Header Reklam
Header Reklam

İnsanlık İdealine Sahip Aydın Bir Sima; Ali İlerigelen Beyefendi’nin Aziz Hatırasına Saygıyla

05 Ekim 2000 Dergi: Ekim-2000
İnsanlık İdealine Sahip Aydın Bir Sima; Ali İlerigelen Beyefendi’nin Aziz Hatırasına Saygıyla

Dört yıl önce söyleşi yaptığımız günlerde yakından tanıma şansını yakaladığımız Ali İlerigelen Beyefendi’yi kaybetmenin derin üzüntüsünü okurlarımızla paylaşırken, merhuma Tanrı’dan rahmet, ailesi, dostları ve Fitateknik camiasına, sektörümüze başsağlığı diliyoruz.

İsmail CEYHAN

Şiirlerle ve anılarla bezenmiş güzel sohbetimizden 67 yaşında, evrensel düşünen aydın işadamı Ali Beyi tanımanın sevinci ile ayrıldık. Ülkemize ve insanlığa aşık, mesleki ahlak duyguları ile doplopu Ali Beyin güzel sohbeti ve 50 yıllık tecrübelerini zevkle okuyacağınıza inanıyoruz.

Nisan 1996


Bugünkü mesleğim ile ilgili çalışma yaşamım, sevgili hümanist patronum Todori Karakaşın Sirkecideki bir iş hanında çoğunluğu Rum asıllı dostlarım ve ustalarım arasında başlar. Onlarla geçen güzel yıllarımı hálá dün gibi hatırlarım. İlişkilerimiz o kadar dostça ve arkadaşça idi ki, yıllar önce Yunanistana göç eden Koço Vasos geçen yıl Atinadan telefon açarak benim Berat Kandilimi kutladı.

O yıllar ağırlık, Tekstil Klimasında. Belki Türkiyede ilk vantilatör onun atelyesinde yapılmıştır. Bugün Tokar olarak devam eden firması, konusunda ülkemizin ekolüdür. Bilahare, kendi firmamı 1952 yılında 125 TL. sermaye ile Taşkasapta açtım. Tabii 1250 TL. ile yalnız kepenk açmıyoruz; gerekli el aletleri, oksijen takımı, fabrikamda halen kullandığım Dixion marka sütunlu matkap tezgahı.

Zamanında Liramız öyle kıymetliydi ki, Alman işgali ve iç savaştan çıkmış Yunan Drahmisi ve savaş yorgunu İtalyan Lireti 5 Kuruş, Alman Markı serbest piyasada 2 Amerikan Doları ise 8 TL.

Demokrat Parti İktidarının ilk yılları; Marshall yardımı ve dolayısıyla Amerikaya bağımlılık günlerinin başlangıcı. Devletçi ağırlıklı ekonomiden Liberal ekonomiye geçiş zorlanması ve sermaye birikimi için tüm devlet imkanlarının kullanılışı ve yağmalanması. Bunların doğal sonucu olarak belli oda ve dernek mensupları ölçüsüz devlet teşvikleri Mark 90, Dolar 280 kuruştan, piyasada 3 TL olan Karabük Demir-Çelik mamülleri 90 kuruştan, bunun gibi birçok tahsis ucuz kredi ve teşvikler de sağlanmıştı. Bir kısım dürüst işadamları bu imkanları değerlendirerek atelyeler, fabrikalar kuruyor, vatandaşa iş olanakları açıyordu. Diğer bir kısmı ise bu yağmadan daha fazla faydalanmak için çeşitli oyunlarla temin ettikleri döviz ve hammadde tahsislerini karaborsada değerlendirerek köşe dönüyor. Kolay köşe dönmenin temelleri de ilk bu yıllarda atılıyor. Ekonomik dar boğaz ve iflasın sonucu 27 Mayıs devrimi. Ekonomiye daha sağlıklı bir yön vermek amacıyla kurulan Devlet Planlama Teşkilatı kısa süre devam eden bu anlayış yerini "Bize plan değil pilav lazım" anlayış ve temsilcilerinin elinde oyuncak haline geliyor. O yıllarda beslenme uzmanı bir ilim adamının şu sözlerini hep hatırlarım: "Nüfus artışı bu hızla devam ederse, 2000li yıllarda insanımızı besleyemez hale geliriz." Bugün kendi olanakları ile beslenebilen dünyanın yedi ülkesinden biri olan ülkemiz, ne yazık ki buğday ve et ithal etmek zorunda kalıyor.

