Çok alametler belirdi...(*)
Medya Takip Merkezi’nin araştırmasına göre "küresel ısınma" Şubat ayında, bir önceki aya oranla üç kat artış göstermiş. 285 köşe yazarı, 393 kez bu konuda yazmış. Öyleyse bu konuda bilmediğimiz hiçbir şey kalmamış olmalı. Bana göre ise durum tam tersi "gerçek bilgi" içermeyen her mesaj, gerçekten bilebilme şansımızı azaltıyor. Çünkü bir bilginin eksik olduğu yere, boşluğuna, gerçek bilgi değeri olan şeyi koymamış oluyoruz, ama o boşluk bir şekilde! dolmuş oluyor, dolayısıyla bildiğimizi sanmanın rahatlığı ile fikir sahibi oluyor, dahası davranış, tutum geliştirebiliyoruz. O konu hakkında duruşumuzu belirliyoruz ve bu duruş, -bu nedenle- pek de sağlam bir duruş olamayabiliyor. Yani bunca "küresel ısınma" mesajı, "küresel ısınma"yı anlamamıza yardımcı olamayabiliyor, tersine anlama şansımızı azaltabiliyor.
Mesela sokaktaki adam, "Kyoto Protokolü" gibi "laf"ı, Kyoto’nun ne olduğunu, bilemedin nerede olduğunu bilmeden, "protokol" sözcüğünü gündelik hayatında hiç mi hiç kullanmadan da çok iyi biliyor. Hatta kıraathanelerde tavla atan adamlar arasında "-yok abi, imzalamamız şart..-hadi oradan başka derdin mi kalmadı aslanım senin..- gibi muhabbet konusu olmuşsa eğer, hiç şaşırmam. Televizyonların magazin programlarında, konuklu, sohbetli, şarkılı "Talk Showlar" (şeklinde yazdıkları) "laflama programları"nda bakıyorsunuz; defile esnasında "frikik" veren manken, yanında birine bir şey dediği için iki hafta boyunca "ama sorun bakalım, neden dedim" açıklamasını o tv kanalı senin bu tv kanalı benim gezip anlatma görevlisi bir ünlü! ve ’bir şeyleri koruyalım’ derneği "küresel ısınma ve iklim değişikliği" komisyon başkanı beraberce "bundan başka dünya yok" sloganı ile biten bir "laflama" halindelerÉ Ne oldu şimdi? Medyamız çevresel sorunlara duyarlılığını göstermiş oldu.(?) "Aa, ciddi programlar yapılmadı mı sanki?" diyebilirsiniz, evet, ben de gördüm; ciddi görünen adamların, ciddi ciddi konuştukları programlar vardı. Daha ziyade şunları söylediler: Türkiye CO2 salınımında, yani küreyi ısıtanlar arasında 13. sıraya yükseldi, sorumlu olalım, Kyoto Protolü’nü imzalayalım. Bir de Çevre Bakanımız "iyi de o imzanın Türkiye’ye maliyeti 20 Milyar Euro" gibi bir şey söyledi. Ama öteki ciddi adamlar "yirmi mirmi her neyse bedeli geleceğin, güvercinlerin ve çocuklarımıza çiçekli bir dünya bırakmanın, ödemeliyiz efendim" dediler. Birkaç dostumla sohbet ederken iş bu kaçınılmaz konu karşıma dikildi ve bana soru olarak yöneltildi: bak, Türkiye onüçüncüymüş, sen ne diyorsun bu Kyoto işine? Bu onüç rakamı mı etkiliyor sizi, öyleyse biz bunları konuşurken 12. sıraya çıkmışızdır diye düşünüp gevşeyin, olup bitsin arkadaşlar. Zira "Kyoto’yu imzalamayan sadece ABD ve Avustralya var" diyen bir çevreci derneği temsil eden mühendisin (ve bazı yazar, çizer, konuşmacının) yanıldığını iyi biliyorum. Hatta aralarında Burkino Faso’dan Gabon’a kadar pek çok "imzalayıp imzalamadığı zerre kadar önem taşımayan" (zira, kürenin ısınmasında zerre kadar payı bulunmayan) ülkenin de bulunduğu Kyoto Protokolü’nü imzalayanlar listesinde, kolaylıkla tahmin edeceğiniz bazı ülkelerin "istisnai maddelerinin" bulunduğunu iyi biliyorum (Bu istisnalar, "tamam da, şu hariç, bu hariç.." gibi hassas ayarlar içeriyor). Demek istediğim şey, çevre sorunlarına bakışımızın temeline, mutlaka gerçek bilgileri koyarak (Örneğin; Kyoto Protolü kapsamında bulunan, sadece birinin CO2 olduğu 6 gazın Türkiye’deki emisyon hacimlerinin, dünya toplamı içerisinde yüzde veya binde değeri nedir? Bu gazların hangi yollarla ortaya çıktığı ve atmosfere salındığının, sektörlere/uygulamalara göre yüzdeleri ve bu yüzdelerin dünya ortalamasının neresinde olduğu, önlenebilirliği için gereken yöntem ve yaklaşımlarÉ) "popülist" olmayan, "işe yarar" sonuçlar çıkarmalı ve muhakkak uygulanması için toplumsal kabuller sağlamaya çalışmalıyız.
