konforu sağlayalım derken geleceği de mahvediyormuşuz. Neden ? Bunun içinde clorin atomu var. Clorin atomu ozonla birleşerek florin monoksit ve oksijen oluşuyor. Fakat florin monoksit tekrar ayrışıyor. Bu kez tekrar bir florin atomu, tekrar oksijen. Bu florin atomu tekrar ozonla birleşiyor. Bu, onbinlerce kez olarak ozonu azaltıyor. Bu soğutucu akışkan 1928'de bulunduğu zaman temel özelliklerinden biri kararlığıydı. Normal olarak yeryüzünde kararlı olan bu akışkan stratosfere uelince radyasyon etkisiyle ayrışıyor. 1974'ten sonra başlayan bu olaylar sonucunda alternatif soğutucu akışkanlar tartışılmaya başlandı. Bu sektörle ilgili yatırımda bulunacak kişilerin üzerinde durması gereken konulardan biri de hangi soğutucu akışkan kullanılmalı konusu idi. Türkiye'de kompresör üretimi bir türlü gerçekleşmiyor. Artık bu soğutucu akışkanları kullanmaya başladı. Soğutma grupları yöneticilerimiz tahmin ediyorum çok kısa zamanda bu soğutucu akışkanları kullanacaklar ve bu soğutucu akışkanların kullanıldığını gösteren yeşil rengi, cihazların üzerinde görebileceğiz. Alternatifler; Freon 11 için hidro floro eloro carbon FCFC 123 üretildi. Fakat bu 123 denen soğutucu akışkan temel özellikleri Freon 11'in bütün özelliklerini karşılamasına karşın toksin yani zehirli çıktı. Dolayısıyla FCFC 123'ün kullanımı tehlikeye girdi. Onun yerine R245-CA adlı bir akışkan deneniyor. Tahmin ediyorum Freon 123'ün yerini alacak. Freon 12 yerine ise Freon 134a üretildi. Bu akışkan şu anda en emin, zehirsiz. Florin akımı olmadığı için ozona zararlı olmayan bir akşkan. İster pistonlu kompresörlerde, ister santrifüj soğutma gruplarında bu akışkan kullanılıyor. Ozonun dışında bir diğer olumsuz etki ; sera etkisi. Sera etkisinde CFC'lerin etkisi diğer akışkanlar kadar yok. Daha çok karbondioksitle ilgili. Dolayısıyla alternatif enerji kullanımı zorunlu hale geliyor. Zira yanma olayının olduğu her yerde karbondioksit ortaya çıkacaktır. Sera etkisi de kaçınılmaz olacaktır. Sonuç olarak; temel amaç, yatırımları korumak. Bir taraftan yatırımımızı korurken bir taraftan da yaşadığımız dünyayı koruyacağız. Üreticiler olarak geleceğe uygun üretim planlamamızı yapmamız gerek. Konfor yaratırken geleceğimizi de yok etmeyelim diyorum. Beni dinlediğiniz için çok teşekkür ediyorum.
ÖZKOL : Sn. Gencer'e teşekkür ederiz. Son olarak Cenk A.Ş.'den Makina Yüksek Mühendisi Sn. Ersan Bakanay konuşacak.
