Header Reklam
Header Reklam

Son 150 yılın en sıcak yazı geliyor...

05 Mayıs 2013 Dergi: Mayıs-2013
Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, Teskon+SODEX 2013’te “Küresel İklim değişikliğinin Yaşamsal Mekanlara Yansımaları” başlıklı bir sunum yaptı. Kadıoğlu’nun sunumunda geleceğimize dair verdiği bilgiler hiç de iç açıcı değil. 2013 yılının, son 150 yılın en sıcak yazı olacağını söyleyen Kadıoğlu şu bilgileri de aktardı: 
“Dünyanın önemli gündem maddesi olan iklim değişikliğine küresel ısınma da deniyor ama bu doğru bir ifade değil. Çünkü iklim değişikliği mutlak surette ısınma yönünde olmak zorunda değildir. İklim değişikliği daha geniş bir kavram. İklim değişikliği, “Karşılaştırılabilir zaman dilimlerinde gözlenen doğal iklim değişikliğine ek olarak, doğrudan veya dolaylı olarak küresel atmosferin bileşimini bozan insan faaliyetleri sonucunda iklimde oluşan bir değişiklik” biçiminde tanımlanmaktadır. Küresel iklim değişikliği; fosil yakıtların kullanımı, arazi kullanımı değişiklikleri, ormansızlaştırma ve sanayi süreçleri gibi insan etkinlikleriyle atmosfere salınan sera gazı (H2O(b), CO2, CH4, O3, N2O, CFC–11, HFC, PFC, SF6) birikimlerindeki hızlı artışın doğal sera etkisini kuvvetlendirmesi sonucunda Yerkürenin ortalama yüzey sıcaklıklarındaki artışı ve iklimde oluşan değişiklikleri ifade etmektedir.

2013’te sıcaklık 2012’ye oranla % 70 artacak

İklim hiçbir zaman sabit değildir, sürekli değişir. Meteoroloji de bu gerçek nedeniyle her 10 yılda bir mevsim normallerini değiştirir. 2013 yazının son 150 yılın en sıcak yazı olacağını söylememiz gerekiyor. Sıcaklık mevsim normallerinin birkaç derece üzerinde olacak. Bu durum, sıcaklık normalde 30 derece ise 32 derece olacağı şeklinde algılanmamalı. Hissedilen sıcaklıklar çok daha yüksek olacak ve bu sıcaklığı yaşadığımız gün sayısı da artacak. Ayrıca sıcaklık “ortalaması” üzerindeki 1 °C’lik artış, sıcaklık uç değerlerini birçok kat artırıyor. Özetle 2012’ye kıyasla 2013’te sıcaklığın % 70 artmasını bekliyoruz.
İklim değişikliği, 21. yüzyılda insanlığın karşı karşıya kaldığı en büyük sorunların başında gelmektedir. İnsan sağlığı, ekosistemler, hatta insan neslinin sürdürülmesi bakımından tehdit oluşturabilecek olumsuz etkileri nedeniyle çok ciddi sosyo-ekonomik sonuçlara yol açabilecek bir sorun olarak değerlendirilen iklim değişikliği, özellikle son yıllarda uluslararası gündemin üst sıralarında yer almaya başlamıştır.
İklim değişikliğinin etkileri arasında tatlı su kaynaklarının azalması, gıda üretimi koşullarındaki genel değişiklikler ve seller, fırtınalar, sıcak dalgaları ve kuraklık nedeniyle ölümlerde yaşanacak artışlar sayılabilir. Yaşam alanlarının hızlı değişimine ayak uyduramayan birçok bitki ve hayvan türünün nesli yok olacak. Dünya Sağlık Örgütü'nün verilerine göre, sıtma ve yetersiz beslenme gibi nedenlerden milyonlarca kişi ölümle yüz yüze gelecek.
İklim değişikliğinin ekonomik ve insani boyutu konusunda yapılan bütün çalışmaların ortak özelliği, dünyanın 2 °C eşiğinin üzerindeki bir sıcaklık artışına maruz kalması halinde dünya ekonomisinde ve daha da önemlisi insani kalkınmada geniş çaplı gerilemelerin geri dönülmez bir şekilde başlayacağıdır. Mevcut sanayileşme ve buna bağlı enerji politikaları kontrol altına alınmadığı takdirde, bu kritik sıcaklık artışı çok daha üst seviyelere çıkacaktır. Sıcaklık artışını 2 °C düzeyinde tutmak için karbon emisyonlarının atmosferik yoğunluğunu milyonda 450 partikül düzeyinde sabitlenmesi gerekmektedir. Aksi halde, 2050 yılında atmosferik yoğunluk düzeyi 750 partikül düzeyine çıkacak. Karbondioksit yoğunluğu açısından 450 partikül düzeyini sağlamak için dünyanın yıllık karbondioksit emisyonunun toplam 4 gigaton seviyesine çekilmesi gerekmektedir. Bu ise, mevcut karbondioksit emisyonlarının 2050’ye kadar % 80 oranında azaltılması anlamına gelmektedir.

