Küba'yı görmeyen ve görmek isteyenler için son çağrı
Küba’ya beş yıl sonra yeniden gitmek, onca yola, yoğun bir gezi programına rağmen bedensel değil zihinsel bir yorgunluk yarattı. Siyasal sistemlerle insanın doğası arasındaki ilişkinin sorgulanması karmaşık bir beyin egzersizi… Küba’yı, Kübalı müzik grubu Buena Fe’nin “her bir insan değerlidir burada” şarkı sözlerindeki gibi algıladık, eğitim ve sağlığın her bir Küba vatandaşı için tamamen ücretsiz olarak sağlandığı, “dünya barışının kolluk kuvveti”(!) ABD’ye karşı 55 yıllık karşı duruşunu biraz da kıskanarak izlediğimiz Küba’yı sevdik. Beş yıl önce Kübalı rehberimize yönelttiğimiz “Castro’dan sonra ne olacak” sorumuza -biraz sinirli- “meclisteki yüzlerce üyemizden biri görevi devralacak ve Küba yoluna devam edecek” yanıtını almıştık. Bu kez durum farklıydı. Castro yönetimi, 2011 yılından bu yana Kübalılara banka kredisi alma hakkı tanıdı. Küba’da halkın %79’u kamu kesiminde istihdam ediliyor. Hükümetin amacı, kamu çalışanı 1,5 milyon kişiyi özel sektöre geçirmek. Hükümet verilerine göre Küba’da 400 binden fazla kişi serbest meslek sahibi ve yaklaşık 100 bini de küçük işletmelerde işçi olarak çalışıyor. 1990’lı yılların ortalarına doğru ivmelendirilen turizm hamlesi, önceleri devlet işletmesi olan bazı tesislerde –bir yere kadar- konfor koşullarının sağlandığı konaklama imkanı sunuyordu. Şimdi küçük-özel işletmeler, ev pansiyonları ile turizme, yani 1 ABD Dolarına eşdeğer olan “Turist Peso”suna temas edebilen Kübalılar yarattı. Bu, ortalama aylık geliri 20 USD olan Küba halkı arasında bir gelir dengesizliği yaratıyor. Zira turizme değenler, örneğin bir otel kat görevlisi, kapıcısı, taksi şoförü, garson vb. bir doktordan, bir mühendisten daha fazla kazanabilme olanağına sahip. Mesai saatinin dışında taksi şoförlüğü yapan doktorlar olabiliyor. Bakkal tabelası bulunmayan Küba’da artık marketler var ve marketlerde plazma tv’lerden parfümlü sabunlara kadar her şey var, tabii yerli Peso ile değil turistik Peso yani CUC ile satılıyor. Yani devletin yerli Peso ile verdiği maaş, sadece beslenme, barınma, elektrik, su, temel ihtiyaç kapsamında bir-iki harcamaya yetiyor. Tabii bir de iletişim araçlarının –yasaklar olsa da- engel tanımayan olanakları ile tüketim toplumlarını izleyebilme, sahip olunmayanları görüp isteme konusunda da “gelişme”ler (!) var. Küba’da otomobil alımı serbest bırakıldı. Ama bir otomobilin fiyatı, bir Avrupa ülkesinin dört katı, en ucuz otomobil 90 bin TL’den başlıyor. Kübalılar otomobillerin bu kadar pahalı olmasına kızıyor. Hükümet, aradaki farkın hala kısmen kamyonlarla yapılan toplu taşıma sistemlerini geliştirmek için harcanacağını söylüyor. (Bu arada toplu taşıma ile ilgili bir not düşelim: yolda ulaşım ihtiyacı için bekleyen bir Kübalıyı almak zarureti bulunuyor. Turist otobüsü bile gittiği bir yerden boş dönmek hakkına sahip değil.) Otomobil fiyatları 10.000 $ olsa ne olacak? Aylık geliri 20 $ olan Kübalı bir otomobile sahip olabilmek için 500 aylık maaşını mı biriktirecek? Demek ki otomobil alımı zaten 20 $ aylıklı bir Kübalı için söz konusu değil. Rehberimiz “iletişim özgürlüğü yok diyor, internet çok yavaş”, biz de soruyoruz “hangi bilgilere ulaşamıyorsunuz” diye… “Örneğin Amerikan filmlerini indiremiyor, izleyemiyoruz, müzik kliplerini de” diyor… Hükümeti “özgürlüklerin kısıtı” olarak görüyor.
