Clicky

Header Reklam
Header Reklam

Prof.Dr. Özden Ağra TEDx Konuşmasında, Kendi Hikayesiyle 'Yeniden Doğuş'u Anlattı

02 Mayıs 2022
Prof.Dr. Özden Ağra TEDx Konuşmasında, Kendi Hikayesiyle 'Yeniden Doğuş'u Anlattı

“Yeniden doğmak” ne demek? İnsan ne zaman yeniden doğar? Zorda kaldığı zaman… Her yeniden doğuş için zorluk mu gerekiyor, yoksa zorluklar sonucunda mı yeniden doğuş meydana geliyor? Mühim olan şey, sizin o noktaya gelmeniz ve verdiğiniz karardan geri dönmeden ilerlemenizdir, yeniden doğuştur bu… Bugün sizlerle çok sevdiğim ve bir felsefe olarak benimsediğim bir hikayeyi paylaşmak istiyorum. 70 yıl gibi ömürleri olan kartallardan bahsedeceğim. Kartalların 40’lı yaşlarına geldiğiklerinde bir karar vermeleri gerekiyor. 40’lı yaşlarına geldiklerinde kartalların pençeleri sertleşiyor ve avını tutamaz hale geliyor. Kanatları ağırlaşıyor, kartlaşıyor uçamıyor. Bu durumda 5 ay gibi bir süre alacak yeniden doğuş kararını verenler, bir dalın tepesinde, korunaklı bir yerde yeniden doğuş sürecine giriyor. Önce sert bir yüzeye gagasını sürterek parçalıyor. Düşen gaga bir müddet sonra yenilendiğinde sertleşen pençelerini koparıyor. Yenilenen pençeleri ile ağırlaşan kanatlarını koparıyor, yenileniyor, yeniden uçuyor.

Şimdi size Özden Ağra’nın 35 yaşından sonra yeniden doğuş hikayesini anlatacağım. 1964 yılının Aralık ayında doğdum, hem de nasıl… Doğumum bile problemli oldu. Şu an Mecidiyeköy’deki Torunlar Center’ın yerinde Ali Sami Yen Stadı vardı. Babam da Türkiye-Bulgaristan maçına gitmişti. Bu sırada annemin sancıları tutuyor. Hastaneye giderken arabanın radyosunda bir anons duyuluyor: “Ali Sami Yen Stadı çöktü, çok sayıda yaralı var…” Annemin o ruh hali içinde ben dünyaya geliyorum. Allahtan babama bir şey olmuyor. Benden 17 ay sonra kız kardeşim dünyaya geliyor. Kardeşim ve benim çocukluğumuz da genç kızlığımız da çok güzel geçiyor. Liseyi Nişantaşı Kız Lisesi’nde okudum. Lise sıralarında da sınıf başkanı, disiplin kurulu başkanı olarak okulda da tanınan, aktif bir öğrenciydim.

Üniversite çağına geldiğimde ilk önce ailedeki erkek kuzenlerimin benim için biçtikleri meslek fikri ile karşılaştım. Makine mühendisi olan erkek kuzenlerim “bir kız olarak senin için kimya mühendisliği uygun olur” dediler. Benim için uygun değildi oysa… Tercih formumu teslim edeceğim sabah, Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Fakültesi’ni yazdım, kazandım da… Eğitim görmek istediğim bölümü, mesleği kendim seçmiştim. Bir kız lisesinden, sadece beş kız öğrencinin bulunduğu bir okula gelmiştim. Benim için önemli bir değişimdi. İlk yıl çok iyi geçti. Derslerim çok iyiydi. 80’li yıllardı ve 70’li yılların öğrencileri için af çıkmıştı. Derslerim çok iyi olduğu için hocalarım, “af ile dönen öğrencilere ders verebilirsin” dediler. Af ile dönen çok sayıda öğrenciye ders vermiş, harçlığımı da çıkarmıştım. Her şey çok güzel gidiyordu. Üniversiteyi bitirdim, İ.Ü. İşletme İktisadı Enstitüsü’ne kaydoldum. Kendi okulumun da yüksek lisansına müracaat ettim. Her şey yoluna girdi derken babamı kaybettim. Babam benim idolümdü. 21 sene sonra ondan ayrılacağım hiç aklıma gelemezdi. Masal gibiydi: “bir varmış, bir yokmuş…”