BAKANAY : Lejyoner hastalığı ilk kez 1976'da Philadelphia, Belle Vue Straford Hoteli'nde toplantı yapan Amerikan lejyonu üyeleri arasında salgın şeklinde görülen bir hastalığa verilen isimdir. Lejyoner hastalığı bir nevi zatürredir ve akciğerin dışında başka organları da etkileyebilmekledir. 1940-1960'lı yıllarda saptanan kuşkulu Pnomoni salgınlarında elde edilmiş klinik örneklerin geriye dönük serolojik incelemeleri, bu salgılarda da legionella pneumophila (pnomofila)'nın etken olduğunu göstermiştir. Aynı organizma ilk kez 1968'de Pontiac, Michigan'da ortaya çıkan değişik bir solunum yolu sendromu olan Pontiac ateşinden de sorumlu tutulmaktadır. Pontiac hastalığı ölümcül değildir. Legionella pneumophila 0.5 mikrometre çapında ve 2/20 mikrometre uzunluğunda, ince çomak şeklinde bir bakteridir ve zamanımızda varlığı sadece laboratuvarda tespit edilebilmektedir. Legionelin üreme optimum şartları pH 6.8/7.0, 35-37°C, "ferrie iron" ortamdır. Legionella pneumophila hem havalandırma sistemlerinde hem doğal taze su kaynaklarında izole edilmiştir. Hastalık salgınları büyük binaların havalandırma sistemleri ile ilişkili bulunmuştur. Soğutma kuleleri, buharlaşma kondansatörleri ve otel, hastane, fabrikaların çeşitli sistemleri ile bahçe sulama sistemleri, duşlar ve inşaat alanlarındaki kazılmış topraklar enfeksiyon kaynakları olarak tanımlanmıştır. Ayrıca bu bakteriler mavi-yeşil bakterilerle birlikte veya olasılıkla alge (yosun) ve serbest yaşayan amiplerin içlerinde ürer. Klorlanmamış çeşme sularında 1 yıldan fazla canlı kalabilirler. Distile sularda 139 gün yaşarlar. Legionella pneumophila aerosol halindeki su veya toprak
parçacıklarının solunması ile insanlara bulaşır. Bugüne kadar insandan insana bir bulaşma rapor edilmemiştir. Legionella'yı önlemek üzere üreme şartları oluşmaması ve aerosol veya püskürtme yaratılmaması gibi tedbirler alınması gerekmektedir. Bir çok sularda legionella. düşük konsantrasyonlarda mevcut olabilir; fakat dikkatli kontrol ile üremesini önlenebilir. Genel olarak önlemler; 30 ile 35°C su kullanmamak, suların durgunluğunu önlemek, legionella için besleyici olabilen maddeleri kullanmamak, sistemleri temiz tutmak, suların kimyasal şatlandırılması sayılabilir. Tipik klima sistemlerde kondenser, hava ile veya su ile soğutulmaktadır. Su kullanıldığı takdirde en yaygın sistem su soğutma kulesidir. Bu sular genellikle 30°C civarındadır ve toz, çamur ile karışabilirler ve dolayısıyla legionella için ideal bir ortam oluşabilir. Su soğutma kuleleri sanayi soğutmada da çok yerlerde kullanılabilir. Yalnız bunlar klima maksatlı kulelerden daha düşük bir sıcaklıkta bir su sirküle ettikleri için daha az risklilerdir ve bugüne kadar büyük doğal çekişli kulelerde legionella hiç rastlanmadı. Legionella'ya evoporatif kondensörlerde de ve onlara ait borulamada uygun bir ortam bulabilmektedir. Legionella'ya karşı alınabilen esaslı tedbirler : Efektiv damla tutucular (eliminatörler) kullanmak, periyodik temizlik ve dezenfektanlar, su şartlandırılması ve otomasiyonu. Bunlarla beraber Legionella'ya sadece su soğutma kulesinde değil, bütün su
sirkülasyon sisteminde oluşabileceğini unutmamak ve önlemleri bütün sisteme uygulamak gerekiyor. Havalandırma ve klima sistemlerinde bu birikimlerin oluşmaması için dikkat edilmeli ve dremajlarda bulaştırmayı önlemek için hava girişi kapatılmalı. Temizleme ve dezenfeksiyon periyodik olarak yapılmalı. Ayrıca kulenin işletmeye alınmadan, bulaştırmayı önlemek için ve duruşlardan sonra dezenfeksiyon yapılmalı. Klima sistemlerinde de su soğutma kulelerinde temizlik ve dezenfeksiyon senede iki kere yapılmalı. Çok kirli, tozlu havalarda bu işlem sıklaştırılmalı. Temizlemek için sistemdeki suya asgari 5 mg/1 klorin ve biolojik çözücüler katıp en az 5 saat sistemde sirküle edilir. Bu sürede klorin miktarı kontrol edilmeli ve düşürülmemeli. Daha sonra drenaj yapılır ve kule yıkanır ve temizlenir. Bu işlem suya 5 ile 15 mg/1 klorin katılarak 5 saat sirküle edilecek şekilde bir kere daha tekrarlanır. Ayrıca Legionella için şartlar oluşmaması için devamlı bir su kontrolü gerekir. Bu, kireçlenmeye ve paslanmaya karşı inhibitörler, bakterilere ve yosunlara karşı biyolojik çözücüler kullanılarak gerçekleştirilir.
ÖZKOL : Teşekkür ederiz Sn. Bakanay.
Panel, konuşmalardan sonra sorular ve cevaplarla sonuçlandı.