1950li yıllarda Drahmisi 5 kuruş olan Yunanistanın bugün 280 TL, fert başına düşen milli geliri 12.500 Dolar, İtalyanın ise 17.000 Dolar iken ne yazık ki ülkemizde 2.500 Dolar. Tüm bunların yanı sıra ülke nüfusu ve soygunlar katlanmış gelirler arasındaki uçurumlar gittikçe büyümüştür. Bana tüm bunların üzerine niçin bu kadar olumsuz düşündüğümü sorabilirsiniz. O zaman biraz daha eskiye dönelim. 1930lu yıllardan başlayalım. İlkokul öğrencisiyim. Okulumuzda fakir öğrencilere 5 yıl boyunca öğlen yemeği veriliyor. Tertemiz masa örtüleri, öğretmenlerimiz etrafımızda bizlere yemek adabını öğretme çabası içindeler. Bir saat tenefüsü yemek yer yemez sınıflara dönüyoruz. Hepsi bizlere daha fazla bir şeyler öğretme gayretinde ve yarış içerisinde. Çünkü ATAMIZ YENİ NESLİ ONLARA EMANET ETMİŞ. Bu arada bir anımı anlatmadan geçemeyeceğim.

Sevgili öğretmenim Hadiye Onar, Tramvay parası tamamlamak bahanesi ile bizlerden onar yirmişer para topluyor. Tramvay Topkapı-Sirkeci arası üç kuruş on para, aktarmalı Bebeke kadar 5 kuruş. Babam tütün amelesi o yıllarda. Çapadan Ortaköye yayan gidiyor. Bu mesafe gidiş-geliş yaklaşık 20 km. ve her sabah namazını Eminönündeki Yeni Camiide kılıyor. Öğretmenimize dönelim: 5 yıl sonunda diploma günü, sınıfımızın en çalışkan 6 öğrencisinin velileri de çağrılmış; onlara keseler içinde bir şeyler veriyor ve bizlere dönerek "helal edin çocuklar, bunlar sizlerden 5 yıl boyunca topladığım tramvay paralarıydı. Arkadaşlarımızın ortaokul masraflarına katkımız ve teşvikimiz olsun" diyor.

Devam edelim; Zaman zaman annem bizleri Fatihten Odabaşı Camiine gelen Sürmeli Hocanın vaazlarına götürüyor. Hoca gerçekten heybetli, yakışıklı, gözleri de sürmeli, peşinde de on onbeş çarşaflı bayan. Hoca şöyle diyor; Ey cemaat sakın harama el uzatmayın ve zinhar borçlanmayın. kazandığınızla yetinin, daha fazla kazanmak için daha fazla çalışın, bir gün alacaklıya borcunuzu ödeyemezseniz boynunuz eğri kalır ve haysiyetinizi kaybedersiniz. Devletler de öyledir, onlar daha kötüsü istiklallerini kaybederler. "Bilmem size bir şey çağrıştırıyor mu?"

1944-47 yılları arasında Sirkecide Dr. Halil Sezer karyola fabrikasında işçiyim. Ustabaşımız Borman isimli, Alman işgalinden ülkemize sığınmış bir Macar Mühendis. Öğlen paydoslarında politika yapıyoruz. Ermeni, Kürt, Arnavut ve göçmen ustalarımız var. Ermeni katliamı, Kürt isyanları, faşizm, demokrasi hatta sosyalizm tartışıyoruz. Boman ustabaşımız bizlere yaşamda paradan da çok değerli şeyler olduğunu, (İnsan Sevgisi, Vatan Sevgisi, Hak ve adalet duygusu gibi) sürekli okumamızı öğütlüyor. Tüm bunlar beni son derece etkiliyor. Okuma tutkusu sevdaya dönüşüyor. Ülkenin belli başlı yazar ve şairlerin yanı sıra Dünya Edebiyatından okumadığım pek az eser kalmıştır. Bu tutkum o gün olduğu gibi şimdi de devam ediyor. Hâlâ okumak benim en büyük tutkum. 50 yıldan beri üç dört gazete satın alarak okuyorum. Dilerseniz söyleşimizi noktalayalım. (Her ne kadar söylesem tesiri yok, sussam gönül razı olmasada) şimdi siz bana diyebilirsiniz ki 60lı yıllarda trenlerde ciklet satarak, Mahmut Paşada tezgahtarlık yaparak veya manavlıktan ve oto komisyonculuğundan büyük şirketlere, medyalara, bankalara sahip bunca insan varken, sizin bir arpa boyu kadar bile sayılmayacak bugünkü gelişmenizi nasıl izah edersiniz? Cevabım özgeçmişimi bir kez daha okumanızdır. Ben temiz ve adil toplum olgusunun gerekliliğine inandığım gibi içinde bulunduğumuz, yaşamak zorunda olduğumuz bu sistemin faziletine de inanmaya yönelmiş bir insanım.

Tüm bunlara rağmen 44 yıldır emekçilerimle ürettiklerim ülkemin binlerce tesis ve işletmesinde en iyi şekilde değerlendirildiği ve tanındığı gibi 20 yabancı ülkede beğeni kazanmış ve pazar bulmuştur. Ayrıca bana bu imkanları sağlayan devletime karşı görevlerimi elimden geldiği kadar yapmaya çalışıyorum. Uzun yıllardan beri yüksek düzeyde vergi ödeyen mükellefler arasındayım. Ticaret ve Sanayi Odalarının gümüş, bronz ve altın madalyalarıyla yıllarca taltif edildim. Son vergilendirme döneminde ise İstanbuldaki 450.000 küsür gelir vergisi mükellefi içinde 62. sıradayım.