Dünyanın ilk denizaltısını biz yapmışız da ne olmuş?
Seyyid Vehbi’nin ‘Surname-i Hümayun’unda verdiği bilgiye göre; dünyanın ilk denizaltısını Mimar İbrahim Efendi, 1719 yılında geliştirmiş. (Gerçi bu bilgiyi destekleyen bir yabancı kaynak bulamadım ama Türkçe kaynak ziyadesiyle var!)
Şehzadelerin sünnet düğünlerinde eğlencenin dibine vurmak adetmiş. Sultan III. Ahmet’in şehzadelerinin sünnetinde de adet üzere debdebeli bir sünnet düğünü tertip edilmiş. Seyyid Vehbi’nin “acaip ve garaib işlerin en büyüğü” dediği, yaklaşık 15 metre uzunluğunda dev bir timsaha benzeyen kütlenin suları köpürterek deniz yüzeyine çıkmasının şaşkınlığını üzerinden atamayan izleyenler, timsah/denizaltının su yüzüne çıkmasından sonra, tam padişahın önüne geldiğinde ağzını açması, içinden çıkan rakkaseler ve çalgıcıların dans etmeye başlaması üzerine neredeyse küçük dillerini yutacakmış. Yani tasarladığımız ilk denizaltı Tahtelbahir, her ne kadar savunma, bilimsel araştırma gibi bir amaç yerine eğlence/gösteri amacıyla tasarlanmış olsa da, rivayet o ki yapmışız işte. Hatta içinden birkaç rakkase çıktığına göre, birkaç kişiye yetecek havalandırma ihtiyacının karşılanması bile ihmal edilmemiş. Bu şöyle bir tasarımmış: Ağız kısımlarından birleştirilmiş kayıklardan oluşuyormuş, su geçirmesini önlemek için katranla kaplanmış. Batıp yeniden su yüzüne çıkması da, halatlarla gemiye bağlanan ağırlıkların bırakılıp yeniden toplanması ile sağlanmış. Teknenin dış tarafında yelpazeye benzeyen uçlar, su altında insanların ihtiyacı olan havayı alabilmesi için tasarlanmış. Hatta bu sistem estetik açıdan çirkin görünmesin diye, tekneye konmuş kuş görüntüsü verilmiş. Tamam, diyelim ki yaptık, öyleyse neden yüz yıl sonra Yunanlıların denizaltısına gıcık olup, onları yapan İngiliz mühendis George Garrett’i apar topar getirerek iki denizaltı sipariş etmeye ihtiyaç duyduk? Yüz yıl içinde denizaltı yapımını geliştirerek biz İngiltere’ye “know-how” verecek duruma gelemedik? İngiliz mühendisin yaptığı denizaltılara dönecek olursak; “tarihin ilk savaşçı denizaltısı bunlar” diye övündüğümüz denizaltıların faydasını gördük mü? Hayır. Biz, dalış süreleri birkaç dakika olan, su altında denge sağlayamayan ve hareket kabiliyetleri yok denecek kadar az olan bu denizaltıları yapımından aylarca sonra denize indirip denemelere başlayana kadar denizaltı teknolojileri hızla gelişti ve biz yetişemedik.
Yine sadece yerli kaynaklarda bolca yer alan “buluşlarımız” arasında en ünlüleri, kıtalar arası ilk uçan insan (Hezarfen Ahmet Çelebi), füzeyle ilk uçan (uçmadan önce dönemin padişahı IV. Murad’a “İsa Peygamber ile görüşmeye gidiyorum”, dönünce de “İsa Peygamber sana selam söyledi Padişahım” dediği rivayet edilen Lagari Hasan Çelebi), Japon hükümdarı için Padişah Abdülhamit’in emriyle yapılan, sema yaparak dönen ve saat başlarında ezan okuyan robot saat (Derviş Musa Dede) olsa gerek.
Yani bilim ve teknolojiyi ne kadar önemsemişiz, teknolojiyi ve paralelinde endüstriyi geliştirebilmek için ne kadar efor sarf etmişiz bilemiyorum ama “biz bulduk, biz yaptık” demeyi çok sevdiğimizi, bunlardan gurur duyduğumuzu gayet iyi görebiliyorum. Tabii ki bu da çok güzel bir şey, böyle başarıların gurur duyulası bir şey olduğunu kabul ettiğimizi gösterir. O zaman bu gururun altını da çok iyi doldurabilmemiz, bunun için çok çalışmamız gerekiyor. Bilimsel çalışmaların, Ar-Ge ve inovasyon altyapılarının, bilimsel çıktıların endüstri ve ticaret hayatımıza yansımalarının desteklenmesi gerekiyor. Türkiye’nin güçlenen endüstrisi, bugün ve tüm zamanlarda gündemlerimize giren pek çok ekonomik, siyasi, sosyal sorununun çözümü olacaktır.