Binlerce yıldır bilinen bir gerçeği yeniden kavramak gerekiyor
Her bir insan, ömrü boyunca ortalama olarak 250 milyon litre hava soluyor. Yani yaşamak için 300 bin kg havaya ihtiyacı var, ama temiz havaya… Aksi takdirde 250 milyon litre hava soluyacak kadar zamanı olmayacak. Aslında temiz havanın insan sağlığı açısından önemi, antik Roma’da, Mısır’da bile biliniyordu. İlk mimarlar arasında adı geçen Vitruvius Pollio (M.Ö 1.yy), “kasabalar bataklıklara yakın kurulmamalı, aksi takdirde sabah rüzgârlarının gün doğumunda kasabaya doğru estiğinde, bataklıktan, bataklık gazlarını kasabaya taşıyacak ve bu hava da insanların ve diğer canlıların sağlığını bozacak” demiş! Ondan da önce M.Ö. 4-5. yüzyıllar arasında bir yerde Hipokrat Hoca, sonraları mikrop teorisine de zemin hazırlayan “miasma teorisi”nde genellikle yerlerden çıkan, küçük inorganik parçalar, kirletici ve gazlarla kirlenen havanın hastalıklara sebep olduğuna işaret etmiş. Mısır’da kapalı ortamda taş oymacı işçilerin, açık havada çalışanlara oranla çok daha fazla solunum sıkıntısı yaşadığının farkına varılmış, kapalı ortama daha fazla taze ve temiz hava girebilmesi için duvarlara bir sürü delik açılmış. Sonraları, M.S. 11-12. yüzyıllarda ısıtıcı ve pişiriciler kapalı mekânlar içine alındığında, ortama salınan gazlardan kurtulmak için bacalar akıl edilmiş ama o zamanki bacalar da yeterli çözüm sunamamış. Orta çağlarda açık alevli şömineler duman zehirlenmelerini artırınca İngiltere Kralı Charles (!) 1600’de, tavan yüksekliklerinin 3 metrenin üzerinde olması gerektiğini ve pencerelerin daha iyi duman tahliyesi için daha geniş olması gerektiğini söylemiş. Bu miasma teorisi, 18 ve 19. yüzyıllarda mimaride doğal havalandırma yöntemleri ile cebri havalandırmanın gelişmesinde itici kuvvet olmuş. Bu alanda İngiltere’de Avam Kamarası binası ve Covent Garden Tiyatro binası, Westminster Sarayı Merkez Kuleleri yeni havalandırma uygulamaları konusunda öncül örnekler arasında sayılıyor. Sanayi Devrimi ile birlikte hava kirliliği ve beraberinde sağlık sorunları artınca, kirli hava ve insan sağlığı arasındaki bağlantının önemi daha fazla ortaya çıkmış. 20. yüzyılın başlarında özellikle gece bastıran kirli havadan hastaları, özellikle çocukları korumak için, hasta ve çocuk odalarının pencerelerinin kapalı olmasına dikkat edilmeye başlanmış.
5-9 Aralık 1952’de Londra’da yaşanan, yüksek basınçlı ve rüzgârsız atmosferde özellikle kömür kullanımından kaynaklanan kirletici kesif tabaka tarihe meşhur “Büyük Sis” olayı olarak geçti. Sonrasında, resmi tıbbi raporlarda, 8 Aralık’a kadar 4 bin kişinin sisin doğrudan bir sonucu olarak öldüğü ve sisin insan solunum sistemi üzerindeki etkileri ile yüzlerce kişinin hasta olduğu tahmini öne sürüldü. Sonraki araştırmalar, toplam ölüm sayısının yaklaşık 12 binden fazla olduğunu açıkladı.
Londra, 1200’lerden beri kötü hava kalitesinden dolayı sorun yaşıyordu, 1600’lerde ise durum çok daha kötüleşti. Büyük Sis olayı ise 1956’da çıkan “Temiz Hava Yasası” başta olmak üzere pek yok yasal düzenleme ihtiyacını gündeme taşıdı.
Hava kirliliğinin ömür boyu etkisi konusunda 23 Şubat 2016da Royal College of Physicians tarafından gazetelerde “Aldığımız Her Nefes” başlıklı bir rapor yayımlandı. “Hava temizleyiciler sizi nasıl öldürüyor olabilir” ve “Hava ferahlatıcılarının ve ev temizlik ürünlerinin gizli tehlikeleri” başlıklı haberler, televizyon ekranlarında boy gösterdi. Bergen Üniversitesi tarafından kış aylarında doğan bebeklerin yaşamları boyunca astım ve diğer solunum sorunlarına yakalanma konusunda daha fazla riski bulunduğunu ileri süren bir rapor yayımlandı. 23 Ağustos 2016 tarihli Daily Mail gazetesi, kötü havalandırmanın sağlık riskleri konusuna iki sayfa ayırdı:
Kötü havalandırmanın küf oluşumuna, küf oluşumunun da akciğer enfeksiyonlarına sebep olduğuna dikkat çekti. Bu konuda iki bildiri de Ağustos 2016’nın son haftasında Londra’da yapılan Avrupa Solunum Derneği Uluslararası Kongresi’ne sunuldu.
Fransa’da OQAI (Observatoire de la qualité de l’air intérieur - İç Ortam Hava Kalitesi Gözlemevi) tarafından yürütülen yakın zamanlı çalışmalara göre; binaların yüzde 85’inde, havadaki formaldehit, sınır değer olan 10μg/m3’ten daha yüksek seviyelerdedir. Çalışma sonuçlarına göre bu değerin ortalaması 20μg/m3 olup 80μg/m3’e kadar çıkabilmektedir.
Dış ortam kirliliği açısından Türkiye’deki 81 ilden sadece Çankırı’nın hava kirlilik düzeyi Dünya Sağlık Örgütü’nün normal kabul ettiği değerde. 18 sivil toplum kuruluşu (STK) bir araya gelerek kurduğu Temiz Hava Hakkı Platformu’nun raporunda konuya ilişkin detaylı veriler ve çözüm önerileri yer alıyor. Dış ortam havası ile ilgili çalışmalar, iç ortam hava kalitesi konusunda yapılan çalışmalardan neredeyse yüz kat fazla olduğu için, iç ortam hava kalitesinin hasar raporu ne yazık ki tüm çarpıcılığı ile gözler önüne serilemiyor. Meslek örgütlerimiz her ne kadar “iç hava kalitesi” (IAQ) hatta “iç çevre kalitesi” (IEQ) kavramları konusunda harıl harıl çalışıyor olsalar da, yasal zeminler ve denetimler, belgelendirmeler vb. olmadıkça ihtiyacımız olan “sağlıklı hava koşulları” için daha fazla beklememiz gerekecek.