'Az gelişmişlik, zürafaya benzer, tanımlaması güçtür, ama nerede görseniz tanırsınız'(H.W.SINGER)
Gelişme olabilmesi için, bütünsel değişimin pozitif yönde olması gerekir. Pazar ekonomilerinde de süregelen değişim, pazarın tüm unsurları ve yansımalarını pozitif yönde etkileyerek gelişim sağlanmazsa, "çağ atlanmış" olunmaz.
Monopol veya Oligopol yapılarını kırmış bir pazar, çoğulcu ve güçlü bir yapıya doğru değişim gösterdiğinde, rekabet koşulları güçleşebilir. Bu değişim sürecine çok uluslu sermayenin, globalleşme ekonomik felsefesi ile dahil olması sonucunda rekabet, ciddi bir handikap olarak kabul edilebilir. Ancak globalleşmenin de kendi iç çelişkileri olduğu görülmektedir. Bu çelişkilerden biri, küçük firmaların, süreç içerisinde hızla erimesi beklentilerinin tersine güçlenmeleridir. Büyük ölçekli şirketlerin, mevcut pazar payı ve güçlerini korumak için daha fazla harcama ve yatırım yapmaları gerektiği, buna karşın daha büyük risk taşıdıkları gerçektir. Oysa küçük işletmelerin riski de, zorunlu harcamaları da küçüktür. Ekonomik seyri içerisinde temel hatalardan uzak durmaları halinde, az yükün getirdiği hareket yeteneği sayesinde gelişebildikleri görülüyor. Bu durum pazarda büyük, orta ve küçük ölçekli işletmeleri.aynı yarış alanında karşı karşıya bırakıyor. Birçok kavramın da yeniden tanımlanması gereği ortaya çıkıyor. Bunlardan biri de "büyüklük ölçütleri"nin yeniden tammlanmasıdır.
Eskiden büyüklük ölçütü denildiğinde ilk önce akla "ciro" gelmekteydi. Oysa şimdi, şirketin or-yantasyon yeteneği, büyüme hızı, pazarı yorumlamaktaki başarısı ve yeni yaklaşımlar getirebilme becerisi ön planda. "Ne" sorusuna yanıt verebilme yeteneğinin yanı sıra "Nasıl" sorusuna yanıt verebilme yeteneği gerekmekte. Bir ticari işletme amacının "ne" olduğu sorusuna kısa; net ve rasyonel bir yanıt olarak "kârlılık" diyebilir. Bu yanıtta kurumsal değerlerin büyük rolü yoktur. Ama kârlılığın "nasıl" elde edileceği sorusunun yanıtında kurumsal kültür ve değerler belirleyici olmakta. Bu noktada yaklaşımlar çeşitlenmekte. Rüştü Bozkurt'un tespitine göre, bu yaklaşımlar; Yapıcı yaklaşım, edilgen yaklaşım ve istismarcı yaklaşımı olarak gruplanabilir. Yapıcı yaklaşım, "imtiyaz" değil "fırsat eşitliği" istemektedir. Rekabeti, kendi üretimlerini (mal, hizmet, ticaret) iyileştirme çabalarına dayanır. Edilgen yaklaşım yapıcı yaklaşımın tersine kendi üretimlerindeki başarı yerine "nasıl" sorusunun yanıtını gözetmeksizin "zengin olma" tercihindedir. "Zengin olma" ile "zenginlik üretme" arasında bağ kurmamıştır, istismarcı yaklaşım ise sadece ülkenin/pazarın/kurumların zayıf noktalarını, zaaflarını, eksiklerini, yanlışlarını, açıklarını yakalamaya ve bunlardan "karambol" fırsatlar elde etmeye çalışır. "Gelişme"nin önündeki en büyük engel bu üçüncü gruptur. Bu grup sadece pazarın ekonomik yönden sağlıklı yapılanmasını engellemekle kalmayıp, meslek kodlarının, yapıcı zihniyetlerin gelişmesi ve yaygınlaşmasına da engel teşkil eder. Öncelikle mesleki ve sektörel örgütlenmeler başta olmak üzere, bu tür yaklaşımları elemine edecek güç birliği içinde bulunarak ortak sorunların çözümü için ortak bir lisan, ortak değerler sistemi tesis edilmeli ve pazarın gerçek anlamda gelişmesine yardımcı olunmalıdır.
Globalleşme sürecinin açtığı kanaldan doğrularla yanlışların birlikte geçişi önüne süzgeç konulabilir. Bu, az gelişmişlikten gelişmişliğe reel geçiş yolunda bir kilometretaşıdır. Bu çabalar olmaksızın hi-tech yaşamsal göstergelerin arasından zürafanın boynunu görmeye devam edebiliriz.
Tüm okurlarımıza en iyi dileklerimiz ve saygılarımızla,
Dr. Oya BAKIR