“Hayalci hücreler”i olmayan tırtıllar, kelebek olamaz…
Bir üniversitenin akademik yıl açılışında, dekanın konuşmasının videosu 100 bini aşkın kişi tarafından izlendi. Bu, bir popçu veya manken için az, ama bir akademisyen için ilgi çekecek bir sayı. İnsan merak etmeden duramıyor… O konuşma, Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Türker Kılıç’a ait. Burada yerim yettiği kadar özetleyeceğim ama yine de tamamının izlenmesini tavsiye ederim.
Prof. Kılıç, “Bilimsel devrimler doğrusal gelişmiyorlar. Bir soğanın katmanları gibi küresel katmanlar halinde, sonraki, bir öncekini yanlışlayacak şekilde değil de, bir öncekini kuşatacak şekilde gelişiyor” diyor ve bilimin siyaset ve ekonomi dahil olmak üzere hayatın her alanını etkilediğini, belirleyici olduğunu vurguluyor. Prof. Kılıç’a göre son üç yılın en önemli bilimsel devrimi şunlar: Laniakea, Epigenetic, Connectome…
Geçtiğimiz yıl Hawaii Üniversitesi’nden bir grup astronomun yeni bir çalışması yayınladı. Bu çalışmaya göre Laniakea, içinde 100 binden fazla samanyoluna benzer galaksi bulunduran ve 500 milyon ışık yıllık bir alanı kapsayan bir süper küme. Bu galaksilerin her birinde milyonlarca, milyarlarca hatta trilyonlarca yıldız bulunuyor. Bizim galaksimiz bu süper küme içinde belirgin bir nokta bile değil. Bu süper kümeye, yerel dilde “akıl almaz boyutlardaki cennet” yani Laniakea adı veriliyor. Türker Hoca; “Tüm evrenin tek bir enerji birimi var. Her şey birbiri ile ilintili, bütün yapı birbiri ile entegre olmuş parçalardan oluşuyor” diyor ve enerji, maddeyi yaratan ana unsur olduğuna göre, maddenin esasından değil, enerjinin esasından yola çıkmamız gereğine dikkat çekiyor.
1953’te DNA sarmalı ortaya atılıyor. Bu dönem itibarıyla DNA"RNA"Protein sentezinin tek yönlü olduğu bilinmekteydi. Bu şu demek; insanlar genlerinin kontrolündedir. Herkes DNA’sı kadardır, DNA’sında ne varsa onu yaşar. Genleri kadar zeki, genleri kadar sağlıklı, hatta genleri kadar mutludur. Ama gel gör ki öyle değilmiş. DNADRNADProtein sentezi çift yönlüymüş. Yani proteinin RNA’yı, RNA’nın DNA’yı değiştirme kapasitesi varmış. O zaman ne oldu “değişmez gen” gerçeği? Proteini değiştirebiliyorsan, DNA’yı da değiştirebilirsin demek. Türker Kılıç diyor ki: “Buradan şu çok önemli anlam çıkmaktadır; bizler, doğduğumuz andaki DNA’larla hayatı terk etmiyoruz. Yaşamımız boyunca çevre faktörleri hatta düşüncelerimizle bile zaman içinde DNA’larımızı değiştirebileceğimiz ve bunu da sonraki kuşaklara aktarabileceğimiz kavramına ulaşırız. Bu, evrim sürecine daha ‘doğrudan’ bir kapı açar görünmektedir. Bu bilimsel bilgi, insanın gen yapısını kutsal olmaktan çıkarmış, düşüncesini ve yaratıcılığını, hatta DNA’sını bile etkileyecek güç ve özgürlük alanı sağlamıştır.” İşte “ırsi (kalıtımsal) olup, genetik olmayan durumları inceleyen” bilim dalı “genler üstü genetik” anlamına gelen “epigenetik” çalışmalarında özellikle DNA’ları eş olan tek yumurta ikizleri inceleniyor. Neden aynı hastalıklara farklı tepkilerin verildiği, hatta neden farklı mizaç özelliklerine sahip oldukları gibi pek çok “fark”ın nedeni araştırılıyor.Gen ile bize aktarılan bir şey, gen dışındaki koşullara bağlı olarak aktive olabiliyor veya olmayabiliyor. Yani artık “soydur çeker” deyip geçemeyeceğiz.
Gelelim, “Connectome”a…Türker Hoca şunları söylüyor: “Kelimenin tam çevirisi olmadığı için, beynin faaliyetini temsil etmek üzere şimdilik, nöro-zihin (zihni meydana getiren sinirsel ağ) ifadesi kullanılıyor. Beynin 100 milyar nörondan (sinir hücresinden) oluştuğu bilinir, oysa beyin, bu sinir hücrelerinin oluşturduğu 2 üzeri 100 olasılık içeren bir enformasyon bütünü olarak görülmeli. Beyin, zihin yaratan bir organdır.” Yani öteden beri süregelen beden-zihin ikilemi de değişmiş görünüyor. Prof. Dr. Türker Kılıç, “İnsan, kendi genomu değil, kendi Connectome’udur. Bu, beynin, kendi bilgi ağları anlayışını, insanın organı olan beynin sınırlarından alıp, bilgi ağı olan zihin sınırsızlığına ulaştırmıştır” diyor ve zihnin bu yapısı yani Connectome ile iç içe geçmiş, birbiri ile bağlı süper yapı Laniakea kavramları arasında büyük benzerlik olduğunu, epigenetiğin de bu bütünleşik yapı içinde yer aldığını gösteriyor. Konuşmasının son bölümünde Prof. Kılıç şunları söylüyor: “Düşünce, inançtan ve maddeden üstündür. Biyoloji ve bilinci şekillendirme yeteneği vardır. Richard Dawkins’in ‘Gen Bencildir’ kitabında bahsettiği gibi güçlü olanın kazandığı bir doğal seleksiyon değildir hayat. Tersine, insanlar, tek bir vücudun hücreleri gibidir, birlikte hareket etmelidir… Her dönüşüm zordur ve içinde acı vardır. Her tırtıl, kelebek olmaz. Hayalci hücreler adı verilen hücre türü hepsinde bulunmaz. Hayalci hücreler, rahatsız hücrelerdir. Tırtılın bağışıklık sistemi bu hücrelerin düşman olduğunu düşünür, ona saldırır. İşte sadece bu hücrelerden belli bir miktardan fazlasına sahip olan tırtıllar kelebek olabilir.”