Her ne olduysa sebep benim, Her nasıl olduysa benim seçimim?
Düşünmek, önemli eylemlerin ilkidir. Lakin insanların çoğu için kaygı verici bir eylem… Zira çıktılarının sorumluluğunu taşımak gerekiyor. İnsanlar da bu nedenle ya düşünmek istemiyor ya da sonuçlarının sorumluluğu için öncelikle kendisine en inandırıcı, en makul gelen bir kaynak arıyor. Hiç kimseyi suçlamaya cesaret edemiyorsa, bu kaynak “kader” oluyor. “Kara bahtım kem talihim, taşa bassam iz olur”, zihnimizin “hit şarkısı”… Zehra İpşiroğlu, “Düşünme Korkusu” kitabında düşünmekten kaçış hakkında şunları söylüyor: “Düşünme korkusu, içinde yaşadığımız şu çalkantılı dönemin belki de en belirgin özelliği. Neye uğradığımızı bile anlamadan düşüveriyoruz bu korkunun pençesine. Giderek yaygınlaşan bir hastalık gibi içimize sızıyor. Kurtulmak kolay değil. Amaçlanan da bu. Özgürce düşünemeyen, sorunlara eleştirel bakamayan suskun insanlar yaratmak. İstendiği gibi biçimlendirilen, yönlendirilen insanlar...” (Hayır, kitap bu yıl değil, 2002’de yazılmış). Martin Heidegger’ın Türkçe “Olmayabırakılmışlık” adı ile yayımlanan kitabında: “Düşüncesizlik, günümüz dünyasında her yere girip çıkan garip bir misafirdir. Çünkü günümüzde her şey en hızlı ve ucuz yolla bilgiye ulaşılır ve aynı anda hızlıca unutulmuştur… Günümüz insanı düşünmeden kaçıştadır” diyor (Hayır, şimdilerde değil 1955’te). Edison’un “Düşünmek denilen hakiki çalışmadan kaçmak için insanoğlunun bulamayacağı hiçbir bahane yoktur” sözü gibi, Voltaire’in “İnsanlar yiyecek yemekleri ve yatacak yerleri olduğunda düşünmeyi reddederler” sözü gibi örneklerle düşünme fobisinin altını çizmek mümkün. Velev ki düşündük, hatta düşünmekle kalmayıp bu faaliyetin çıktılarını eyleme dönüştürdük, sonuçlarından mutlu olmadık diyelim… Gelsin mazeretler, gitsin bizim dışımızdaki sorumlular ve tabii her zamanki kötü şans… Böyle olunca ne içimizdeki ne de dışımızdaki sorunlara çözüm üretebiliyoruz. En iyi yapabildiğimiz şey görmezden gelmek, sorun zerrelerini halının altına süpürüp “çözmüş olma” huzuruna sığınmak… Tabii başımıza gelenlerde etkin değil edilgin pozisyonda olmak, böyle olduğunu düşünmek ve yansıtmak bizi “mağdur” ilan ediyor. Mağdura sempatimiz de malum… Bu da başımıza gelenler için sorumluluk almamamızın bir diğer cazibeli gerekçesi… Oysa, yaşadığımız şeylerin çok az bir kısmı irademiz dışındadır ve kişiliğimizden, tavırlarımızdan kaynaklanmaz. Yaşadığımız şeylerin çoğu ise kim olduğumuz, olaylara nasıl tepki verdiğimizle ilgilidir, yani kendi seçimimiz.
Bu yıl 22 Mayıs’ta İstanbul’da yapılan Zamansız Liderlik Konferansı’nda European School of Economics Vakfı Başkanı ve aynı zamanda Dreamore Yönetim Kurulu Başkanı olan Elio D’anna bu konuyu oldukça etkileyici biçimde anlatmıştı: “Bizler artık kalabalıklara, dünyaya ait değiliz, kendimize aitiz. Bizler tamamen dış dünyayla özdeşleşiyoruz. Bu dünyanın sebepler dünyası olduğuna inanıyoruz. Ama aslında öyle değil. Burası sonuçlar dünyası. Dünyada yaşanan, benim yaşadığım, tüm insanlığın yaşadığı bütün acılara sıkıntılara yıllarca dışımdaki dünyada çözüm aradıktan sonra kendime dönmem gerektiğini anladım. Gördüm ki tüm sorunların sebebi benim. Hiç kimse benim sorunlarımın kaynağı değil. Kendi içimde taşıdığım çatışmalardan ve sınırlardan kurtulabilirsem beni çevreleyen dünya da farklı olacak. Bunu fark ettiğimde dış dünyaya ve içimdeki dünyaya müdahale edebildim. Tabii ki kendi içimde bu değişimi gerçekleştirmek çok zor oldu. Şikâyet etmekten, suçlamaktan, kendi kendimi haklı çıkarmaktan, mazeret üretmekten vazgeçişim çok acıydı. Çünkü böyle olunca artık suçlayacak hiç kimse kalmıyor, mazeretleriniz de ve bütün yük sizin omuzlarınızda oluyor. Her şey size kalmış oluyor ve inanın bu çok güzel bir şey. Şimdi artık biliyorum dünyayı değiştirebilirim. İç dünyanızda nereye, nasıl müdahale edeceğinizi bilirseniz dış dünyadaki her sorunu da kolaylıkla çözebilirsiniz.”Olay film (hatta filmler) Matrix’i hatırlayın, davadan asla vazgeçmeyen Neo’ya aynı karakterin kötü adam versiyonu Smith “Neden, neden ısrarla savaşıyorsun? (aslında kendinle)” der, yanıtı kısa ve mutlak doğrudur: “Çünkü bunu seçtim!” Evet, insanın içindeki kötü ile mutlak zafer için mücadele etmesi önemlidir, zira iç dünyadaki defolar, dış dünyadaki olayları, başımıza gelenleri belirler, sonra kendi düşen bile ağlar…