Hayat böyle işte; siz kendi hayallerinizin peşinden giderken o da size farklı sürprizler hazırlıyor ve hayatınızı darmaduman edebiliyor. Nitekim, burada olmak benim hayalimdi, fakat dün 40 yıllık can dostumu kaybettim. Bugün bu konuşmanın ardından onu ebedi yolculuğuna uğurlamaya gideceğim. Mecburduk hayata devam etmeye ama ben babamın yokluğuna bir türlü alışamadım, ani bir kararla evlendim. Birkaç yıl sonra eşimle aramızda görüş farklılıkları meydana geldi ve yollarımızı ayırmaya karar verdik. Bir karar vermek, hayata tutunmak zorundaydım. Karşınıza iki yol çıkıyor: Ya “her şey bitti artık, hayat boş” diyerek kendini boşluğa bırakmak, ya da “her şey yeniden başlıyor” diyerek doğrulmak… Ben ikincisini seçtim. Ama şunları tabii ki biliyordum; 12 yıldır çalışma fırsatı bulamamış bekar bir anneydim, çevrenin bakışları, önyargıları, iş dünyasının tutumu benim için zor olacaktı. Çekirdek ailem; annem, kardeşim ve oğlum ile dostlarımın desteği ile tekrar ayağa kalktım. Çok zorlu bir süreçti. Ama benim için bir dönüşümdü, bu benim için bir yeniden doğuş olabilirdi. Çünkü önümde hayalini kurduğum üniversitede öğretim üyeliği fırsatı vardı. Bizim zamanımızda 35 yaşınızı doldurduğunuzda akademiye giremiyordunuz. Buna göre benim sadece 6 ayım vardı. Hayalime mutlaka ulaşmalıydım. ALES sınavına girdim, sadece tek hakkım vardı, sonuçlar geldiğinde bir süre açıp bakamadım. Baktığımda ise puanımın gereken puanın üzerinde olduğunu gördüm. Ama doğum günüme kadar kadro açılmazsa hayallerim suya düşecekti. Şans yüzüme güldü, Kasım ayında açılan Araştırma Görevlisi sınavı ile hayallerime bir adım daha yaklaşmıştım. Bu noktada bir karar daha verdim: Hayallerimin peşinden koşarken, birilerinin daha hayallerini gerçekleştirmek, onlar için bir şeyler yapabilmek beni mutlu edecekti. Bu konuda da hep deniz yıldızı hikayesinden ilham almışımdır. Okyanusun kıyısında yürüyen bir adam, karşıdan gelen, kumlar üzerine vurmuş deniz yıldızlarını toplayıp denize atan bir adam görür. Neden bunu yaptığını sorar. Adam “hayatlarını kurtarıyorum” der. “Sahilde binlerce, yüz binlercesi var, ne fark eder ki” sorusuna karşı adam eğilir, bir deniz yıldızı alır ve denize atar, “işte onun için fark eder” der. Eğer biz de olabildiğince birilerinin hayatına olumlu dokunuşlar yapabilirsek, en büyük mutluluk bu olacak. Değerlerimizi kaybettiğimiz bu dönemde tek çıkış yolunun eğitim olduğunu bildiğim için deniz yıldızlarımızı hayata hazırlarken “Siz seçilen değil, seçen olmalısınız. Siz tüketen değil, üreten olmalısınız” diyerek motive etmeye çalışıyorum.

Araştırma Görevlisi olduğum döneme geri dönelim… Kendimden on yaş küçük arkadaşlarımla sınavlara giriyor, asistanlık yapıyordum. Aynı zamanda doktora tezimi hazırlamaya başlamıştım. 2000’li yıllarda üniversite-sanayi işbirliği yeni başlamıştı. Sanayinin bir sorununa çözüm bulmak amacıyla şirketlerle görüşmeye başladık. Türkiye’nin önde gelen şirketlerinden birinin yöneticisiyle görüşürken bize şunu söyledi: “Yapacağınız tez çok güzel ve desteklenmeye değer, ancak okulunuzla bir işbirliğimiz olmadığı için ne yazık ki destekleyemeyeceğiz”. Yılmadık. Bana inanan Hocalarımla o şirketi ikna ettik ve çok güzel bir tez hazırladık. Şu an o şirketle 15 yıldır devam eden bir işbirliğimiz var. Tez süreci de kolay değildi. Bir test düzeneğine ihtiyacım vardı. Bunun için Çağlayan’da bir arkadaşımın atölyesinde çalışarak mükemmel bir test düzeneği hazırladım. Deneylerime başladığımda, okulun laboratuvarına getirdiğimde herkes gelip bakmak istiyordu. 9 kilogram yanıcı, patlayıcı akışkanla çalışıyordum. Hocalarım dedi ki “Bir oda yap, bu düzeneği onun içine al”. Yaptım. Orada tek başıma her gün 7-8 saat süren çalışmamlar sonucunda Aralık 2007’de doktoramı aldım. Doktoramı alıp geçici kadrodan asil kadroya geçtiğimde omuzlarım biraz daha doğrulmaya başladı. Bizim zamanımızda doktora mezunlarına hemen Yardımcı Doçent kadrosu verilirdi. Ama ben doktoramı tamamladığımda “kadro yok” dediler, “istersen doçentlik için çalış”… İstediğiniz kadar çalışmalarınız tamam olsun, yine de bu hiç kolay değildi. Ders vermediğiniz, proje yaptırmadığınız, öğrenci yetiştirmediğiniz için dosyanız jüriden geri dönebilirdi. Beni en çok üzen şey, bu süreçte beni çok sevdiğini söyleyen bir “kadın” Hocamızın, jüri üyelerini olumsuz kanaat için etkilemeye çalışması oldu. Ama yine de dosyam geçti, doçent unvanımı aldım. Sonrasında, çok özel bir günde, 8 Mart 2017’de “profesör” unvanımı aldım. Artık dünyaya omuzlarım biraz daha dik bakıyordum. Sürekli olarak kendime “daha iyisini nasıl yapabilirim” diye soruyordum. Okula girdiğim ilk gün itibarıyla öğrencilerime, özellikle kulüp çalışması yapanlara desteğimi sonuna kadar esirgemedim, hâlâ elimden gelen her şeyi yaparım. Kendime “bazı noktalar belirlemem lazım” dedim.  Öğrencilerimi hayata nasıl daha vizyoner hazırlayabilirim?

