Dilimizi biliyor musunuz?
Hani radyoda bir müzik programı dinlerken “şarkı tutmak” diye bir şey vardır ya, ben de bu yazıyı Doğa Sektörel Yayın Grubu’nun “dil dertlisi” editörlerine, yazı işleri emekçilerine ‘gönderiyorum’.
“Dil dertlisi” deyişim; gelen binlerce basın bültenindeki metinlerden “-de, -da, -ki” gibi sözcük sonuna gelen eklerin, takıların hatalı yazımlarını usanmadan düzeltirken, soru takılarını fiillerden ayırırken, olumlu anlamlı sözcükleri, olumsuz fiillerin bulunduğu cümlelerden kurtarmaya çalışırken, pek çok kişinin “Harflerin üzerindeki şapkalar kalkmadı mı, Avro mu yazılacak Euro mu?” gibi sorularına sabırla yanıt verişleri içindir.
Yazı işleri kadromuza yeni katılanlara hep; “Tereddüt ettiğiniz hallerde; bir sözcüğün anlamı veya yazılışı ile ilgili güvenilir bir kaynağa başvurmanız gerekirse, lütfen Dil Derneği’nin www.dildernegi.org.tr web adresine veya aynı derneğin basılı kaynaklarına başvurun” diyoruz. Neden? Çünkü Atatürk’ün, ulusun dil ve tarih bilinci siyasaya araç yapılmasın diye dernek yapısıyla kurduğu, sonsuza dek özgür ve özerk yaşamaları için mirasından pay ayırdığı Türk Dil Kurumu, 12 Eylül darbecileri tarafından 1983’te hiçbir yargı kararı olmadan kapatılmış, Cumhurbaşkanının gözetiminde, Başbakanlığa bağlı Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu içine alınarak bir devlet dairesine dönüştürülmüştür. Pek çok saygın bilimci, sanatçı ve düşünürün kanaatine göre “artık yok”tur. 1983’ten sonraki TDK, Türkçe’nin zenginleştirilerek korunmasına karşıt uygulama örnekleri türetmiştir. Ne gibi? Pek çok edebiyat ve araştırma ödülü sahibi Feyza Hepçilingirler, “Dilim Dilim Ana Dilim” kitabında şöyle diyor: “Atatürk’ün mirasına, yasalara aykırı biçimde el kondu. Darbeci bir komutan olarak Kenan Evren’in gerekçe göstermesine gerek yoktu ama yine de bir gerekçe buldu ve gösterdi: ‘Babalar ve çocuklar birbirini anlamıyor(muş). Bu bile Kenan Evren’in kendi buluşu değildi. ‘Babalarla çocukların birbirini anlamamaları’ gibi kötülemeler, başka onlarcası gibi dil devrimine tepki gösteren çevrelerin yıllardan beri öne sürdükleri tepkilerdi… Kenan Evren’in Türk Dil Kurumu, ‘yazım’ kelimesini bile yeniden ‘imlâ’ yaptı… ‘İçlerinde Arapçaya özgü gırtlak ünsüzü (ayın ve hemze) bulunan bazı alıntı kelimeler (…) yazılışta kesme ile gösterilir’. Kural diye benimsedikleri budur. ‘Vak’a, kıt’a, kur’a’ diye yazacakmışız bu sözcükleri. Ben göremiyorum nerede bu harfler, işaretler? 72 yıldır kullandığımız alfabede ne ‘ayın’ var ne ‘hemze’! Yalnızca bu gerçeği içlerine sindirseler ne iyi olur!” Hepçilingirler; ‘hastane’ kelimesini ‘hastahane’ olarak yazdırmaya çalışırken atı alanın Üsküdar’ı geçip hastane binalarının üzerine ‘hospital’ yazdırıldığını, pastaneler yerine, ‘pastahane’ yazılsın denirken -çağ atladığımız için- doğrudan ‘patisserie’ olduğumuzu söylüyor. Bu gün bile TDK’nin sözlüğünde “aç bîilaç sözcüğünü” “sürekli olarak aç ve bakımsız” olarak açıklarken “Babaları öldü, zavallı çocuklar aç bîilaç kaldılar” örneğini veriyor. Oysa özne çoğulsa eylemin de çoğul olması gerekmiyor. Yani, “kaldılar” yerine “kaldı” olmalıydı. TDK, “akortlanmak” sözcüğünü “akortlanma işi” olarak tanımlıyor! “Akrep” sözcüğünde –i halini, “akrebi” şeklinde tanımlıyor, halbuki “akrepi” olması gerekiyor. TDK, “amele” sözcüğünü‘amil'in çokluk biçimi, işçi, emekçi’ olarak tanımlayıp şu örneği vermiş: “Tuğla harmanındaki ameleler etrafı aradılar.” Yani “amele” sözcüğü zaten çoğul iken “-ler” çoğul takısını alamaz. “Anakonda”sözcüğünü; “Boğagillerden, tropikal Güney Amerika’da yaşayan, 8-10 metre uzunluğunda, avını sararak ve sıkarak öldüren bir tür yılan” olarak tanımlarken ne anlamamız gerek? Boğa-yılan karışımı bir hayvan! Oysa hayvanımızın öküz-inek tayfasıyla bir alakası yok. Doğrusu “Boagillerden” olmalı. “Anavaşya; göçücü balıkların Akdeniz’den Karadeniz’e çıkması”dır diyor ama sözcüğün diğer sözlüklerdeki hali “Anavasya”… Tabii ki verdiğimiz örnekler sadece “A” harfine ait birkaçı. “K” harfini “ke” mi “ka” mı olarak seslendireceğimiz konusundaki karışıklık da TDK’nın 1993 yılında basılan imla kılavuzundan besleniyor: Söz konusu imla kılavuzunda “k” harfinin seslendirilişi “ke, ka” olarak gösterilmiş. Ali Püsküllüoğlu, Milliyet gazetesinde 7 Şubat 2005 tarihli yazısında; “Türk Harflerinin Kabulüne İlişkin Kanun’da ‘k’ harfinin ‘ke’ olarak okunduğu yer alıyor” diyor. “Yasaya mı muhalefet ediyoruz” diyor, tabii ki “TDK’nın” değil “TDK’nin”, “SSK’ya” değil, “SSK’ye” şeklinde yazılımın doğru olduğunu söylüyor.
İki satır bile olsa şu “şapka” konusunda da Feyza Hepçilingirler’in “Türkçe Off” kitabındaki tanıma atıfla bir hatırlatma yapalım: Şapkaların bir kısmı kalktı, bir kısmı ise halen kullanılıyor; “k ve g’den sonra gelen ve ince okunması gereken a’ların ve u’ların üzerine konur” yani, “kâğıt”, “rüzgâr” gibi… Bir de şapkasızken farklı anlama gelen kelimelerde… “Hala”; babamızın kız kardeşi, “hâlâ” ise Arapça “boşluk” veya “henüz” anlamına gelmesi gibi… “Kar” kelimesinin suyun donmuş hali olmasının karşılığında “kâr” kelimesinin “kazanç, fayda” anlamına gelmesi gibi… Ama eskiden “l”den sonra gelen ve “l”nin inceltici etkisiyle zaten ince okunan a ve u’ların üstündeki şapka kalktı: Artık “reklâm”, “lâkin” şeklinde yazmıyoruz.
Aman, neyse, hani derler ya “bülbülün çilesi dili belası”…
Oya Bakır
oyabakir@dogayayin.com
Oya Bakır
oyabakir@dogayayin.com