Geleceğimizin tek tehdidi Covid-19 değil!
“Yeni yıl, yeni umut” diye girdiğimiz 2020, pandemi sebebiyle neredeyse global bir kabus oldu. Günlük yaşamımıza maskeler dahil oldu, dünya kıtlığın, fırsatçılığın, yokluğun ne demek olduğunu hatırladı. Herkesin gözü kulağı gelecek aşı haberlerinde. Elbette bu konuda da şaibeler, komplo teorileri aldı yürüdü… Gelgelelim, “dünyada sonlanmayan bir salgın yoktur” gerçeğinden yola çıkarak hatırlamakta, hatırlatmakta fayda var ki gezegenimiz için en büyük tehdit Covid-19 değil. Bir küresel ısınma ve iklim değişikliği gerçeği var ki, bugünlerimizi mumla arayabiliriz…
ABD’nin Colorado eyaletinde ortalama 1700 metre rakıma sahip Denver isimli bir şehir var. Denver, Eylül ayının 7 ve 8. günleri arasında inanılması güç bir hava değişimine maruz kaldı. 7 Eylül’de 34-35 derece ölçülen hava sıcaklığı 8 Eylül’de (ortalama 14 saat kadar sonra hatta) 2 derecelere düştü ve kar yağışı görüldü. 14 saat içinde yaklaşık 33 derecelik bir soğumadan bahsediyorum… “Denver bize uzak, oraların ekstrem hava durumu bize dokunmaz” diyorsanız, acele etmeyin derim. Çünkü Türkiye’de de 2020’nin Mayıs ayında Eskişehir’in Mihalgazi ilçesinde benzer bir olay görülmüş. 21 Mayıs’ta tam 38 dereceyi gören sıcaklık, 22 Mayıs sabahı 12 dereceye inmiş. Aynı tarihlerde İstanbul’da hava sıcaklığı 32 dereceden 15 dereceye düşmüş. Yani kimsenin iklim değişikliği ve küresel ısınmanın neticelerinden kaçma şansı yok.
Durumun bilonçosu oldukça ağır: Doğa uyuması gereken zaman diliminde uyanıyor ya da tam tersi, bitki ve hayvan türlerinin bazıları yok oluyor ki bu da doğanın muazzam dengesini ciddi anlamda tehdit ediyor. “Buzulların erimesi sonucu ortaya çıkabilecek çağlar öncesinin hastalıkları” mevzusunu dillendirmek bile istemiyorum. Çiftçinin mahsülü, ağaçların meyveleri mahvoluyor. Bu felaket zincirinin halkaları mükemmel şekilde birbirine bağlandıkça ülkelerin ekonomileri alt üst oluyor, dünyanın dengesi çatırdamaya başlıyor, inşanlar gittikçe daha büyük bir krize doğru sürükleniyor.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi sahip olduğumuz “doğanın kendini yenileme gücü”nü de elinden alıyoruz. Mesela 2019 yılında Türkiye’de tam 3.192 hektar orman yangını gördük. Bu yıl da geçen yılı aratmıyoruz… Dere yataklarına şehirler kurup canlarımızı sele veriyoruz (Dereli ilçesinin yukarıdan çekilmiş fotoğrafını gördünüz mü?)… Ülkemizde her yıl ortalama 500 milyon ton verimli toprağımız erozyon sebebiyle yok oluyor. Akarsularımızı HES’lerle, denizlerimizi plastiklerle mutlak bir sona doğru götürüyoruz. Doğalgaz bulduk diye seviniyoruz (sevinelim elbette) ama sahip olduğumuz rüzgar, güneş enerjisi gibi yenilenebilir kaynaklarımızı neden hakkıyla kullanmadığımızı sorgulamıyoruz.
İnsanlığın doğa üzerinde bir yıl içinde yarattığı talebin, dünyadaki doğal kaynakların yenilenme hızını aştığı gün, “Dünya Limit Aşım Günü” olarak ifade ediliyor. Bu yıl Dünya Limit Aşım Günü 22 Ağustos tarihine denk geldi. Yani gezegenimizin 12 ayda ürettiği doğal kaynağı 8 ay içinde tükettik, önümüzdeki yılın kaynaklarına el uzattık demek bu… Hatta Türkiye’nin karnesi daha da vahim; ülkemiz 26 Haziran 2020 itibarıyla önümüzdeki yılın kaynaklarını kullanmaya başladı bile…
Unutmayalım; Covid-19 salgını er ya da geç bitecek. Ama gezegenimizin hastalığı gün geçtikçe kronikleşiyor. Ülkelerin, iklim sorununa öncelik vermesi, konuyu en önemli küresel kriz olarak ele alması ve bu doğrultuda önlemler alınması, dünyanın geleceği için acilen atılması gereken adımlardır.
İklim değişikliği konusunda farkındalık yaratmak için olabildiğince yükses sesle bağıran 15 yaşındaki Greta Thunberg, başlattığı eylemlerle ilgili kurduğu şu cümle ile bireysel sorumluluğumuzu da hatırlatıyor: “Bunu yapıyorum çünkü başka kimse bir şey yapmıyor. Yapabileceğimi yapmak, benim ahlakî sorumluluğum.”
“Doğa her zaman intikamını alır” gerçeği ile yüzleşmek, onu alt etmeye çalışmak yerine onunla uyum içinde yaşamak, bireysel olarak da kendimizi sorumlu hissetmek ve davranışlarımızı, alışkanlıklarımızı bu yönde değiştirmek, geleceğimizi kurtarmanın belki de tek yolu…
Gökçen Parlar Ünal
gokcenparlar@doyayin.com