Akdeniz Bölgesi, çölleşme tehlikesiyle karşı karşıya

İklim değişikliğinin birçok farklı nedeni var. Şu anda yaşanan sıkıntının en büyük sebepleri arasında güneş lekeleri yer alıyor. Bunlar güneşin zararlı ışınlarının dünyaya daha çok ulaşmasına sebep oluyor. Bir diğer etken, astronomik doğal eksen değişimleri. Volkanlar da sıcaklık değişimlerinin önemli oyuncuları arasında yer alıyor.  Volkanik kış, alt atmosfer tabakasının bir yanardağ patlaması sonucu soğuması fenomenine denir. Kül ve kükürtlü gazlardan oluşan aerosollar ve sülfürik asit, büyük patlamayla stratosfere kadar fırlayarak sis gibi bütün dünyayı kaplar. Güneş ışınları böylece kısmen yutulur, kısmen de uzaya yansır. Stratosferde bu durum bir ısınmaya yol açar. Yerdeyse ortalamada dünya iklimi soğur, bölgesel ve mevsimlere bağlı olarak aynı zamanda ısınmalar da olur. Atmosferin ışın geçirgenliği için puslanma indeksi kullanılır. Meteorologlar, 1991'de Pinatubo'nun 6 şiddetindeki patlamasında Luzon Adası'nda 1000'lik bir puslanma tespit ederken sıcaklık ortalamada 0,5 derece santigrat azaldı. Sumbawa adasında 1815'teki patlamaysa daha vahim olup volkan patlama indeksi (VPİ) 7, puslanma indeksi 3000'di. Bu da etkisini ortalamada 2,5 santigratlık bir soğumayla gösterdi. Bundan dolayı 1816 Temmuz'unda Avrupa'da donma görülmüş ve bu yıl, “yazsız yıl” olarak anılmıştır. Yazsız yıl, 1819'a kadar soğuk, bereketsiz hasatlara ve bunun sonucunda da Avrupa'dan ABD'ye göçlere sebep olmuştur. İklim değişikliğinin önemli etkenleri arasında son olarak da tektonik hareketleri söyleyebiliriz. Dünya, son 750 yıl içinde belli periyotlarla buzul çağına girip çıkmıştır. Yani İklim değişiklikleri her zaman olmuştur. Ancak sorun şu ki; eskiden 150.000 yılda bir, 1 derecelik ısınıp soğuma yaşayan dünya, sanayi devriminden sonra 150 yılda bir ısınıp soğuyor.  İnsan faktörü süreci 1000 kat hızlandırdı. Aynı biçimde karbondioksit salımı da hızlı bir artış içinde. Önümüzdeki 100 yıl içinde sıcaklık ortalamalarının 4-5 °C artışı söz konusu olabilir. Yağışlar kuzeye doğru çekiliyor. Akdeniz Bölgesi giderek daha az yağış alacak ve çölleşme tehlikesi ile karşı karşıya kalacak. Turizm sezonu da yazdan bahara kayacak. 

