Kim bilir, belki de Tavla'dan Satranca geçmeliyiz?
Doğu ile Batı kültürü, tarih boyunca farklılık göstermiş ve farklılığını korumuştur. Hep Doğu’da “tevekkül” (Her türlü gerekli sebebe başvurduktan sonra kadere razı olup sonucu Allah’tan bekleme, işlerini Allah’a bırakma) tüm varlığını korurken, Batı, 18. yüzyılla beraber “Aydınlanma Çağı”na girerek, din ya da tanrı merkezli toplumsal yapının ve düzenlemelerin yerini akıl merkezli toplumsal düzenlemelere bıraktı.
Aydınlanma Çağı, aklı kurucu ilke olarak benimsemiş, dünyayı, yaşama bakış açısını bu pencereden bakarak yapılandırmıştır. Kant, aydınlanmacılığı, "aklı kullanma cesareti" olarak tanımlamıştır.
Akıl çağı, “şans” diye bir etmeni tamamen sıfırlamamakla beraber, “şansa” belirleyici gücü vermemiş, onu “yardımcı rollerde” tanımlamıştır, insan aklı, başroldedir.
Çok önceleri, tavla ve satrançla ilgili bir yazı yazmıştım; kökenleri sayılabilecek Hint ve İran kralları, şahları ile ilgili… Satrancı icat eden; her kim ki bir ve daha çok adım sonrasını görebiliyorsa o kazanır derken, karşılığında tavlayı icat eden; evet, her kim ki bir ve daha çok adım sonrasını görebiliyorsa o kazanır ama biraz da şanstır demiştir. Batı, satrancı kabul etti, biz ise tavlayı. Doğulu yanımız hep şansı çağırdı ve tevekkülü. Oysa Batı, “güç” ile “şans”ı bir potada gördü ve tüm duygusallıkların ötesinde aklın emirlerini icra etmeye çalıştı.
Geçenlerde bir İktisat Profesörümüz, Türkiye finansal krize girmez, çünkü Türkiye “reel kriz”in içinde diyordu. Bir diğer ekonomistimize göre “reel kriz”, herkesin algılayabileceği, birden çok ölçütün “bunalım”a işaret ettiği bir “sakat” yapıyı, “finansal kriz” ise genel ölçütlere göre “bunalım” sayılmayacak bir ortamda, bir ekonomik belirleyicinin sapması haliyle kendini gösterecek “daralma” olarak açıklanıyor. Yani, Türkiye finansal bir krize giremez, çünkü Türkiye “reel bir kriz” içinde aslında diyorlar. Ama her birimiz elimizdeki zarlara güvenmek istiyorsak, bunu algılamakta geç kalabiliriz.
Dünya, her nereye gidiyorsa, çok hızlı gidiyor. Yakalayabilmek, yetişmek için “niyet”in yanında “akılcı” bir bakış açısı gerekiyor. Reel krizi endüstrimiz tek başına aşamaz, reel kriz, yüksek işsizlik oranı demek, yüksek dış borç, yüksek dış ticaret açığı, düşük büyüme hızı demek.. Yani “sanal” bir takım göstergeleri esas alıp, kendi şansımıza güvenerek atacağımız adımlarla oynayacağımız kumar, kritik riskler içeriyor.
Özetle “ya ben bu risk çemberinden geçebilirsem” diye bir şey yok, kaza kurşunlarına ne kadar güvenebilirsin ki?
Meslek örgütleri de bunun için değil mi? Endüstri olarak çözüm bulmak ve endüstri olarak gelişebilmek.. Bu noktada meslek örgütlerine büyük sorumluluk düşüyor.
Salt bulunduğumuz noktanın penceresinden ve birazda şansımıza pay bırakarak bakarsak çok geç kalabiliriz. Geleceği, birkaç adım sonrasını düşünerek öngörü geliştirmek, belki de en önemli gücümüz olacak; zarları boş vererek…
İhtiyacımız olan enerji de zaten kapımıza gelmiş, dayanmış baharda mevcut.
Tüm okurlarımızın bahar bayramını kutluyoruz...
Oya BAKIR
oyabakir@dogayayin.com