Bu sadece "gelecek nesiller" için değil, hemen şimdi, hepimiz için büyük önem taşıyor. Yoksa "aah, nerede o eski mis gibi kokan domatesler.. Bir Osmanlı çileği vardı ki sorma, ne güzel reçel yapardık" tespitimiz bir işimize yaramayacak, nostaljinin ruhumuza yumuşak dokunuşlarından başka..
(*)"Çok alametler belirdi / Vakit tamamdır / Haram helal oldu / Helal haramdır
Kendi kendimizle yarışmadayız gülüm /
Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz
Ya dünyamıza inecek ölüm." Nazım Hikmet
Dr. Oya BAKIR
oyabakir@dogayayin.com
Mesela sokaktaki adam, "Kyoto Protokolü" gibi "laf"ı, Kyoto’nun ne olduğunu, bilemedin nerede olduğunu bilmeden, "protokol" sözcüğünü gündelik hayatında hiç mi hiç kullanmadan da çok iyi biliyor. Hatta kıraathanelerde tavla atan adamlar arasında "-yok abi, imzalamamız şart..-hadi oradan başka derdin mi kalmadı aslanım senin..- gibi muhabbet konusu olmuşsa eğer, hiç şaşırmam. Televizyonların magazin programlarında, konuklu, sohbetli, şarkılı "Talk Showlar" (şeklinde yazdıkları) "laflama programları"nda bakıyorsunuz; defile esnasında "frikik" veren manken, yanında birine bir şey dediği için iki hafta boyunca "ama sorun bakalım, neden dedim" açıklamasını o tv kanalı senin bu tv kanalı benim gezip anlatma görevlisi bir ünlü! ve ’bir şeyleri koruyalım’ derneği "küresel ısınma ve iklim değişikliği" komisyon başkanı beraberce "bundan başka dünya yok" sloganı ile biten bir "laflama" halindelerÉ Ne oldu şimdi? Medyamız çevresel sorunlara duyarlılığını göstermiş oldu.(?) "Aa, ciddi programlar yapılmadı mı sanki?" diyebilirsiniz, evet, ben de gördüm; ciddi görünen adamların, ciddi ciddi konuştukları programlar vardı. Daha ziyade şunları söylediler: Türkiye CO2 salınımında, yani küreyi ısıtanlar arasında 13. sıraya yükseldi, sorumlu olalım, Kyoto Protolü’nü imzalayalım. Bir de Çevre Bakanımız "iyi de o imzanın Türkiye’ye maliyeti 20 Milyar Euro" gibi bir şey söyledi. Ama öteki ciddi adamlar "yirmi mirmi her neyse bedeli geleceğin, güvercinlerin ve çocuklarımıza çiçekli bir dünya bırakmanın, ödemeliyiz efendim" dediler. Birkaç dostumla sohbet ederken iş bu kaçınılmaz konu karşıma dikildi ve bana soru olarak yöneltildi: bak, Türkiye onüçüncüymüş, sen ne diyorsun bu Kyoto işine? Bu onüç rakamı mı etkiliyor sizi, öyleyse biz bunları konuşurken 12. sıraya çıkmışızdır diye düşünüp gevşeyin, olup bitsin arkadaşlar. Zira "Kyoto’yu imzalamayan sadece ABD ve Avustralya var" diyen bir çevreci derneği temsil eden mühendisin (ve bazı yazar, çizer, konuşmacının) yanıldığını iyi biliyorum. Hatta aralarında Burkino Faso’dan Gabon’a kadar pek çok "imzalayıp imzalamadığı zerre kadar önem taşımayan" (zira, kürenin ısınmasında zerre kadar payı bulunmayan) ülkenin de bulunduğu Kyoto Protokolü’nü imzalayanlar listesinde, kolaylıkla tahmin edeceğiniz bazı ülkelerin "istisnai maddelerinin" bulunduğunu iyi biliyorum (Bu istisnalar, "tamam da, şu hariç, bu hariç.." gibi hassas ayarlar içeriyor). Demek istediğim şey, çevre sorunlarına bakışımızın temeline, mutlaka gerçek bilgileri koyarak (Örneğin; Kyoto Protolü kapsamında bulunan, sadece birinin CO2 olduğu 6 gazın Türkiye’deki emisyon hacimlerinin, dünya toplamı içerisinde yüzde veya binde değeri nedir? Bu gazların hangi yollarla ortaya çıktığı ve atmosfere salındığının, sektörlere/uygulamalara göre yüzdeleri ve bu yüzdelerin dünya ortalamasının neresinde olduğu, önlenebilirliği için gereken yöntem ve yaklaşımlarÉ) "popülist" olmayan, "işe yarar" sonuçlar çıkarmalı ve muhakkak uygulanması için toplumsal kabuller sağlamaya çalışmalıyız.
Bu sadece "gelecek nesiller" için değil, hemen şimdi, hepimiz için büyük önem taşıyor. Yoksa "aah, nerede o eski mis gibi kokan domatesler.. Bir Osmanlı çileği vardı ki sorma, ne güzel reçel yapardık" tespitimiz bir işimize yaramayacak, nostaljinin ruhumuza yumuşak dokunuşlarından başka..
(*)"Çok alametler belirdi / Vakit tamamdır / Haram helal oldu / Helal haramdır
Kendi kendimizle yarışmadayız gülüm /
Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz
Ya dünyamıza inecek ölüm." Nazım Hikmet
Dr. Oya BAKIR
oyabakir@dogayayin.com