İlk olarak; birinci sınıfta test çözerek meslek sahibi olmaya hazırlanan “test çocuklarımızı” ülkemizin önde gelen sanayi kuruluşlarının yönetici ve iş adamları ile buluşturuyoruz. Onları dersimizde misafir ederek başarılarını, başarısızlıklarını, deneyimlerini çocuklarla paylaşacakları zemin sunuyoruz. İkincisi; çocukları Yıldız’lı mezunlarla bir araya getiriyoruz. Çünkü birlikte ortak bir sinerji yaratabilirsek daha güçlü bir “network” oluşturarak öğrencilerimizi daha güçlü hazırlayabiliriz. Sadece derslere girerek değil, sosyal etkinliklere de katılımlarını, sosyal etkinliklerde bir araya gelmelerini de önemsiyorum. Mesela 300 makine mühendisi adayı öğrencimi “Asfaltın Kralları” filmine götürmüştüm. Bu tür etkinliklerimizin geri dönüşleri, onları geleceğe hazırlamada başarımızı da gösteriyor. Bir diğer konu şu: Benim makine mühendisi olamayacağımı söyleyenlere inat; bu mesleği seçen kız öğrencilerime özellikle pozitif ayrımcılık yapıyorum. Onların geleceğe omuzları daha dik atılmaları için elimden ne gelirse yapıyorum. Bugün kocaman bir aileyiz ve hiç durmuyoruz. Öğrencilerimle birlikte çeşitli platformlarda yarışmalara girerek dereceler alıyoruz.

Bizi “biz” yapan şeyler, hayat yolunda kazanılıyor. Sizi heyecanlandıran yoldan yürüyün, sizi heyecanlandıran yolda ayak izleriniz olsun.

Benim bu noktaya gelmemde ilham aldığım kişilerden de bahsetmek istiyorum. Çok erken hayat arkadaşını kaybeden, her zaman arkamızda duran, çok güçlü karakter olan annem, her ne kadar yanımda olmasını istesem de 32 yıl önce Amerika’ya gidip iyi bir eğitim ve iş yaşamına sahip olan kardeşim ve oğlum Emre Can… Biz bu yolda onunla beraber yürüdük, beraber büyüdük. Zor bir süreçti ama bu gün dönüp baktığımda onun çevreye, insanlığa, doğaya duyarlı bir genç ve başarılı bir iş insanı olduğunu görmek, önce bir anne, sonra bir eğitimci olarak beni çok duygulandırıyor. Kız yeğenlerim Selin ve İpek de bana hep destek oldular. Tabi bu yolda beni destekleyenler sadece ailem değil, dostlarım, arkadaşlarım, akademik alanda destek olan Hocalarım da var. Doğan Hocam (Prof.Dr.Doğan Özgür) ve Ahmet Rasim Büyüktür’ü saygı ve rahmetle anarken, tez Hocam İsmail Teke’ye, ama özellikle bir kadın olarak beni her zaman cesaretlendiren, her zaman yanımda olan Seyhan Uygur Onbaşıoğlu’na minnettarım. Ben de onlar gibi gelecek nesillere faydalı olabilmek adına var gücümle çalışmaya devam ediyorum. Hayallerim bitti mi? Daha yapacak çok şey var. Bu yolda mutluyum ve bu yolda beraber yürümek isteyen öğrencilerime, akademideki yol arkadaşlarıma kapım her zaman açık olacak. Son olarak şunu söyleyeceğim: Arkadaşlarınızı iyi seçin. Özellikle de hayat arkadaşınızı iyi seçin. Size engel olmayacak, yolunuza engel çıkarmayacak, yanınızda olacak, sizinle yürüyecek, sizinle güzel işlere imza atacak olmalı. Hayat boyunca yolunuza birçok pürüz çıkacak. Ama belki de onlar, sizin yeniden doğuşunuzu sağlayacak. Ben deniz yıldızlarımla yeni hikayeler yazmaya devam edeceğim…