İklim değişikliği etik bir problemdir

Gelişmiş ülkelerde “güneş hakkı”, “güneşe erişim, güneşten yararlanabilme” hakkı yasal olarak koruma altına alınmış durumda. Bizde güneşi kullanma hakkı diye bir yasa bulunmuyor. Böyle bir yasa söz konusu iken yeni yapılacak yapılarla bir başkasının güneşten yararlanmasını engellemek mümkün olamaz. Türkiye’de sıcak hava dalgası afet kapsamında değerlendirilmemektedir. Oysa sıcak hava dalgası, pek çok yerde, pek çok kez, yaşlılar ve çocuklar başta olmak üzere yüksek sayıda kişinin ölümüne yol açmıştır.  
İklim değişikliği etik bir problemdir. Zira zararı veren ile zarar gören ayrı taraflardır.
2050’ye kadar sıcaklık ortalama 1 °C artarsa ısıtma ihtiyacı % 10 oranında azalacak, klima ihtiyacı ise % 30 artacaktır. İklim değişikliği, ısıtma ihtiyacını azaltırken soğutma ihtiyacını artırmaktadır. Doğal olarak bu durumda enerji talebi de artış göstermektedir. Şehirlerdeki bina yoğunluğu, rüzgarları da azaltıyor; hava kirliliğinin türünü değiştiriyor. Eskiden niteliği düşük kömür yakmaktan kaynaklanan, genizleri yakan kükürt kokulu bir hava kirliliği vardı. Şimdi kötü ozon içeren ve yaz sisi denilen bir sis mevcut. ABD’de bu durum için bir tedbir olarak bir otomobilin motorunu 5 dakikadan fazla açık tutmak yasaktır. Ülkemizde bunun gibi küçük önlemler bile alınamıyor ne yazık ki...

Türkiye’nin iklim değişikliği için risk yönetimi yapması gerekiyor

İklim değişikliği hala çoğu kişinin zihninde “buz parçası arayan zavallı ayıcığın hikayesi” olarak yer alıyor. Konunun boyutları ve etki alanı algılanmıyor. 1 °C’lik sıcaklık farkı, bir böcek cinsini çoğaltıyor ki bu böcek ağaçları öldürüyor. Ağaçlar kuruyarak ölüyor ve buna dumansız orman yangını deniyor. 1 °C’lik sıcaklık artışı, tarım rekoltesini % 10 oranında düşürüyor. Şiddetli yağışın tahliye edilmesi için kurgulanan sistemlerin yetersizliği, şehir sellerine yol açabiliyor ki şehir selleri, sel türlerinin en kötüsüdür. Su tasarrufu için musluğun gereksiz yere açık kalmaması, klozetlerin daha az su ile çalışmaları gibi tedbirler öngörülüyor. Oysa en çok suyu, yediklerimiz ve giydiklerimiz için tüketiyoruz. Örneğin 1 kilogram buğday elde etmek için 1 ton su gerekiyor. Benzer biçimde bir adet tişört üretebilmek için tonlarca su kullanımı söz konusu. Tasarrufu sadece su ya da enerji tüketimi olarak algılamamalıyız. Bunu bir yaşam biçimi halinde benimsemeli ve gerektiği kadar yemeli, gerektiği kadar giymeliyiz. 
Uganda’da bile iklim değişikliği acil eylem planı yapılmış durumda. Uganda için önemli bir gelir grubu olan kahve yetişen bölgeler raporlanmış, içlerinden belirledikleri ve gelecekte de ürün alabilmelerini sağlayacak bölgeler için önlemler, çözümler saptanmış. Bizde böyle bir plan yok. Afetler bir yoksulluk tuzağıdır. Dolayısıyla afet yönetimi bir kalkınma meselesidir. Kararlı ekonomi, yeşil ve güvenilir ekonomidir. Genellikle biz kriz yönetimini tercih ediyoruz. Oysa gelişmiş ülkeler risk yönetimi yapıyor, krizleri önlemenin yoluna bakıyor. İklim değişikliği de bir risk yönetimi gerektiriyor. Gelişmiş ülkelerde “3RE’; reduce-reuse-recycle (az tüket-yeniden kullan-geri dönüştür) üzerinde ciddi çalışmalar yapılıyor. Türkiye’nin de bu çalışmalara ağırlık vermesi gerekiyor”. 


Etiketler