Hemen Küba’ya uygulanan ambargo ile ilgili, yıllar önce adayı ziyaret eden bir senatörün sözlerini hatırlıyoruz: “Bu ablukayı hemen kaldırmazsak, Küba’ya kapitalizmi nasıl getirebiliriz ki”…
Washington'da, Cumhuriyetçi Partililerin çoğu Küba'ya ambargoyu savunurken, Demokrat Partili siyasiler, ambargonun kaldırılması eğilimindeler. Florida'da yeniden valilik seçimine Demokrat Parti'den giren eski Cumhuriyetçi Partili Crist, seçim kampanyası çerçevesinde yaptığı açıklamada, "şayet Küba'ya demokrasi getirmek istiyorsak, Amerikan değerlerini cesaretlendirmemiz ve oraya yatırım yapmamız lazım" derken bunun Florida ekonomisini canlandıracağını, çok büyük çaplı inşaat çalışmalarına ihtiyacı olan adada yatırım görmek istediğini dile getirmişti. Evet, hükümetin ücretsiz olarak dağıttığı yiyeceğin hesabının yapıldığı “libreta” adı verilen yiyecek karnesi nüfusun önemli bir bölümü için hala bir gereklilik olabilir. “Gelişme” için tüketim kabiliyetinin halka yayılması gerekli görülebilir. Özgürlüğün “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” düşüncesi ile koşut olduğu sanılabilir. Ama Küba’da devrim sonrası kuşakların henüz tanımadıkları bir gerçek; gerçek yoksulluğun ne olduğudur. İnsanın, sosyal güvenlik numarası yoksa hastanenin kapısından içeri alınmadığı, parası yoksa bırak eğitim olanağını, beslenme, barınma olanağının bile olmadığı bir dünya ile tanışmak istiyorlar. Çünkü insanoğlu için “olmak” değil, “sahip olmak” dürtüsü baskın geliyor. Erich Fromm’un To Have or To Be (Sahip olmak ya da Olmak) kitabında anlattığı gibi; “Bölüşmek yerine sahip olmak kişiye haz verir. Ne kadar çok şeyi olursa o kadar mutlu olacağını sanır… Herkes biraz daha fazla şeye sahip olmak istediği sürece sınıflar oluşacak bunlar da giderek uluslararası savaşlara yol açacaktır… Tüketilen şey, tükendiği anda kişinin tatmin duygusunu ortadan kaldırır ve yeniden ve bir öncekinden daha fazla tüketme arzusu yaratır”. Sonunda şuna götürür: “Sahip olduğum ve tükettiğim şeyler dışında bir hiçim”. Oysa insanlar hiçbir zaman yeterince şeye sahip olamayacaktır. “Kapitalist veya komünist sistemlerde herkese belirli bir asgari gelir düzeyinin sağlanması birçok sorunun çözülmesini sağlayabilir. Her insanın aç ve evsiz kalmama hakkı vardır” diyen Fromm, son Küba gezimde çuvalladı diyebilirim. Ama umudumu besleyen düşünürlere sığınıyorum:
“Ne kadar azsan, yaşamını ne kadar az görkemli kurmuşsan, o kadar çok şeyin vardır demektir ve görkemsiz yaşamın o denli büyüktür” Karl Marx.
Hindistan Bağımsızlık Hareketi'nin siyasi ve ruhani lideri Gandi: “Basit yaşa ki başkaları da var olabilsin.”
Oya Bakır