Clicky

Header Reklam
Header Reklam

Demokrasinin koalisyon korkusu ile sınavı

05 Ekim 2015 Dergi: Ekim-2015

Coalitio, -co; birlikte ve –alitio; büyümek Latince sözcüklerinden türemiş bir bileşik sözcük. Bu noktadan yola çıkılırsa, koalisyon pozitif bir anlama sahip görünüyor. Siyasal alanda koalisyon, birkaç devletin geçici olarak başka bir devlete veya faaliyete karşı birleşmesi anlamında kullanılıyor. Koalisyon hükümeti ise, birden fazla parti veya gruba bağlı üyelerin oluşturduğu hükümet. Şimdilerde siyasetin öcüsü gibi bir ürkü kaynağına dönüşen koalisyon hükümeti fikrini artıları ve dahi eksileri ile birlikte düşünmek gerek. Bir kere koalisyon kurabilmek için “demokratik uzlaşı” kültürü gerekiyor ve koalisyonlar bu kültürü geliştiriyor. Siyasal keskinliklerin, aşırılıkların törpülenmesi gerekiyor, bunun ise toplumu şiddetten uzaklaştırıcı, huzur katsayısını artırıcı olacağını söylemek mümkün. Şiddet kültürü ve demokrasi kültürü, aynı mahallede ikamet edemez. Tüm bunlara karşın koalisyon, kırılgan bir çoğunluk olabileceği için istikrarsızlık endişesi yaratıyor. Bu endişenin daha az veya daha çok olması, topluma nüfuz etmiş (veya edememiş) demokrasi kültürünün düzeyine bağlı. Demokrasi kültürü var ise koalisyon başarılı işler yapabilir. İsviçre neredeyse yarım yüzyıllık bir döneminde koalisyonlarla yönetildi. Avrupa’nın lideri Almanya da koalisyonlar cenneti. Kuzey Avrupa ülkeleri de koalisyona fena halde aşina. Hangisinde istikrarsızlık, toplumsal refah fukaralığı baş gösterdi? Gelişmiş liberal demokrasilerin koalisyonla ilgili fobileri olmuyor. Zaten farklı fikirlerin, görüş ve yaklaşımların birlikteliği olarak ele alınırsa, koalisyon her bir partinin kendi içinde de var, olmalı da… Yani tek parti iktidarında da farklı görüşlerin birlikteliği söz konusu…

AB’ye entegrasyon süreci başladığında “mümkünü yok bizi AB’ye almazlar”cıların karşısında “AB’yle entegrasyon sürecinin başlaması önemli, AB’ye girmek değil”ciler de vardı. Onlar, bu sürece girmiş olmanın en büyük artısı olarak Türkiye’nin demokratikleşme düzeyinin yükseleceğini umut ediyordu. Bu süreçte onca adım da atılmışken demokrasi konusunda kaygıların artması bu umutların boşa çıktığını mı gösteriyor? Demokrasi düzeyimiz, muhalefete gösterilen tahammül ve hoşgörü ile de ilintili. İktidarlar her zaman, her yerde, her biçimde var oldu, muhalefet ise sadece demokrasilerde. Ne demiş Mussolini: “Kurduğumuz rejim kusursuz olduğu için muhalefete gerek yoktur”!

Bazı akil adamlar, demokrasinin refah ve kültür düzeyi ile doğru orantılı olduğunun altını çiziyor. Fakirlik ve cehaletin olduğu yerde hürriyet, demokrasi gibi talepler öncelikli olamıyor. Belli bir refah ve kültür seviyesine erişildikten sonra toplum, daha gelişmiş bir sosyal hayat, daha fazla insan hakları talep etmeye başlıyor. Giderek artan talepleri için uzlaşı kültürünü içselleştiriyor ve demokratik tutum aile yapılarına nüfus ediyor. İş yerlerinde demokratiklik düzeyi yükseliyor. Toplumdaki demokrasi seviyesi siyasal hayatı belirliyor.

-Gerçi sonrasında köprünün altından çok sular akıtmış olsa da- bir zamanlar Hasan Cemal, “Demokrasi Korkusu” kitabında “ülkemizde iç barışın, istikrarın ve güzel bir geleceğin yolu, demokrasinin yaygınlaşıp derinleşmesinden geçiyor” demişti. Demokrasi korkusu veya koalisyon korkusunun aşılması, insanlık için küçük, bizim için büyük bir adım olabilir. İktidarda tek parti olduğunda iki şık var: Ülkeyi iyi yönetebilir veya ülkeyi kötü yönetebilir. İktidarda bir koalisyon hükümeti olduğunda iki şık var: Ülkeyi iyi yönetebilir veya ülkeyi kötü yönetebilir. İyi bir ülke yönetimi için iktidarda tek parti de olsa, koalisyon da olsa toplumsal uzlaşıya özen göstermek gerekmiyor mu?

1952 yılında Akşam Gazetesi kurucularından, siyaset adamı Necmettin Sadak “partici değil, partili olma”nın gereğine dikkat çekmişti. Sadak, parti programının parti içinde tartışılabilir bir şey olduğunu, bir mezhep, bir ahlak öğretisi gibi ele alınmaması gerektiğini söylemişti. Ona göre particiler için partisi din gibidir, tartışılmaz, taviz verilemez. Partililer, diğer partililerle müzakere yapabilir, uzlaşı sağlayabilir, ortak akıl arayışlarında bulunabilir ama “partici” bunu yapamaz. Evet, sağlıklı bir siyasal yapının partici değil partililere ihtiyaç duyduğuna şüphe yok.

İlginç olan şey şu; herkes ama herkes –istisnasız- aynı şeyi istiyor: Ülkenin refahının, gelişmişlik düzeyinin artmasını, yani ülkenin iyiliğini… Herkes aynı şeyi istiyor ama ortak amaç için bir araya gelmeyi reddediyor…

Oya Bakır
oyabakir@dogayayin.com